Suriye direnişi hem askerî alanda hem de siyasi cephede önemli kırılmalardan geçiyor. Halep’te yaşanan askerî yenilgi ve Astana Görüşmeleri bu son sürecin en çarpıcı iki örneği. Olağanüstü kuşatmaya karşı gösterilen direnişin çözülmesi, Halep merkezde tutulan bölgelerin kaybedilmesi ve eşzamanlı olarak Türkiye ve Rusya’nın girişimleri ile Astana görüşmelerinin gündeme gelmesi Suriye cephesinde daha zorlu bir sürecin işaretleri sayılabilir. Rejim ve işbirlikçileri Astana’yı Halep üzerine giydirerek propaganda savaşını lehlerine çevirirken Müslümanların ise propaganda savaşında başarılı olduklarını söylemek zor. Gerek Suriye’de cephede savaşan güçlerin gerekse de direnişi destekleyen unsurların politik mücadele, kamuoyu oluşturma, gündem belirleme vb. konularda bir türlü aşılamayan ‘geleneksel’ zayıflığı söz konusu.
Halep’e askerî perspektiften bakanlar sanki tarihin en büyük askerî yenilgisi yaşanmış psikolojisiyle mevzi hataları büyüterek ihanet temelli açıklamalarla moral bozmaktan başka bir işe yaramayan yaklaşımlarda bulunmaya devam ediyorlar. Psikolojik savaş ve moral üstünlük gibi hayati konulara dikkat etmeden uluorta ya da sanal ortamda estirilen havanın kazandırıcı olmamasına rağmen sürdürülmesi yanlıştır. Basit hizipsel duygularla kendisi dışındaki grupların hatalarına odaklanmanın toplamda ortaya çıkardığı görüntü ise hiç de iç açıcı değil. Yenilgi ya da ricat aşamasında da askerî ve politik açıdan baş düşmanın kimliğinde değişme olmamıştır. Esed ve İran cephesi konumunu muhafaza ederken nefesleri başka alanda tüketmek kazandırıcı olmadığı gibi zarardan başka bir şey vermemektedir.
Suriye direnişinde başından beri avantaj denilebilecek bir hususiyet aynı zamanda kendi içinde bir dezavantajı da barındırdı. Müslümanların farklı coğrafya ve zamanlardaki savaş ve direniş örnekliğiyle kıyaslandığında Suriye direnişi bileşenleri daha İslamcı kimlikte oldu. Bu da örgütlerin, grupların birbirine karşı yaklaşımlarında bazı marazi tutumları ortaya çıkardı. Her grubun kendini daha İslami diğerini problemli gördüğü tavırlar, basit örnekler, dedikodudan öteye gitmeyen şeyler üzerinden söylem oluşturma, İran, sol cephenin propaganda yalanlarına itibar ederek ortaya konuldu.
Siyasal Kültürün Altında Örgüt Enflasyonu
Bir coğrafyada verilen askerî ve politik mücadelenin o bölgenin siyasal, sosyal, kültürel arka planından etkilenmemesini beklemek gerçekçi olmadığı gibi doğru da değildir. Lakin bu etki alanının avantaj yönünde olmasına çalışmak en mantıklısı. Bu anlamda Suriye direnişinin çok sayıda örgüt tarafından temsil ediliyor olmasının temel nedeni rejimin baskıcı yapısının ortaya çıkardığı iklimdir. Baskıcı ve boğucu ortamda üç kişinin örgütlenememesinin ortaya çıkardığı yapı direnişle birlikte özgürlük alanı meydana getirirken örgütlenme furyasını da beraberinde getirdi. Bu anlaşılabilir zafiyet bugüne kadar aşılamadı. Devamlı olarak örgütler kuruluyor, cephe birleşmeleri yaşanıyor, sonra tekrar örgütler kuruluyor. Esed rejiminin devrilebilmesi için evvelemirde bu olumsuz tablodan kurtulmak gerekiyor herhalde.
Direniş örgütlerinin İslamcı kimliği yine aynı şekilde başka bir zafiyetin daha karşımıza çıkmasına neden olmakta. Askerî mücadele ya da ideolojik açıdan ‘radikal’ olmanın politik mücadeleyi yadsıdığı, devre dışı bıraktığı zannedilir. Birbirinin sadece araçsal bağlamda farklı tezahürü olarak görülmesi gereken askerî ve politik mücadele Müslümanların birlikte yürütmekte şu ana kadar çok da başarılı olamadıkları bir zemin.
