Şimdi ölgün ışıklar bakışlarımda. Omuzlarımda onlarca asrın yorgunluğu. Koyu bir yasa bürünmesini engellemeye çalıştığım hüznüyle, hırçın dalgaların sarp kayaları döven çılgın kıyılarında demirlemeye çalışmakta yüreğim.
Ben, hayata kıyısından-köşesinden tutunmaya çalışmaktayken her keresinde kaçırıveriyor ipinin-ucunu elimden. Rüzgarların tiril tiril uçuruverdiği bir kavak yaprağını ayağınızın ucunda iyice yükselerek parmak uçlarınızla erişip yakalamaya çalışmak gibi, hayat bana vermiyor ellerini. Ve ben sevdiklerimin her vedasında, bir kez daha hatırlıyorum sahici hayatın burası olmadığını.
Biliyorum, Rabbim sevdiklerini sınar gün be gün. Unutmadığını, kıyıda köşede bırakmadığını hissettirmek, kendisini unutmasına fırsat vermemek ister, canlardan-mallardan eksiltmekle.
Sünnetullah şaşırmaz asla, hani anne rahmindeyken başlar ya Rasul'ün yetimliği, bir de annesizliğe hiç alışamayacağı sanılan çağında katına çekip alınır ya Amine. Merhametin yalnız ana yüreğinde olduğunu sanırız oysa bizler. 'Hiç kimse dolduramaz bu dünyada yerini' deriz. Merhametliler merhametlisi, bir yüreğe binlerce anne yüreği koyarak emanet etmektedir, Abdulmuttalip'e, Ebu Talip'e, Hz. Hatice'ye, Hz. Ebu Bekir'e, Hz. Ömer'e, Hz. Aişe'ye... ve sevgi bir sarmaşık yumağı gibi kol kol sarmalar Muhammed (sav)'i.
Bilemeyiz rahmetiyle kesin olarak neyi murad ettiğini Rabbin. Tarih boyunca hiç bilemediğimiz gibi. "Rabbim bir kız doğurdum, şüphesiz kız çocuğu erkek gibi değildir." derken İmran'ın karısının, adadığını bilemediği gibi, Firavun'un, sarayında kimin umudunu büyüttüğünü bilemediği gibi... Bilemeyiz, cehaletimiz unutturur, mani olur bildiklerimizi algılayıp yaşamlaştırmamıza. Duygulardan en çok hüznü severiz tarih boyunca. Vuslatımızda da, hicranımızda da hüznün göz yaşlan olur hep. İnsan oluşumuzun, aciz oluşumuzun, zayıflık ve güçsüzlüğümüzün kanıtı olur göz yaşlarımız ayrılık haberlerini aldığımızda.
Bilemeyiz çıktığımız yolculukların nerede nasıl noktalanacağını, ne tür meyveler vereceğini bilemeden murad ederiz, arzularız güzel olanı.
Upuzun hedefler koyarız kısacık olduğunu unutarak ömrümüzün. Öyle ya, hayat budur belki de. İnsan yarın ya da üç gün sonra öleceğini bilse hiç bir şey yapmaya kol kanat bulabilir mi? Umudu yitirmeden hayırlı koşturmalarını çoğaltmak adına güç toplayabilir mi?
Her vedanın bir kavuşma umudu vardır içimizde, her çabanın bir beklentisi, her güçlüğün bir kolaylığı, her zorlu yolculuğun güzel bir sonu bir karşılığı, her yorgunluğun bir dinlencesi, her sarp yokuşun ulaşacağı sekinet dolu bir düzlüğü, her hırçın dalganın sükunete ereceği kıyıları vardır.
İşte budur insana yaşama gücünü veren, hayatın doğal akışında sürüklenir gidersiniz bir yerlere doğru. Fıtratınız gereği hiç bitmez arayışlarınız. Sürekti çoğalır, yüreğinizi-beyninizi bir kurt gibi kemiren sorgularınız.
'Sizi boşu boşuna amaçsız yaratmadık' diyen buyruğa ulaşınca anlamlanır hayatınız. Aksi halde her an yaklaştığınız kendi kör kuyunuzdur, bilmediğiniz sonunuz. Böylesine anlamsız bir hayata nasıl katlanmaktadır insanlar anlayamazsınız. Sekinet bulur, Rabbe sığınırsınız, duaya açılır elleriniz.
