11 Temmuz 2007 sabahı Lal Mescidi'ne, kanla beslenen Amerika-İngiltere ittifakının uşağı Pervez Müşerref ve aşağılık askerleri, acımasızca baskın düzenleyip, Keşmir ve ülkenin fakir bölgelerinden gelen mazlum çocukları ve onları eğiten aziz hocalarını hunharca öldürdüler.
Washington'a sırtını dayayan ve iktidar koltuğunu bırakmak istemeyen Müşerref, kanla devşirdiği geleceğini, hazin bir sonla tamamlayacaktır. Korkak, hain ve sahte kahraman Müşerref, kendi halkına ve İslam'a, Allah'a ihanet eden adam... Geride kalan çocuklar ve gelecek nesiller senin adını ihanet diye ezberleyecekler.
Ey Müşerref, onulmaz yaralar içindeki ezilmiş halklar sana öfkeli yüreklerle bakıyorlar bunu bilesin!
Önce mazlum çocuklar, Lal Mescidi'nin odalarında, mahzenlerinde, ateşlerin içinde yok edildi. Sömürge ve işgal ordularının yapamadığını sen yaptın Müşerref!
İslam inkılabı için kendilerini feda etmeye hazır olduklarını dile getiren öğrencilerin ve hocalarının son sözleri senin koltuğunu alt üst edecek ey Müşerref!
Kırmızı Mescid kırmızıya boyandı. Ve zamanı gelince patlayacak taş duvarlardaki kan lekeleri.
Bu mescid bizim mescid; bu yüreksizlerin, bu zalimlerin üstüne üstüne gidildiği yolun yolcularının manevi dinamiklerle donatıldığı, ayetlerle süslendiği yer...
Bu mescide yetişenler, diri imanlarıyla bu iman ettikleri değerler uğruna ölmeyi bilen yiğitlerdendi.
Kırmızı Mescid'in üstüne kül rengi bulutlardan, gökyüzünde uçan kuşlardan, özgürlük ve direniş marşları yağıyordu. Katil Müşerref'in kurşunları arasında büzülüp kalmışlardı daha çocuk yaştakiler, bir serçenin büzülüp kalması gibi. Doğduklarında beyaz olan suratları, vücutları, okudukları mescidin ismiyle anılır hale geldi: Kırmızı! Kan revan içinde vücutları; yanmış, kırılmış kolları...
Anneler ağlıyor, ama özgürlük ise başı dik, onurlu, cellatların karşısında dimdik ayakta. Uyandırdınız çocuklar uyuyan hüzünleri, acıları; cellatların maskelerini bir kez daha düşürdünüz. Zorbaların, diktatörlerin nefeslerini kestiniz.
Lal Mescidi, fedakarlığın, tahammülün, direnişin, hasretin ve umudun filizlendiği, boy verdiği mekandı. O mekan sabır demekti, direniş demekti, kuzunun kurda teslim olmaması demekti ve öyle oldu. Hakikatten yana olmanın bedelini ödemekti sabır. Safların birbirine karıştığı çağımızda, Allah'ın yanında, O'nun safında olduğunu belirtmekti direniş. Ve bunun gururunu yaşamaktı direniş.
Mescidlerimizin fonksiyonları böyle olmalı değil mi? Tefekkürün, tezekkürün, sohbetin, akletmenin, ibadetin, siyasetin, direnişin, adaletin, sorunların çözüldüğü yerler, manevi dinamiklerin motive edildiği yerler... Bireysel ve toplumsal dönüşümlerin gerçekleşmesi için proje üretilen yerler...
Mescidler, modernizmin darmadağın ettiği insanı yeniden elde etmeyi sağlayan mekanlar olmalı. Vahşi Amerika'nın, global emperyalizmin, pasif nesne haline getirdiği İslam ümmetini yeniden aktif özne haline getirmek için, mescidler, içindeki insanlara bu bilinci yeniden kazandırmalı. Mescidler durağanlaşmış değil, dinamik ahlaki çaba ve gayretin mekanları olmalıdır.
Hiçbir mümin asla tek başına olmaz. Kendi güç imkan kabiliyetini Allah'tan gelen güçlerle birleştirerek, karşılaştığı engellere karşı koyar.
O artık çelikten bir iradeyle, sarsılmaz bir güçle dimdik ayakta durur.
"Allah sizinledir."
"Allah sizin dostunuzdur."
"Allah inananların gerçek dostudur. İman edenlerin koruyucusudur. Hakikati inkar edenlerin ise koruyucusu yoktur." (Muhammed, 11)
Bu mescidin duvarları, tüm acılara, hüzünlere, umutlara, direnişe, onurlu bir biçimde tanıklık etmiştir. Yeryüzü şahittir.
Ve Kırmızı Mescid, yüreklerimizin Amerikan kurşunlarıyla delik deşik edildiği mekan olarak zihinlerimizde kalacak.
Hayatı dünya ve ahiret bütünlüğü içinde kavrayan uzun yol yürüyüşçüsü onurlu, izzetli Müslümanlar, Müşerreften bu katliamın hesabını soracaklardır.
Bu mescid bizim mescid, kor ateşler taşıtır avuçlarımızda...