Modern Batı uygarlığının sınırsız bir biçimde bayağılaştığı, insanlık dışı her ne varsa, bunları uygar olduklarını iddia edenlerin uyguladığı, siyasal ilişkilerin anlamını bütünüyle kaybettiği; uluslararası hukukun çok sefil ve kirli bir konuma düştüğü; zulümlerin, adaletsizliklerin, tarihin en korkunç insanlık suçlarının yasa haline geldiği; akla hayale sığmayan işgallerin, istilaların, katliamların pervasızca yapılabildiği; güçsüz ve mazlum halkların keyfi bir şekilde aşağılanarak boyunduruğa ve köleliğe mahkum edilebildiği; vahşet ve barbarlıktan başka hiçbir şeyin belli olmadığı; küresel ölçekte iflah olmaz önyargıların, yalanların, insanlığa dayatıldığı; vahşet tutkularının, sınırsız paranoyanın, tarihsel saplantıların ve bağnazlıkların siyaseti belirlediği; bugünün tarihinin yalanlar ve ikiyüzlülükler tarafından yönlendirildiği; insanlık barışına yönelik en büyük tehdit ve tehlikenin kapitalist ihtiraslar ve egemenlik tutkularından kaynakladığı; evrensel adalet ve insanlık yasalarının, evrensel dengelerin ve ölçülerin çürümeye terk edildiği; tarihte eşi ve benzeri olmayan, nihai korkunçluklarla dolu bir dönemden geçiyoruz.
Bugünün karanlıklar tarihi, akılla savaşıyor, mantıkla savaşıyor, vicdanla savaşıyor. Bugünün tarihi, militarizmle, faşizmle, emperyalizmle uzlaşıyor. Emperyalist içgüdülerin kuklası olan bugünün tarihinin bilinci yok, ruhu yok, ölçüsü yok. Günümüz dünyası teknik akıl tarafından teslim alınmış, ekonomi terimleriyle, makine terimleriyle düşünen, konuşan, algılayan bir dünya halini almıştır. Bir anlam için yaşamanın, bir erdem için yaşamanın yerini, kar etmek için yaşamak, kar etmek için savaşmak almıştır. Yalnızca kar etmek için, çok kirli, çok karanlık bir işgal ve istila savaşına katılmaktan daha iğrenç bir politika olamayacağını belirtmek gerekiyor. Afganistan, Çeçenistan, Filistin ve Irak halkına uygulanan alçakça kırım ve kıyımlar karşısında İslam dünyası ülkelerinin yaşadığı siyasal suskunluk, siyasal sorumsuzluk, siyasal kayıtsızlık sürüyor. Bu suskunluğun, bu sorumsuzluğun ve kayıtsızlığın ahlaki bir açıklaması yoktur. Afganistan, Çeçenistan, Filistin ve Irak halklarını köleleştirmeyi amaçlayan; bu halklar için her türlü işkencenin uygulandığı toplama kampları kuran; inanç bağlarını, kültür ve uygarlık bağlarını kopararak, bu bağlara veda ederek Türkiye'nin de bir şekilde içerisinde yer aldığı büyük Karanlıklar Koalisyonu karşısında, pasifizm ve romantizm içerisinde bulunan İslam dünyası ülkeleri, ABD'nin Avrupa'nın, İsrail'in tarihleri boyunca İslam dünyası toplumlarına hiçbir zaman ahlaki davranmadığı gerçeğini unutuyor. Batı dünyasının İslam dünyası ülkeleriyle ilişkilerinin utanç verici bir geçmişi var. Günümüzde ufuk düzeyleri yeterli olmayan Türkiye ve diğer İslam dünyası toplumları çelişkilerinin ve sınırlarının farkında değiller. Özellikle Ortadoğu'da sömürgeciliğin mirasını temsil eden yönetimlerle halklar arasında büyük uçurumlar var. Yönetimlerle halklar ayrı ayrı dünyalarda yaşıyor. Geleceklerini ABD ve Avrupa'yla bütünleşmekte arayan Türkiye ve diğer İslam dünyası ülkeleri, Yirminci Yüzyıl boyunca bu yönelişleri nedeniyle siyasal yanılsamalar yaşadılar, kurumsal açmazlara düştüler, temelsiz genellemelerle Yirminci Yüzyıl'ı kaybettiler. Emperyalizm, özellikle Ortadoğu'da bütün dönemler boyunca kaos, kargaşa, gerilim ve acı üretti, karşıtlıkları, bölünmeleri, düşmanlıkları kışkırtarak çoğalttı.
İnsanlık tarihi bir dönüm noktasında bulunuyor.
Tarih bize ait olmayan bir ufuk içerisinde ilerliyor.
Teknik aklın egemen olduğu günümüz dünyasında, bütün ahlaki, hikemi, vicdani, ruhi hassasiyetler tükenme noktasına geldi. Bu noktadan hareketle, bugünün dünyasında ahlaki, hikemi, ruhi, vicdani hassasiyetlerin ufkunu insanlık çapında açmak gerekiyor. Günümüzde insanlığa karşı sorumluluk duyguları iflas etmiştir. Direniş dışında yolunda olan bir şey yok. Her istila ve işgal, direnişi ve başkaldırıyı da birlikte getiriyor. Özgürlüğe ve adalete açlık duyanlar, köleliğe direniyor.
Her şeyin değiştiği bir dünyada geçmişte nasılsak öylece kalamayız. Kendimiz için şimdide yaşayacağımız bir dünya hazırlamalıyız. Sahip olduğumuz bilgiler ve içsel birikimimiz, hayat tarzımızı kökten değiştirmek için yeterli olmadı. Umut kırıcı gelişmelerden umut çıkarmak için tüm yapay karşıtlıkları ve sahte çekişmeleri aşmalıyız. Ortak temel değerlere ulaşmak için, insanlık ölçeğinde yoğun çabalar üretmeliyiz. Karşı karşıya bulunduğumuz kötülükler karşısında, sorumsuz ve kayıtsız kalan herkes insanlıktan çıkmış demektir.
İmanımızı yeniden oluşturmalıyız.
Her tür barbarlığın ve vahşetin önüne ancak evrensel bir kamuoyu bilinci ve sorumluluğu ile geçilebilir. Kendisini dünyadan, sorumluluk alanlarından yalıtlayan oluşumlarla toplumlarımızın sağlıklı bir değişime uğraması mümkün değildir. Toplumlarımızın içerisinde bulundukları dogmatik tekdüzelikleri sorgulamaları gerekiyor. Toplumlarımız, halen içerisinde yaşadıkları şiddetli gerilimler, eşi benzeri görülmemiş acılar ve hüzünler nedeniyle bir çaresizlik duygusu içerisine girdikleri için mucizevi çözüm beklentisi içerisine girmişlerdir. Bu beklentiler insanımızı yanlış ve boş umutlara sevkediyor. Beklemek yerine, çok şiddetli, çok yoğun bir bilme, anlama ve üretme arzusu ve çabası içerisinde olmak gerekiyor.
Varoluşumuza anlamlı pratiklerle vücut vermemiz gerekiyor.