"Rabbim, Rabbinize iman edin diyen bir çağrıayı işittik ve iman ettik, artık bizi şahitlerle yaz, bizi ve bizden önce iman etmiş olanları bağışla, içimizde iman etmiş olanlara karşı bir kin bırakma, bize taşıyamayacağımız yükü yükleme, üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sabit kıl, kafirler toplumuna karşı bize yardım et."
Hiç karşılıksız kalır mı Rabbe ulaşan nidalar, eker içinize rahmet tohumlarını, şahitlerle buluşur, yalnız olmadığınızı anlarsınız. Amasya'dan, Edirne'den, İstanbul'dan, Malatya'dan, Trabzon'dan, Bursa'dan, Avrupa'dan, Diyarbakır'dan, Orta Doğu'dan, Amerika'dan... çoğalır büyür umutlarınız. Bilirsiniz tanışık olduğunuzu 'kalu bela'dan.
Hiç yabancılamazsınız kardeşlerinizi/kardeşliğinizi. Kulaktan kulağa, ağızdan ağıza isimleriniz ulaşır birbirinize. Ve yıllardır birbirinden emin iki dost gibi olur ilk karşılaşmanız.
Bir dergi sayfasında yazısını okuduğunuz, soğuk bir konferans salonunda sunuşunu dinlediğiniz, size göre binlerce adım ilerde durduğunu sandığınız birinin bütün acemiliğinize rağmen sizi sarmalaması şaşırtır önceleri. Ancak çabucak adapte olursunuz onun doğallığına, ısınırsınız.
Ortak bir arkadaşınızdan yalnızca adınızı duymuş ve kısa bir hayat öykünüzü dinlemiştir, kazanamadığınız sınava dair size küçük bir not yollayışıyla başlar tanışmanız. O nota kalemiyle değil yüreğiyle yazmış olduğu birkaç satır, devinimler yaşatır size, önceleri çıkardıkları dergiciği sıkıca takip etmeye başlarsınız. Sonra yollara düşürür okuduklarınız sizi. Taşı yerinden ırgamayı başarmıştır. Kim bilir kaç taşı oynatmıştır yerinden, bilemezsiniz. Artık taşlar ağırlığını unutur, Allah korkusundan yuvarlanır, içlerinden yaşlar fışkırır. Sular birleşip sellere dönüşür, silip süpürür ne varsa önünde engin okyanuslara vardırır, huzura ererler hep birlikte. Hayatın anlamını kavrarsınız ilkeli beraberliklerde.
Siz farkında bile değilken durgun bir nehir gibi akıp giden zamanın sizi nereye ulaştıracağını hiç bilemezsiniz.
Hayat garip bir kervandır, kör kuyularına hapseder bazen sizi. Unuttuğunuzda-yanıldığınızda çekip çıkarılmayı beklersiniz emin dost yüreklerince. Ellerinizden tutulduğunda bir kere daha şükredersiniz sahip olduklarınız için. Ve kaybetmemek içindir dualarınız.
Daha da yakınlaşmak için şartlarınızı zorlarsınız, mekanlarınız ortaklaşsın. Geçeceğiniz sokaklar, her sabah göreceğiniz kaldırımlardaki yoksul dilenci aynı olsun, otobüse bineceğiniz durak, çıkacağınız yokuş, soluyacağınız az oksijenli atmosfer aynı olsun ki yakından hissedin yürek atışlarınızı.
Yaklaştıkça yaklaşırsınız. Mütevazi iki apartman dairesine yerleşirsiniz ki, yumurtanız bitince bakkala inmek, sokağa çıkacağınızda bebeğinizi taşımak, mumlarınız bitecek diye mum biriktirmek, yılda on kezi aşmayacak kalabalık misafirleriniz için yedek tabak/çanak tedarik etmek zorunda kalmayın, geceleyin uykunuz kaçarsa evinizde hapis olmayın, çıkıp okuduğu bir kitap ya da dergi özeti dinleyin. Günün 24 saatinde de dostlarına en az bir kahve içimlik vakit üretecektir emin olun. Evinizi meçhul kişiler bastığında kim götürdüye gitmeyin.
