Türkiye alarm veriyor! Cinsel sapkınlığa bağlı suçlarla giderek daha yoğun biçimde karşılaşılıyor. Gün geçmiyor ki, medyanın da geniş ilgisini çeken bu konuya dair her biri diğerinden daha iğrenç vakalar gündeme gelmesin! Geçtiğimiz ay ardı ardına medyaya yansıyan olaylar sorunun vahametine ışık tutmaktaydı adeta. Siirt merkezden Pervari ilçesine, Manisa’nın Alaşehir’ine kadar farklı yerlerde ve çok farklı konumdaki kişilerin bulaştığı korkunç olaylar toplumsal dejenerasyon ve ifsadın boyutlarını bir kez daha gözler önüne serdi. Esnafından kamu görevlisine, ilköğretim öğrencisine kadar değişik pozisyonlarda pek çok kişiyi içeren “sapkınlar” listesinin uzunluğu genel manzaranın ne kadar riskli olduğunu düşündürtecek seviyedeydi.
Gerçekten de birbiri peşi sıra kamuoyu gündemine taşınan olaylar alt alta toplanınca ister istemez iflas etmiş, çürümüş bir toplum manzarası ile yüz yüze olunduğu sonucunu elde etmek zor olmuyordu. Genç kızları seks kölesi gibi kullanan evli barklı erkekler, sapkınlık merkezine dönüştürülmüş okullar, küçük çocuklara tecavüz eden ve öldüren çocuklar vs… Liste uzayıp gidiyor. Manzara can sıkıcı ve korkutucu. Toplumsal dejenerasyon ileri boyutlarda ve yaygınlaşmakta. İçki tüketiminin hızla arttığına, okulların uyuşturucu ticaretinin doğal mekânına dönüştüğüne, fuhuş ağına düşen kızların yaşının düştüğüne ilişkin veriler geleceğe dair endişeleri besliyor.
Herkes ortaya çıkan bu manzaradan şikâyetçi gibi ama bu da başka bir çelişki oluşturuyor. Bizatihi uyguladıkları politikalarla, yaygınlaştırdıkları kültürle, savundukları, öne çıkarttıkları, besledikleri alışkanlıklarla bu ifsad ortamının gelişimine katkı sağlayanların sonuçtan şikâyet etmeye hakları olmasa gerek! Bu çürüme olgusu kendiliğinden gelişmedi elbette. Bu noktaya hiç kuşkusuz uzun yıllara dayanan, örgütlü, kurumsal, sistematik çabalar neticesinde varıldı. Ve bugün ortaya çıkan sonuçlardan ürken, rahatsız olan, kaygılananların bir kısmının bu sonucun elde edilmesinde pay sahibi oldukları, sorumlu oldukları gerçeği görmezden gelinemez.
Öncelikle çürüme vakasının temelde bir sistem sorunu olduğu görülmeli. Elbette her toplumsal yapıda sapkın kişiler, müfsid eylemler ortaya çıkabilir. En iyi eğitim sistemine sahip, hududullahın çok sıkı korunduğu ortamlarda dahi müfsid kişiler ve çirkin eylemler gelişebilir. Değil mi ki nefis insanı kötülüğe sevk edicidir, insanın olduğu yerde çizgi dışı eğilimler, sapmalar her zaman olabilir. Bununla birlikte toplumsal yapının ifsad temelli kurulduğu ortamlarda bu tehlike istisna olmaktan çıkar ve yaygın boyutlarda gerçekleşir.
Kemalist Toplum Projesi: İslam’dan Uzak, İfsada Meyilli!
Türkiye de böylesi kurumsal temelli bir ifsad mekanizmasına sahip bir ülke. Kuruluş paradigmasına bağlı olarak ilahi olanı, vahye müstenit olanı toplumsal hayattan silmeye ve yerine Batı’nın müptezel kültürünü yerleştirmeye yönelmiş bir sistem yürürlükte. Bu yönelim doğrultusunda ifsad edici bir kültürel ortam devlet eliyle ülkeye hâkim kılınmaya çalışılmış. En temelde de toplum kimliksizleştirilmiş, amaçsızlaştırılmış. İslami referanslara da dayandığı için hayattan dışlanmaya çalışılan geleneksel kültürün yerine Kemalist ulusalcı bir kimlik ikame edilmeye çalışılmış ama bu kimlik insanlara bir değerler felsefesi sunmaktan çok çok uzak kalmış.
Üstelik İslami temelde toplumu onarmaya yönelen çabaların da şiddetle engellenmeye, bastırılmaya çalışıldığı biliniyor. 28 Şubat sürecinde icra edilen politikaları gözlemlemek bu zihniyetin yakın geçmişteki yansımaları hakkında somut fikir verir. Siyasal hayata taşınan İslami taleplerin bastırılmasıyla bile yetinmeyip, adeta İslami semboller ve görünürlüğün topyekûn hedef alındığı bu uğursuz sürecin çok boyutlu etkilerini hâlâ birebir izliyoruz. Başörtüsüne savaş açılması, imam hatip okullarını bitirmek için kesintisiz eğitim dayatmasına geçilmesi, Kur’an kurslarının engellenmesi ve daha bir dizi uygulamanın ardında aynı mantık yatmakta: Gençler dinden uzak yetişsin!
