İslam Dünyası toplumlarında, keyfi ve kişisel egemenlik dönemlerinde oluşturulan, keyfi ve kişisel egemenlik biçimlerini meşrulaştırmak amacıyla kullanılan kültürel ve fıkhi çerçeveler ne pahasına olursa olsun istikrarın/statükonun korunması esasına dayalıdır. Daha önceleri diğer İslam toplumlarında yaşanan, yaşanmakta olan; içerisinde bulunduğumuz dönemde Türkiye'de hayata geçirilen sürekli darbe süreçleri ve bu süreçlere bağlı olarak sürdürülen sistematik resmi taciz karşısında, halkların içerisine girdiği çok sessizlik durumundan, istikrarı/statükoyu korumak adına, her tür kötülüğe ve zulme katlanmayı/sabretmeyi öğütleyen fıkhi ve kültürel gelenekler sorumludur. Bu gelenek sebebiyledir ki, tüm İslam toplumlarında olduğu gibi, Türkiye'de de; tüm özgürlük, onur, kişilik, izzet arayışı, geçmişte olduğu gibi, bugün de, "fitne" olarak damgalanarak etkisiz kılınabilmektedir. Sözünü ettiğimiz gelenek ve bu geleneğe bağnazca bağlı bulunan İslami cemaatler/önderlikler, çok büyük bir potansiyeli işlevsiz kılabilmektedir. Yine bu gelenek sebebiyle, derinlikli bir dönüşümü, yapısal ve radikal bir değişimi amaçlayan muhalif bir dil/söylem oluşturulamamaktadır. Tanımı yapılmamış, sınırları belirlenmemiş "istikrar/statüko"nun korunması kaygısı ile, "fitne"ye alet olma korkusu, İslam toplumlarını entelektüel, zihni, düşünsel durgunluğa sevketmiş, evrensel "içtihad" fikri dumura uğratılmıştır.
İslam Dünyası toplumlarında kullanılan eski kalıplar, eski dil, eski yöntem, eski söylemler; yeni kültürel, fıkhi, politik yanıtlar üretemiyor. Eski sesler, bir türlü siyasal bir ses'e dönüştürülemiyor. Belirsiz, kişiliksiz. İlkesiz, yetersiz Önder kimlikleri nedeniyle, muhalif bir dil kullanılamıyor, ortak bir muhalefet projesi üzerinde mutabakatlar sağlanamıyor.
Kendilerini tekrara mahkum eden toplumların ve halkların geleceği olamaz. Kendilerini tekrara mahkum eden toplumlar atalet, durgunluk ve pasifliğe düşerek tarihin dışına sürüklenirler. Dondurulan, yüzeylerle/biçimlerle/sloganlarla ilgilenen, kendisini yeniden üretemeyen bir kültür ve tarih anlayışı ilgili toplumlar üzerinde bir uyuşturucu etkisi bırakır, ilgili toplumları kötürümleştirir. Bu tür toplumlarda çözülme bir kader haline gelmiştir. Halklara, en iyi şekilde boyun eğmeyi, en iyi şekilde susmayı, en iyi şekilde tahammül/itaat etmeyi öğreten bir kültür ancak sessizliği ve çözülmeyi seçebilir.
Bugün İslam Dünyası toplumlarında halkların kendilerine ait düşünceleri/fikirleri yoktur. Halkların/toplulukların yalnızca refleksleri vardır. Halkların, cemaatlerin, düşünsel/kültürel/siyasal ufukları her zaman olduğu gibi, günümüzde de cemaat önderleri tarafından belirlenmektedir. 8u durum, insanları "nesneler" haline getirmektedir, insanları, "nesneler" haline getiren bir kültürden bağımsızlaştırarak, insanı bir "bilinç" haline getiren bir kültür üretmedikçe yapısal bir dönüşüm sağlanamaz. Türkiye'de de yakından izlendiği üzere, dünyayı kurtarma misyonu iddiasıyla ortaya çıkan cemaat/hizip/parti önderlikleri altındaki akımlar, zelil bir konuma itilmişlerdir, istisnasız tüm popülist akımlar, ısrarla çok abartılı söylemler kullanarak romantik hayalcilerin ve romantik hayalciliklerin büyümesine neden olmuşlardır.
Çağdaş/gerçek dünyayı bir bütün olarak algılama/tanımlama/yorumlama/sorgulama konusunda bütünüyle yetersiz kalan ve yalnızca ütopyacı umutlar tüketen akımlar, ideolojik meydan okumalarla hesaplaşmak yerine, bu meydan okumalar tarafından teslim alınmışlardır.
İslam'ın ve müslümanların hayati sorunlarla kuşatıldığı bir dönemde, İslam'ın ve müslümanların iradesini yansıtacak bir birlik ve sorumluluk zemini oluşturmak gerekir. Anlamlı sonuçlara ulaşmak için, anlamlı yollar, anlamlı ilişkiler, anlamlı yöntemler gerekir. İçtenlikli bir dayanışma olmazsa, çözülme ve içe kapanma aşılamaz. Toplumsal birlik bilincini hiçbir güç etkisiz kılamaz. Asıl güç; birliğin, bilginin, içtenliğin ve bilincin gücüdür. Direniş için, dönüştürücü, özgürleştirici bir kültürel bilinç hayata geçirilmelidir. Tarihsel/yapısal dönüşümler üretebilmek için, yeni teorik ve politik perspektifler, stratejiler, kavramlar inşa etmek, tarihsel durumu derinlikli olarak kavramak, eski çerçeveleri güncelleştirmek, küresel siyasal konjonktürü çözümlemek, içerisinde bulunduğumuz dönemle ilgili tarihsel analizler yapmak, özgür bir kavramsallaştırmayı gerçekleştirmek hayati bir zorunluluktur.
Toplumsal, siyasal ve genel hayatın sorunlarıyla ilgilenmeyen; kuramsal, akademik, metafizik, soyut ve özel hayatın sorunlarıyla ilgili, pratik hayattan bağımsız bir din dili, uğraşı yöntemi; ideolojik despotluklar karşısında direnemez.
Birleştirmeyen, bölen bir anlayış/zihniyet ve gerçeklikle direnişe yol bulunamaz.
Büyük fırtınalar, büyük bilinç, takva ve dayanışma hareketleri ile aşılabilir..