Akşamları mutfak pencerenizden mutfağa girip girmediğini kontrol edin, yeterince yemek yaptıysanız yemek yapmasına engel olun, soğanı çuvalla aldıysa nasılsa yeşermesin diye size yollayacaktır, manavdan soğan almayın, köye gittiyse elleri dolu dönecektir bu hafta markete uğramayın, bankamatikte para bitmişse panik olmayın, nasılsa işi gereği ertesi gün yerine teslim edilmesi gereken size o günlük yetecek bir miktar yanında hep bulunacaktır. Yola çıkacaksanız valiz almayın. Mutlaka kanepesinin altında işinizi görecek bir şeyler çıkar. Misafirlerinizi ortak ağırlayın.
Eşiniz biraz canınızı mı sıktı, çıkın biraz dertlesin. Nasılsa hep sizi ferahlatacak, umutlandıracak bir tutam mutluluğu yanında taşımaktadır. Bu öğlen canınız dışarı mı çıkmak istiyor, cep telefonuna bir mesaj bırakın, istediğiniz zamana en az 5 dakika kala orada tebessümlü bir yüz sizi bekliyor olacaktır.
Akşam olunca merdivenlerden ayak sesini kollayın, duyar duymaz kapıyı aralayıp, meşhur Sabri Bey gibi şakalarla karşılayın. Bugün yorgun olduğunu söylüyorsa kurulu sofranızın tatsız yemeklerine çekinmeden davet edin onu. Seve seve iştirak edecektir. Nasılsa ertesi gün onun yapacağı lezzetli yemeklerini beraber yiyebilirsiniz. Bir günden ne çıkar.
İki elinde öğrenci evlerinden toplanmış, boyunca kirli çamaşır torbalarından birini de siz kapıp yıkayın makinenizde. Olur ya sevabından size de bulaşır.
Bazen kapris yapın, hatta küstüğünüzü söyleyin. Bir gün sonra iş dönüşü göremeyeceğiniz birince zilinize basılıp, kapınızın önüne konulmuş bir demet çiçek üstünde bulduğunuz bir notla sahici dostluklar bir kez daha anımsatılır nasıl olsa.
Her programa mutlaka gideceksiniz. Arabanın ön koltuğu size, arka sıra çocuklara ayrılmıştır. Eğer kaytaracak olursanız bugün bari çocuklara bakın ki kaygısızca programdan verim alınsın. Akşamlan çocuklarınızı birlikte parka götürün, gelirken dondurma alın, üstlerini kirletmelerini önemsemeyin. Çılgınca oyunlarla kahkahalara boğun onları.
Hayat öylesine kısa ki lüzumsuz şeylerle vakit kaybetmeye değmez. Bu akşam hangi oyunlarla, hangi masallarla ne öğretebileceğinizi konuşun.
Evinize estetik mobilyalar mı alacaksınız, bir kere daha düşünün. Bunun parasıyla yapabileceğiniz hayırların size kat be kat çoğaltılarak geri dönebileceğini anımsayın. Ayrıca bu dünyada hiç bir şey üzerine titremek için vakit kadar kıymetli değildir.
Yemek yapmak, yepyeni lezzetler denemek için harcayacağınız zamanı ve parayı hiç hesaba katıyor musunuz? Bunu yapmanız gerektiğinden emin misiniz, bunun için ahirette karşınıza çıkacak başka bir alternatif olamaz mı?
Mahallenizden zalim birisi eşini ve çocuklarını ortada mı bıraktı? Benim danışabileceğim, her soruna makul çözümler üreten bir komşum var, biraz bekleyin.
Bazen kızıp laf söyleyebiliri komşunuza. Hep yetişilecek-varılacak bir yerlerin var, sen bir annesin. Senden başka hukukçu yok mu, senden başka bayan yok mu? Sorumluluk verilsin. Yapılmadığında hesap ona sorulsun diye. Aldığınız cevapla kendinize gelin; hiç yarışın başkalarına devredildiğini gördünüz mü?
Yine aynı duygularla uğurlarsınız günlerin birinde yolcunuzu. Bir gün öncesinde sabahın köründe telefonla uyandırmıştır sizi, umutlarınızın en taze filizini ziyareti ertelememek için yolculuk dönüşüne. Gelince geç olacağını söylerken size, bambaşka güzellik fark edersiniz yüzünde. Yeni aldığı başörtüsüne ve pardesüye bağlarsınız güzelliğini.