Suriye direnişinin en önemli destekçisi Türkiye’nin politikaları ise özellikle son zamanlarda “dışı seni yakar, içi beni” kıvamında. Sevip sevmediğine karar veremeyen şaşkın âşık gibi direnişin hamisi mi köstekçisi mi olduğu bazen anlaşılamayan Türkiye’nin bu durumu haliyle en fazla direnişe zarar vermekte. Özellikle Astana süreci için ortaya koyduğu politikalar açısından değerlendirilecek olursa Nusra’ya karşı izlenen politikanın muhtemel büyük sıkıntılara yol açacak olması, Ahrar’ın iradesine saygı duymadan kendi politik tutumuna bağımlı hale getirme çabasının örgütte yol açacağı sıkıntıları düşünmeden hareket etmesi direnişin kritik bir süreçten geçmesine sebebiyet vermekte. Bu durumun temel sebebi ise Türkiye’nin Suriye politikasının aktif yürütücülerinin bürokrasi kimlikli kişilerden oluşmasından ve haliyle bu kişilerin ideolojik dayanaklarının zayıflığından kaynaklanmakta.
Türkiye’nin Rusya’yı siyasal çözüme ikna eden politikaları düşman hattında ikiliğe, ihtilafa yol açma noktasında belli bir ölçüde savunulabilir. Nitekim İran’ın Rusya’nın adımlarından çok da fazla hoşlanmadığını Halep tahliye sürecinde kameraların önünde ateşkesi bozma teşebbüsünde bulunmasından anlayabilmek mümkün. Anlaşılmaz olan Türkiye’nin direniş örgütleri arasında ihtilafa, savaşa yol açacak dayatmalarda bulunması ve politik kararlar almasıdır. Sırf egemenlerin rızasını almak için IŞİD’e karşı yapılan operasyonlardan dolayı Türkiye’nin içini mezkûr örgüt için eylem alanına çevirme yanlışlığı yetmiyormuş gibi şimdi yeni ve daha büyük bir yanlışa imza atılıyor.
Suriye direnişinin tam göbeğinde yer alan ve bugüne kadar verdiği mücadeleden dolayı Suriye halkının teveccühünü kazanan Nusra Cephesi eylem ve söylemleriyle çok farklı pozisyonda olan IŞİD’le aynı kefeye konuldu Astana bildirisinde. Açık bir yanlıştan başka bir şey olmayan bu adımın uzun bir zamandır pişirilmeye çalışıldığı ortada. Makul, mantıklı ve gerekli hiçbir siyasal koşul olmadan Türkiye’nin daha önce Nusra Cephesini terör örgütü ilan etmesi bunun ön işaretlerindendi örneğin. Bütün dünyada Suriye direnişinin en önemli destekçisi olarak görülen Türkiye’nin bu adımlarının temel sebebi ne olabilir diye düşünüldüğünde büyük oranda Suriye politikasını yürüten kadrolarla ilgili olduğunu söylemek çok da yanlış olmasa gerek.
Kadroların ne anlama geldiğini önce İran üzerinden tahlil etmek gerekiyor. İran’ın ümmete ihanetini bir kenara bırakacak olursak, şunu baştan kabul etmemiz gerekir ki İran’ın ve kadrolarının temel motivasyonu ideolojiktir. Reel politika ya da pragmatizmden evvel ideolojik duyarlılığı, gerilimi üst düzey askerî kadrolarının sahada bizzat yer almasını sağlamakta. Devrim Muhafızlarının ve Kudüs Ordusu’nun en tecrübeli komutanlarını Müslümanları öldürmek için gönderdiği savaşta kaybeden İran’ın ideolojik tavrı onu daha kararlı, net, ne yaptığı anlaşılabilir kılmakta. Özellikle savaşta temel konumlandırma olan dost-düşman ayrımını bugüne kadar doğru uyguladığı politikalarla flulaştıran Türkiye ise sürekli olarak “Madem bunu yapacaktın o halde düne kadar niye bunda ısrar ettin?” itirazını gerektirecek adımlar atıyor.
Her Kapıyı Açan IŞİD ve Bölücülük Çilingiri İle Nereye Kadar?
