Danıştay 8. Dairesi tam da Kurban Bayramı arifesinde açıkladığı kararıyla milyonlarca insana zehir gibi bir bayram şekeri hediye etti. YÖK Genel Kurulu’nun 21 Temmuz 2009 tarihinde aldığı üniversiteye girişte eşit katsayı düzenlemesinin yürürlüğünü durdurdu.
Bilindiği üzere bir 28 Şubat dayatması olarak üniversiteye girişte tam 10 yıldır katsayı adaletsizliği uygulanmaktaydı. 1999 yılında dönemin darbeci şeflerinden Çevik Bir’in YÖK’e yazılı bir talimatıyla başlatılan uygulamayla üniversiteye girişte imam hatip mezunlarının önünü kesmek için tüm meslek lisesi mezunlarının ağırlıklı ortaöğretim başarı puanları düz liselilere oranla düşük bir katsayıyla çarpılmaktaydı.
Düz lise mezunlarına 0,8; meslek lisesi mezunlarına 0,3 olarak uygulanan katsayı neticesinde meslek lisesi mezunlarının çok sınırlı meslek yüksek okulları ve ilahiyatlar haricinde yüksek öğrenim görme şansı hemen hemen kalmamıştı. Nitekim bu zaman zarfında medyada tüm sorulara doğru cevaplar vermelerine rağmen istedikleri bölümleri kazanamayan İHL’li öğrencilerin haberleriyle sıkça karşılaştık. Bu adaletsizliği gidermeye yönelik olarak 2002’den beri atılan tüm adımlar statüko güçlerince hep boşa çıkartıldı. Bazen Sezer veto etti, bazen YÖK reddetti, kimi zaman da Danıştay konuya müdahil oldu ve nihayet YÖK’te değişiklikten sonra bu adaletsizliğin giderilmesi için uygun ortam gelişti. 2010 imtihanlarında uygulanmak üzere YÖK, bu yaz katsayıların herkes için 0,15 şeklinde uygulanmasına karar verdi.
YÖK’ün kararı İstanbul Barosu tarafından Danıştay’a götürüldü. Ergenekon’un yılmaz müdafii Baro’nun Başkanı “Eşitsizliğin kaldırılmasından neden rahatsızsınız?” sorusuna “Eşitlik ancak eşit insanlar arasında olur!” şeklinde tarihi bir cevap vermişti. Ve nihayet 25 Kasım tarihinde açıklanan kararıyla Danıştay 8. Dairesi de eşitsizliği oybirliğiyle tescilledi. Danıştay kararı bir anlamda bu ülkenin G. Orwell’in Hayvan Çiftliği’nden farkı olmadığının, “Tüm hayvanlar eşittir, bazı domuzlar daha eşittir.” sözünün geçerli olduğunun ikrarıydı.
Bunun Adı Hukuk Değil, Yargı Despotizmidir!
Danıştay’ın kararı şaşırtıcı mı? Hayır, değil! Çünkü geçtiğimiz yıl Meclis’te kabul edilen Anayasa’nın 10. ve 42. madde değişikliklerinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiği gerçeği düşünüldüğünde bu ülkede yüksek yargının her türlü saçmalığı karara dönüştürebilme potansiyelinin mevcut olduğu zaten anlaşılmakta. Bu ülkenin en yüksek yargı merciinin, konuyu görüşmeye dahi yetkisi olmamasına rağmen, herkesin kamu hizmetlerinden eşit yararlanmasını içeren bir anayasa değişikliğini “Başörtülülere de üniversite kapıları açılıyor!” telaşıyla “Değişmez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez!” maddelere aykırılık iddiasıyla reddetmesinden sonra hiçbir karara şaşırmamak gerektiğini herkes bilmeli!