Yetiştirecek öyle çok işi var ki ne yapabileceğinizi sorarsınız. Ve size çocuklar düşer. Akşam son defa dışarı çıkarmayı, dondurma almayı ihmal etmediği çocuklar. Sabah erkenden yola çıkacak. Nerdeyse on gün olamayacak, çocuklarını özleyecek, her akşam arayıp onlarla konuşacak, yüreğini ferahlatacak, gittiği yerlere bir misyon götürecek. Bu din, diyecek hepimizin, kadın erkek hayrı yaygınlaştırmak zorundayız. Bakın bizim de çocuklarımız başkalarına emanet. Hayatımızın tek amacı eş ve çocuklarla ilgilenmek değil, neye yarar inandıklarımız uğruna yollara düştüğümüzün örnekliğini gösteremezsek çocuklarımıza. Örnek mü'min anneler olduğumuzu öğretemezsek neye yarar anneliğimiz. Ne diyordu İbrahim: "Soyumuzdan sana teslim olmuş salihlere öncüler çıkar." Bizler ne kadar fedakarca yaşayabilirsek o kadar yaşayabilir çocuklarımız da. Bizden daha çok değil. Bizim kadar öncüler olabilirler ancak. Ertelemeyelim. Yarın bizim olamayabilir, şu anda ne yapabilirsek o gidecek bizimle diyecek. Meryem'i, Firavun'un karısını hatırlatacak gördüklerine.
Bu kez gidişi başka, yıllardır alışık olmadığınız bir emanet ediş bu seferki. Gözlerine dönüşsüz sürgünlere zorlanmış yolcuların hüznü dökülü. Hakkınızı helal edin derken ne hakkımız geçti diye kızarsınız. Sabahın köründe böyle veda mı olur? Çocuklar size emanet derken bağrınıza basarak almışsınız küçüğünü. Sadece uyumak istemektesinizdir. Şehrinizin bağrı yanmaktayken gece boyu uykuya geçememişsinizdir bir türlü. İyi ki çocuklarınız alışkın böylesine birbirinize bırakılışlara. Ne hırçınlık, ne de uyumsuzluk. Birden çok evleri olduğundan emince kıvrılıverirler yatağınıza. Uykuya geçerken yer gök inlemekte, İstanbul ağlamakta son kez yolculadığı hayır yolcularına. Şehirlere anlam yükleyen sokaklarında bir amaçla dolaşan insanlar değil midir? Tarihleri mekanlara yazanlar insanlar değil midir? İstanbul ağlamasın kimler ağlasın her taşında güzel izler bırakan hayırlı evlatlarına? Neden böylesine yüreğinin yandığına da, neden feryadı figan inleyerek gözyaşı sağanağına tutuluşunu da sonra anlarsınız.
Ahhh İstanbul! Beni senden başka, seni benden başka kimler anlar şimdi?
Öylesine alışmışım ki komşuluğuna. Asırlardır bu yerde yaşıyormuşum/kök salmışım gibi, kaç kez yeltenmişim gitmeye, başaramamışım, başaramayacağım... Daha güzel evlere, daha ferah semtlere gitmeye heveslenmişim kaç kere, komşularımı da götürebilsem hemen gideceğim. Ancak onlar olmayınca nefes alamayacakmışım, hayatımı sürdüremeyecekmişim gibi hissetmeye başlayışım durdurmuş her defasında beni. Siz ne isterseniz isteyin, Rabbinizin dilediğini gerçekleştirdiğini unutuyorsunuz bazen. Ve Rabb size unutturmuyor. Hemen hatırlatıyor. Başıboş bırakmıyor, emin dost yüreklerinden daha ferah bir mekan bulunamayacağını acılarla hatırlatıyor.