Şu an için Türkiye yine bölücülük merkezli askerî ve siyasi politikalar için Suriye’de. PYD/PKK’nın elde ettiği alanları bozmak için önce “IŞİD manivelasını” devreye sokarak askerî hareketliliği başlattı. Hamasi konuşmanın çok sevildiği siyasi kültür gerçeğini bir an için unutmak, direnişin başında Türkiye’nin çok güçlü olduğu ve Suriye direnişini ağır silahlarla destekleyeceği zehabına kaptırıveriyor insanı. İddia sahibi olmanın en başta Amerika’nın jandarma gibi silah meselesinde ortaya koyduğu “o yasak bu yasak, şu zinhar yasak” tavrını reddetmeyi gerektirdiğini görmeden beş yıl heba oldu.
Çözüm süreci adı altında uygulanan politikaların ise yanlış olduğu, Suriye’de gelişen süreçle birlikte örgütün kendi kontrolünde bir alan realitesine yaklaşmasından dolayı Türkiye içindeki çözüm sürecini farklı değerlendirmeye çalıştığı uyarılarını o bildik devlet adamı ekâbirliğiyle savuşturan hükümetin adamları sonuçta karşıda koca bir ordunun oluşmasına yardımcı oldular. Sınır kapılarını Rojava, Kobani sürecinde PKK/PYD yaralıları için açarak sağlıkta halka hizmeti yanlış anlayan hükümet asıl yanlışı ise otobüs seferlerinde yaptı. Turizme katkı olsun diye herhalde alenen otobüs terminallerindeki davullu-zurnalı, halaylı “Rojava” seferlerine ses çıkarmayarak binlerce gencin örgüte katılmasına, askerî eğitim almasına sebebiyet verdi. Akıl alır gibi değil!
Aradığını Türkü Çığırarak Arayan Bürokratların Ciğeri Ne Zaman Yanar?
Türkiye’nin Suriye politikasındaki benzer yanlışların temel sebebi politika uygulayıcılardır. İlgili-ilgisiz her olayın müsebbibi olarak FETÖ’yü göstermek sorunları örtbas etmektir. Bürokratik kadroların zihniyeti yaşanan sorunların en önemli gerekçesidir. Kabul etmek gerekir ki Suriye direnişine destek konusunda AK Parti’de eğer Erdoğan ve Davutoğlu olmasaydı koca bir hiç karşımıza çıkardı. Liderlerin olumlu gibi görünen bu özelliği ise aslında bizatihi sıkıntı sebebidir. Neticede politika yürütücüleri bu duyarlılıklarını sahaya yansıtmak isterken o meşhur “bürokratları” devreye sokuyorlar. Bu da bize hem ilm-i siyasette bürokrasi denilen ruh’suzlar familyasının memurlar takımına göz atmamıza hem de Osmanlı son döneminden cumhuriyete kadar ideolojik ve örgütsel anlamda farklı bir bağlama oturan Türkiye tecrübesine bakılmasına yol açmakta.
Uğraş alanı ve ilişki biçiminin modern devlette ayrı bir tabaka oluşmasına yol açan bürokrasi, siyasal iktidar karşısında farklı bir iktidar alanı ve ahlaki unsurlardan tamamen arındırılmış çıkar savunuculuğunu temsil eder. Düşük iradeli siyasal aktörler ve devletin kutsallığına inanmaya hazır toplum kesimleri bürokratın “devletin çıkarı” diye gösterdiği şeyi reddetmeyi neredeyse küfre eşdeğer görür. Esasında modern devletin kutsallaştırma ameliyesinin öncülüğünü de bürokrasi yapmakta. Öne sürdüğü argümanlar, kullanılan jargonun bütün bir toplum tarafından benimsenmesi politikası sahip olduğu araçlar sayesinde mümkün hale gelmekte. Zaten modern devletin kurumsal yapısı, örgütlenme biçimi bürokrasinin bu gücü elde etmesi ve kullanması esasına dayanıyor. İhtiyaç olunan ideolojik tutkal ise yerel dinamikler üzerinden sağlanır ki “ulus” olunabilsin. Bu zaviyeden bakıldığında bürokrasinin Suriye direnişinde ortaya koyduğu altı yıllık performans başlı başına ele alınmalıdır.
Selâm verdim rüşvet değildir deyü almadılar
Hüküm gösterdim, faydasızdır diye iltifat etmediler.