Ne yazık ki, yargı kararı adı altında faşizan bir zihniyet ortada ne hukuk, ne vicdan, ne mantık bırakmış durumda. Ve tüm bu çirkinliğe rağmen statüko destekçileri halka “Ortada yargı kararı var, kabullenin!” diye dayatmada bulunuyorlar. Evet, gerçekten de ortada bir yargı kararı var ama bu karar hukuka, adalete, ahlaka, vicdana uygun değil! Sırtlarına kara cübbeleri geçirmiş birileri yüksek masaların arkasına geçip, Müslümanlara karşı biriktirdikleri ideolojik kinlerini, öfkelerini karar haline getirince ortaya çıkan şey hukuk olmuyor elbette! Ama işte karar şu yasaya göre alınmış; şu şu maddelere atıfla verilmiş; zaten bu konu Danıştay’ın yetkisinde ve daha buna benzer bir dizi laf edilebilir elbette! Ediyorlar da nitekim ama gerçekten tümü boş laf bunların!
Her türlü zalimliğin, her türlü zulmün istenildiğinde yargı kılıfına sarmalandığı bilinen bir gerçek. İstiklal Mahkemeleri’nden, darbe hukukundan, sıkıyönetim mahkemelerinden gelen ve brifinglerle teçhiz edilmiş bir yargı geleneği mevcut bu ülkede. Dolayısıyla yargı kararı haline dönüştürmek bir uygulamaya meşruiyet temin edecek olsa türlü zalimliklerin de meşru kabul edilmesi gerekirdi.
Hem zaten tüm egemenler aynı taktiği uygulamıyor mu? Bir zamanlar Nazilerin Yahudilere karşı uyguladığı katliamlar kanunlara dayandırılmıyor muydu? ABD’de siyahîleri ötekileştiren yasalar yok muydu? Güney Afrika’da apartayd (ayrımcılık) rejiminin ırkçı uygulamaları yasal düzenlemelere dayandırılmış değil miydi? Aynı şekilde Siyonist İsrail Meclisi, Filistinlilere işkenceyi meşru kabul eden yasalar yapmamış mıydı? Tüm bu zalimlikler ne kadar hukuka uygunsa, hukuki kararlar olarak saygı görmeyi hak ediyorsa; aynı imtihana girdikleri halde mezun oldukları okullar farklı olduğu için öğrencilere farklı puanlar verilmesi uygulamasını meşru gören bir karar da ancak o kadar hukuka uygundur ve saygı görmeyi hak eder!
Kimse mağdurlardan, mazlumlardan, hakları gasp edilenlerden bu dayatmalara, saçmalıklara, bağnazlıklara saygı duymalarını bekleyemez! Bilakis hukuka zerre miktarı saygısı olan herkes bu dayatmalara tavır almak zorundadır.
Sorunun temelinde yargının kendisini hukukun değil, resmi ideolojinin emrinde bir organ; bir tür düzen bekçisi görme mantığı yatmaktadır. Nitekim Danıştay örneğinde bakıldığında bugüne kadar pek çok kararıyla, tutumuyla bu yargı organının da boğazına kadar ideolojik saplantı içinde olduğu görülebilir. Bazı örneklerle Danıştay gerçeğini hatırlamaya çalışalım:
Katsayı meselesiyle ilgili olarak 2005 yılında Danıştay, yetkinin YÖK’te olduğunu söylemişti. Hatta geçtiğimiz aylarda verdiği bir kararla da bunu teyit etmişti. Aynı Danıştay şimdi YÖK’ün yetkisini yok sayıyor. Ve doğrudan kendisini yürütme organının yerine koyuyor.
Bu Danıştay, Alevi bir ailenin çocuklarının din dersinden muaf tutulmasına ilişkin talebini onaylarken, herkesin çocuğunu kendi dini ve felsefi anlayışına göre eğitmeye hakkı bulunduğunun altını çizmişti. İlk bakışta ne güzel, ne kadar da özgürlükçü bir yaklaşım geliştirilmiş diye düşünenler fena halde yanılacaklardır. Çünkü Danıştay’ın “herkes” ifadesi herkesi kapsamıyor. Nitekim aynı Danıştay, Açık Lise öğrencilerine dahi başörtüsü yasağı getirmişti.