Bebek ziyaretimizde yolumuz kayboluyor, iyi ki kayboluyor, son kez hayra çağrılacağım, söyledikleri vasiyet kalacak bana. Yaz geldi, hepimiz memleketlerimize gideceğiz. Özlemlerimizi gidereceğiz, enerji depolayacağız. Sonra gelince toparlanacağız, hatalarımızı-ertelediklerimizi telafi edeceğiz. Kışa hazırlık yapacağız. Arkadaşlarımızı ziyaret edeceğiz. Umudunu yitirmiş olanlara umut aşılayacağız. Hala inandıklarımız yerinde duruyor, zaman zaman tökezlemelerimiz içinse Rabbimize sığınacağız, af dileyeceğiz. Hayatını dünyalıklara adayanları bir kez daha aramıza çağıracağız. Durduğumuz safları yeniden değerlendireceğiz. Hepimiz çabuk dönelim ki yığınla yapacaklarımız var. Söz, gelince unutmayacağız...
Ha, bir de bebek ne kadar güzel kokuyor değil mi? Cennet gibi... Birde çok tembel uyuyup duruyor. Ne yapsın bir dünya değiştirdi? Biz onun halini ancak ahirete gidince anlayabiliriz.
Adını henüz bulamamış ailesi, bekleyin biz ona güzel bir isimle döneriz yolculuktan. Öncekilerin adı konuluncaya kadar 40 gün mü geçmişti?
Peki yolcularımız kaç güne kavuşur bize; ya ak haberleri ulaşırsa ihtimali aklımızın ucundan bile geçmemekte. Lezzetleri yarıda kesen ölümü kendimize yakıştırsak bile sevdiklerimize konduramayız. Onların hayatımızdaki yokluğu ölmekten zor gelir bize.
Her ölüm, yaşamı anlamak ve anlamlandırmak adına ne büyük bir fırsata sahip olduğunu bir kez daha kavratır insana. Sevdiklerimizi götürdükçe mezarlığın o büyülü atmosferine, toprağa ektikçe taptaze fidanları, sakladığımız duygulara, yüreğimizi paralayan pişmanlıklara yakalanırız.
Söylemeyi ertelediğiniz binlerce sözünüz birikmiştir.
Onun için yazmış olduğunuz birkaç satır yazıyı bile okutamamışsınız daha. Güneşli bir yaz günü bebeğinizi emin bir dostunuza emanet edebilmenin güven dolu sevinciyle işinize dönmekteyken ani karşılaşmanızda hissettiğiniz güzel hislerle ona ithafen yazılmış güzel sözleri okutamayacaksınız. Arabasını evin önünde görünce yaşadığınız tarifsiz sevinci, ışığını yanarken gördüğünüzde duyduğunuz huzuru, aynı yerde olmaktan duyduğunuz güveni, zor zamanlarda evine gelip gelemediğini merak edip gecenin ilerleyen saatlerinde duyduğunuz ayak seslerinin ona ait olup olmadığının kapı deliklerinden yaptığınız kontrolleri... Hiçbirini söyleyecek fırsatınız olmayacak bir daha.
Karlı-yağışlı günlerde, işinize kadar arabasında sizi konuk edecek sıcacık bir dostunuz olmayacak. İşlerden boğulduğunuz bir anda masanızın başında ansızın beliriveren selam dolu bir tebessüm göremeyeceksiniz artık.
Geceleri ateşlenen çocuğunuzu kucağına verip sizi bütün kaygılardan uzaklaştıracak bir anneniz olmayacak. Yığınlar dolusu bulaşığınızı bir tepsiye koyup apar topar makinesine yıkamaya götürecek içten bir arkadaşınız, daralan yüreğinizi ferahlatacak candan bir ablanız olmayacak.
Hayatın içine atılmış iş güç, ev bark sahibi olduğunu asla anlayamayacağınız, haksızlığa karşı her eylemde bil fiil zulme uğrayan biri gibi sizi başkaldırıya davet eden bir yoldaşınız olmayacak. Omuzlarına yaslanıp mateminizi yeneceğiniz gözyaşlarınızı kurutacak kardeşinizle, açık bir çay içimlik muhabbetleriniz olmayacak.
Yaptıklarınızı beğenmeyip sizi daha güzel olanı bulmak için teşvik edeniniz olmayacak.
Zor anlarda hep sağduyulu, hep ilkeli duruşlara sizi yönlendirecek olmayacak. Taktığınız başörtünüzün, giydiğiniz pardösünüzün vakarlı bir duruş sergileyip sergilemediği noktasında uyarıcınız olmayacak.