Osmanlı modernleşmesi sonrası ortaya çıkan bürokrasi tabakası Osmanlı son dönemi ve cumhuriyet tarihi boyunca ne zaman Müslüman halkın faydasına iş yaptı ki Suriye direnişinde de yapsın? Sivil, asker ve istihbarat bürokrasisi mesleki formasyonları ve Türkiye’deki ideolojik donanımları İslamsız bir atmosferde gerçekleşirken Suriyeli Müslümanları bu bürokratlara bırakmak kediye ciğer teslim etmek gibidir. Onun içindir ki hükümetin Ahraru’ş Şam üzerinden geliştirdiği ilişkide problemler yaşanmakta örneğin. Hareketin bağımsızlığına saygı duymadığı gibi örgütte bölünmeye yol açacak dayatmalarda bulunması direnişin geleceği açısından önemlidir. Nusra Cephesine karşı konumlandırma çabası ise asla kabul edilemeyecek bir büyük hatada ısrardır. Türkiyeli Müslümanların vakıf, dernek, cemaat temsilcileri, abileri, hocaları, gazetelerdeki temsilcileri çok az istisna ile Suriye direnişini yakından takip gibi bir dertleri olmadığı için problemlerin Türkiye kaynaklı kısımlarını göremiyorlar. Zaten görselerdi dahi bunu açık bir şekilde ortaya koyabilecek durumları da yoktu. Suriye’de askerî ve politik mücadeleye bakışları el-Bab-Cerablus-Münbiç perspektifini geçmeyenlerin bürokratların yol açtığı belaları fark edebilmesi mümkün değil.
Bürokratların kirli bir oyunun daha peşinde olduklarına dair kuvvetli emarelere şimdi rastlanmakta: Direniş örgütleri arasında çatışma çıkararak bazı hareketleri tasfiye etme girişimi. Nusra Cephesi (Şam’ın Fethi Cephesi) özelinde bir şeytanlaştırma çabası ile karşısına Ahraru’ş Şam konumlandırılmaya çalışılıyor. Esed-İran statükosunun fiilen hüküm sürdüğü ve savaşın verildiği vasatta anlamsız, yanlış ve de haksız bir cephe açılma çabası kabul edilemez. Nusra’nın gerek söylemde gerekse de eylemde elbette bazı hataları, yanlışları olabilir. Lakin bunlar aşılamayacak düzeyde olmadığı gibi hareketin geldiği gelenek düşünüldüğünde Suriye direnişinde kat ettiği değişim-dönüşüm merhalesi yabana atılacak cinsten değil. Özcü bir yaklaşımla vaka, olay takibi, ne olup bitiyor bilgisine dahi gerek duymadan “Bunlar zaten şöyle, şunlarla da özde aynılar!” yaklaşımı adil değil, hakkaniyete de uygun değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti iktidarı eğer Suriye direnişini desteklemeye devam edecekse askerî mücadeleyi veren bütün unsurları kuşatacak perspektif ve politika ortaya koymalıdır. Sahayı ıskalayarak, aleyhteki propagandaların etkisiyle Suriye politikasının teslim edildiği bürokratların insafı, eforu bu mücadeleyi kaldıramaz. Nusra’nın şeytanlaştırılması yanlışına imza atanlar, buna inanan siyasal kadrolar bilmelidir ki hemen yandaki zeminde kendileri de “şeytan” olarak görülmekte.
Masa başında, dışişlerinde monşerlerin odalarında ya da istihbaratın karanlık dehlizlerinde üretilip dayatılmaya çalışılan politikalarda ısrar büyük yanlışlara yol açacaktır. Ahraru’ş Şam’a yönelik baskıda ısrarın harekette bölünmeye yol açması mukadderdir. Çünkü savaş sürerken, sahadaki insanları yani Suriye halkını haklı olarak asla doğru bulmayacağı başka bir örgüte konumlandırma haliyle tabanda karışıklığa sebebiyet verecektir. Yalnızlaştırma, izole etme çabası ise Nusra açısından farklı bir tehlike anlamına gelmekte. Mağduriyet psikolojisi içerisinde hırçınlaşacak örgütün istenmeyen gruplara yaklaşmasına sebebiyet verilecektir. Çünkü Suriye direnişi boyunca gösterilmeye çalışılan nispeten mutedil pratiğin sonuçta işe yaramadığı propagandasıyla sekter ve hizipçi tavırların önü açılacaktır.
Radikalinden ılımlısına, selefisinden tasavvufçusuna ümmet coğrafyasının her tarafında Müslümanların kalbi bir atarken bunu anlamaktan uzak bürokrasi bu duyarlılığa zarardan başka bir şey vermiyor. Özellikle Erdoğan’ın son yıllardaki politikalarını umutla yakından takip eden İslami hareketlerin zayıflatılması çabaları mantıklı değil, doğru değil. Hele Suriye direnişini sırtlayan en önemli hareketlere ilişkin menfi politikaları kabul etmek ise mümkün değildir.