Bu noktada başta gençler olmak üzere tüm toplum ikili bir tehditle karşı karşıya kalmakta. Bir yandan dinin, İslam’ın alanını eğitimden siyasete, ticaretten kültüre kadar her yerde daraltan Kemalist-laik politika icra edilmekte. Öte yandan Batı merkezli kapitalist kültür küreselleşme trendiyle de uyum içerisinde olanca ağırlığıyla hayatı kuşatmakta. Değersizleştirilmiş, amaçsızlaştırılmış, adeta boş bir teneke haline getirilmiş zihinler Batı’dan gelen her türlü ifsad edici eğilime, yönelime karşı müthiş edilgen bir vaziyet arz etmekteler. Sonuç ise bekleneceği üzere hedonist-zevkçi bir anlayışın ve adeta tek amacı tüketmek, daha fazla tüketmek olan bir hayat felsefesinin yaygınlaşması oluyor.
Evet, sormak lazım: Bu çürüme tablosu kimin eseri? Vahşice cinayetler, insanın kanını donduran tecavüz, taciz olayları, yaşlı annesini babasını uyuşturucu parası için doğrayabilen evlatlar, kumar borcu için fidye amacıyla işvereninin çocuğunu kaçıran çalışanlar, biraz zenginleşince eşlerini aldatan ahlak düşkünleri, Cemler, Münevverler kimin eseri? Bu acı meyveler hangi bahçenin ürünleri?
Medyanın cinsel saldırı haberlerini gündemleştirmesi bile tiksinti verici! Ahlaksız holding medyası gazetesiyle, televizyon kanalıyla, web sayfasıyla bir yandan bu tür haberleri ağlamaklı-acındırıcı bir tarzda sunarken, aynı anda sayfalarından, ekranlarından pornografik görüntüler sergilemeyi de sürdürmekte. Çıplak kadın bedenleriyle doldurulmuş sayfalardan, ekranlardan hiç utanmadan, garipsemeden tecavüz haberleri, cinsel saldırı haberleri yayınlamak çirkinliği Kemalist laik Türk aydınlarına ve patronlarına çok yakışıyor!
Yasak aşk hikâyelerini bu kadar allayıp pullayanların, özendirenlerin, normalleştirenlerin; ahlaksızlığa karşı çıkışları sansürcülük, gericilikle suçlayanların; sokakta, otobüste, metroda, vapurda mahremiyet sınırlarını takmaksızın hayvanlaşanlara müdahale etmeyi İran-Taliban kafalılık diye yaftalayanların; gazoz reklamından haber sunan spikerine kadar her vesileyle kadın bedenini teşhir etmekten çekinmeyen, buna karşın tesettürü, hicabı aşağılayan, yasaklayan zihniyetin elbirliğiyle oluşturdukları bu çürümüşlüğün ürünlerinden yakınmaya hakları olabilir mi?
Öylesine yoğun bir propaganda kuşatması ile karşı karşıya ki toplum, sadece sistem kaynaklı değil, sözde muhalif olduklarını iddia eden unsurular dahi bu çürüme kampanyasına katkı sağlayabiliyorlar.
Töre cinayeti, kadının ezilmesi ve benzeri birtakım sosyal sorunlara duyarlılık bahanesinin ardına gizlenerek namus kavramı alabildiğine aşağılanıyor, değersizleştiriliyor. Kürt halkını özgürleştirme iddiasıyla öne çıkan siyaset bir müddet sonra kadın-erkek ilişkilerinde müthiş bir yozlaşmanın katalizörü rolünü üstleniyor. Kemalist sistemin on yıllar boyunca çözemediği toplumsal yapının, kendisine “yurtsever hareket” adını vermiş unsurlarca kısa süre içinde aşındırılmaya başladığı ve özgürleşme adına gençlerin tam bir dejenerasyon kıskacına sürüklendiği görülüyor. Yoğun ve etkili propaganda faaliyeti neticesinde, halkın büyük tepki duyduğu, nefret ettiği sapkınlıkların adeta temel bir özgürlük kriteri haline büründürüldüğü ve eşcinsellik adı verilen ahlaksızlığın sosyalist hareket içinde dahi bir tür siyaset kulvarı gibi algılanmaya başlandığı dikkat çekiyor.
İfsadın, ahlaksızlığın yansımalarını doğal karşılamayı önerenlerin aslında önerdikleri şeyin çürüme, yozlaşma olduğunu fark etmemeleri çok acı. Alttan alta gelişen çürüme sezinlenmiyor, fark edilmiyor, ta ki, sonuçta yüzeye korkunç yüzüyle çıkana kadar! O saatten sonra ise yapacak fazla bir şey kalmıyor. Oysa çürümeye kaynaklık eden olguların doğru tespit edilip, tasfiyesi için topyekûn çaba sarf edilmesi şart. Yaşanan durum, uyuşturucudan şikâyet edenlerin içkiye özgürlük mücadelesi vermesine benziyor. Cinsellik adı altında ifsada göz yumanların da aynı şekilde neyi beslediklerini iyi düşünmeleri lazım.
Ulusal-laik temelde toplumsal bir kültür ve ahlak inşa etmeye kalkan Kemalist sistemin sahipleri ve kapitalist hayat tarzının savunucuları açısından ise ortada şaşırılacak, garipsenecek bir şey olmasa gerek. Arzuladıkları İslam’dan arındırılmış toplum yapısının ürünleriyle övünebilirler!