Bütün hayatınızı adadığınız ev, iş, çocuk, çevre sorumluluklarına boğuluşunuza kızıp sizi kendinize getireniniz olmayacak, hayatınızın en toy ve acemi günlerinde hızlı, temiz ve disiplinli bir ev düzeni kurmayı öğrendiğiniz ablanız olmayacak. Dolap ve çekmecelere en ekonomik çamaşır nasıl yerleşir, mutfak hep düzenli nasıl kalabilir, yaptığımız müsriflikler nasıl en aza indirilir, çocuklarla nasıl çocukça diyaloglar kurulur, yemek yapmaya en az vakit nasıl ayrılır, aile saadeti nasıl korunur, bulunduğumuz konumlara inandıklarımız nasıl ulaştırılır, sıradanlaşmaktan nasıl uzaklaşılır, her evlenene, her çocuğu olana, her ihtiyaç sahibine eksiği olan şey nasıl temin edilir, vs... Yeni teknikler bulmuş mudur hiç bilemeyeceksiniz artık.
Derin bir pişmanlık kaplar içinizi. Üzdüğünüz, kızdığınız, kırıldığınız anlara dair biraz daha hoşgörülü olabilmiş olmayı istersiniz. Onunla geçirme fırsatınız olduğu halde geçiremediğiniz zamanlara hayıflanırsınız. Ondan örnek alabileceğiniz eksiklerinizi bulmaya çalışırsınız. Yerlerini dolduramamak korkutur sizi. Böyle bambaşka bir dostla yaşamış, ondan yığınla şey öğrenmiş olmanın haklı gururuyla bir parça teselli bulur yüreğiniz.
Koca metropolün her bir köşesinde yaşadığınız binlerce anınız var. Zihninizden kovmaya çalışsanız da yaşadığınız şehir savunmasız bir bombardımana tutacak sizi. Üzülmekle sevinmeler arasında gel-gitler yaşayacaksınız, ak gelinliklerle Rabbe uğurladığınız sevdiklerinizin ardından.
Bırakılan emanetlerin sorumluluğu yüreğinizde. Sizden başkasına da 'Onlar size emanet' diye söylemiş midir, merak edersiniz. Bu bile ürkütmez gün be gün çoğalacak hasretleri kadar sizi. Yüzlerce çocuk emanet alabilirsiniz bu inançla, hepsine bir abla, bir anne, bir arkadaş olabilecek gücü bulabilirsiniz yüreğinizde. Ancak içinizde tarif edemediğiniz bir yerde depderin bir boşluk ve koca bir acı yumağı gün be gün büyümekte. Her şeyi bir değirmen misali öğütüp tüketen zaman, bir tek özlemi çoğaltıp katlamakta.
Komşuluklarınız kabristana taşınır. Anlarsınız ki bugün herkeslerden çok, kendiniz muhtaçsınızdır ona. Söyleyemediklerinizi mırıldanırken dile gelmesini istersiniz bir avuç toprağın. Ona en yakın şimdi. Size bir haber getirmesini istersiniz sevdiğinizden. Yaşanmış milyonlarca anı dizilir bir bir. Bunca şeyin sadece bu hazin son için yaşanmış olmasını kabullenemez insan. Daha birkaç gün önce ondan almış olduğun bir hediye, evinin her bir köşesinde ondan onlarca hatıra, duvarlarda çınlayan sana söylemiş olduğu yüzlerce söz, ona hissettiğin güzel hislerle düğümlenir, boğazına. Kelimeler tükenir, ifadeler anlamsızlaşarak göz yaşı olur yeniden hüznün adı, kaygısızca akıtırsınız kara toprağın bağrına. Belki bir parça soğur yüreğiniz.
Öyle ya, bugün ablalık, annelik yapmak yüklenmiş size, olgunluk yapıp, hakkın şahitliğine davet etmek tüm tanıdıkları... Yerine getirmek düşmüş vasiyetleri. Emanetlere sahip çıkmak, hep dik duruşu(nu) öğretip anlatmak onlara. Yepyeni masal ve hikayeler kurmak cennet çocuklarına, içinde matem olmayan. Değil mi ki; matem, emanetin sorumluluğunu kaldıramayan dağlara yakışır. Biz ki engin dağların kaldıramadığına talip olmuşuz.