Bunun da beteri var: Meşhur Aytaç Kılıç adlı öğretmen olayında görüldüğü üzere Danıştay okulda idareci konumundaki bir bayana sokakta bile başörtülü gezemezsin diyen kararın altına da imza atmıştı. Yine Kur’an kurslarına belediyelerin yakacak yardımını engelleyen karar da Danıştay’a aitti.
Öte yandan Danıştay Başsavcılığı makamını işgal eden Tansel Çölaşan açıkça darbe övgüsü yapmış, seçilmiş bir başbakanın idam edildiği bir hukuksuzluğu coşkuyla karşıladıklarını beyan etmişti.
Darbecilik konusunda Danıştay o kadar tutarsız bir konumda ki, daha yakın bir süre öncesinde Danıştay saldırısının 3. yıldönümü dolayısıyla düzenlenen törenlerde Danıştay Başkanı Mustafa Birden, Anıtkabir özel defterine Danıştay eyleminin laik cumhuriyeti hedef alan bir saldırganlık olduğu yalanını yazabilmişti. Bu eylemin Ergenekon işi olduğu bunca açık delille ortaya çıkmışken, Danıştay Başkanı’nın bu sözleri Ergenekon’u örtme, Ergenekon’la dayanışma dışında neyle açıklanabilir ki?
Gerçekten de Danıştay’ın süreklilik içinde ortaya koyduğu tavırlar Ergenekoncuların, darbecilerin mantığından farklı değildir. Nasıl darbeciler halkın iradesini yok sayıp, iktidarlarını gerekirse zorla, zorbalıkla sürdürme hesabı içinde iseler; yüksek yargı da verdiği kararlarla halkın genelini mağdur eden, ona zulmeden uygulamaları ne hukuk, ne mantık dinlemeksizin dayatma çabası içindedir.
Hukuktan Nasipsiz Danıştay Kararları Yürüyüşümüzü Durduramaz!
Açık bir hukuksuzluk olanca çıplaklığıyla ortadadır. Bunun adı savaştır. Statüko muhafızları ellerinin altından kayıp gitmekte olan imtiyazlarını, konumlarını, halka karşı ölçüsüzce, hesapsızca baskı yapabilme, ezme, sindirme alışkanlıklarını koruma, sürdürme adına her türlü kuralı çiğnemekte bir beis görmemektedirler. Ölçüsüzce, ahlaksızca, vicdansızca vurmakta, hiçbir kural tanımamaktadırlar.
Bu durumda halkın kendi hakkına, hukukuna, geleceğine sahip çıkması, bunun için mücadele etmesi kaçınılmazdır. Danıştay’ın, Yargıtay’ın, AYM’nin insafa gelmesini beklemek, hukuk çizgisine gelmesini beklemek boş hayaldir. Yapılması gereken şey bu oligarşik güçleri hukuk çizgisine çekmek, yerli yerine oturtmaktır. Bu noktada başta Meclis ve Hükümet, sorumluluklarını üstlenmeli, halkın hakkını hukukunu korumak için kararlı bir tutum sergilemelidirler. YÖK geri adım atmamalı, yasal itirazla sınırlı bir alana sıkışmamalıdır. Danıştay’ın reddetme yetkisi varsa, YÖK’ün de sayısız kararla süreci belirleme yetkisi ve sorumluluğu vardır. Katsayılarla oynanabilir, küçük puan farklarıyla yeni düzenlemelere gidilebilir. Hatta madem eşit katsayı olmadı, tümden kaldırma yoluna gidilebilir.
Daha temelde ise Meclis, yargı erkinin despotik konumunu bir an önce gündeme almalıdır. Bilhassa yüksek yargı erki mensuplarının göreve seçilişlerinden, karar alma usullerine kadar her düzeyde gelişen bürokratik oligarşi manzarasına son verecek anayasal düzenlemeler bir an önce gerçekleştirilmeli ve referandum yoluyla bu bürokratik tahakküm halka teşhir edilmelidir.