Dünyada yaşamanın sadece 'kısa bir sınav anı' olduğunu işte o anda daha iyi anlarsınız. Bir daha yaşayamayacağın birliktelikler, duyamayacağın sesler derin bir yalnızlık salar üzerine, bilincin kaybolur, yokluğu bir ağ gibi çullanırken üzerine, çaresiz-bitkin ellerin uzanır Kitab'a.
Ve o anda bir sur üfürülür yüreğine, ötelerden. İman etmek, salih amellerde bulunmak, Hakk'a ve sabra yönelmek yepyeni anlamlarla kuşatır seni. Hepimizi katında toplayacak Rabbin ayetleriyle mutmain olur yürekler. Cennet tahtlarına yaslanmış bir çifti arayacak olur hemen şimdi gözlerin. Sabırsızlıkla o anı beklersin. Ölümlere sevdalanırsın, yaşamalar içinde.
Vuslat ne güzel şeydir. Rabb'den sözlü selam duymak ne güzeldir. Irmakların şırıltısını ve serin esintisini duyuverirsin yüreğinde. Özlemler birikip, çoğalır. Hasrete dayanamaz olunca yürek, işte o anda Rabbine, Rasul'ün tahtından, ardından gelecek kardeşlerine gülümseyişine, diğer sevdiklerine kavuşturulmaktadır belki de insan...
İnanmak ne güzel şeydir, tertemiz yaşamlara düşen beyaz ölümler ne güzeldir, kavuşacağını bilmek en güzel. Merhum şairin dizeleri düşer diline:
"Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber. Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber."
Hayra yönelirsin, dünyanın bütün kötülüklerine karşı duracak kadar güç bulur yüreğin. Güçsüzlere korku salan ölüm, umutlarını ve güzel amellerini kalıcı olana ulaşmaya yöneltecek ateşin olur. Yeniden sarılırsın inandıklarına. Ölümler dirilişlere dönüşür, binlerce kardeş yürekte aynı uyanışa şahit olmak başka bir heyecan katar heyecanına. Umut katar umutlarına. Hayatın hiçbir yükü özlemekten daha ağır görünmez gözüne. Rabbe sığınırsın iyice, sığınmaların hiç bitmesin istersin. Sığındıkça aralanır, önüne kapılar, yüreğine düşen ateşler esenlik veren göllere döner, boğulacağın denizler bağrını açar, yol verir sana.
Ve yeniden anlarsın, sadece Allah'ın dostluğu hiç son bulmayandır. Geriye kalan her şey bir gün mutlaka bitici. Gönüller açan kardeş(lik)lerine hüzünler değil, (özlem dolu) dualar yollarsın, bir kez daha Rabbe döndürdükleri için gidişleriyle seni, onları hep hayırla yad edersin.
Böyle ayrılıklar bir başka büyütür insanı. Bambaşka pişirip olgunlaştırır acılar, tatmasını bileni. İşte budur anlık sevinçleri kaldıramayan, yaşamaya tam boğazından tutunmana manî olan, hüznünün nedeni. Bir kez daha kavrarsın. Gözyaşların arıtır, pas tutmuş gönül evini. Dualara sarılır yüreğin, dillerine dökülür Rabbe ulaşan imgelerin.
"Hayatımda ilk tanıdığım günden itibaren, dergi sayfalarındaki hayra teşvik eden yazılarıyla, zulme uğramış tüm insanların yanında, zalimlerin de korkusuzca karşısında olduklarını gösteren tüm eylemleriyle, çocuklarına gösterdikleri duyarlı ve örnek davranışlarıyla, kısa hayatlarını çok az dinlenip, hayır işlerinde çok yorularak geçirmeleriyle, en önemlisi sahip oldukları imkanları refah içinde yaşamak tercihlerini kullanmadan başkalarının ihtiyaçlarını önceleyerek bu dünyanın gelip geçiciliğini öğrenmek adına derin izler bırakan Özlem Hicran Özyurt ve Madde Göç Ablamın Allah dininin canlı şahitliklerine tanık oldum, sen de tanık ol, onları şahitlerle yaz, tahtlarında dinlendir.
Bizleri katında buluştur Yarab! Özlemlerimizi artır Hasretlerimizi çoğalt ki geçici olana değil kalıcı olana vurulalım. Ve ölümü vuslat sevinciyle karşılayanlardan olalım (Amin, amin, amin...)"