Bosna Hersek Müslümanlarının direnişi sürüyor. Sırp çetelerinin saldırılarına, Batı ve Hıristiyan aleminin taraflı ve ilgisiz tavrına, İslam ülkelerinin ABD işaretine bağımlı münafıkça ilgilerine ve büyük imkansızlıklara rağmen Bosna Hersek Müslümanlarının direnişi sürüyor. Ve gittikçe "Bosna-Hersek Müslümanlarının" direnişi, "Bosna Hersek'te Müslümanların" direnişi durumuna yükseliyor. Ve İslami hareketin evrenselliği, Boşnak kardeşleriyle aynı cephede kucaklaşan ve çarpışmalara katılan Sudanlı, Filistinli, İranlı, Türkiyeli ve diğer bölgelerden gelen Müslümanlarla bir kere daha varlığını gösteriyor. Ümmet bilinci güç kazanıyor. Değişik ırklara ve bölgelere mensup Müslümanlar, aynı cephede şehadeti paylaşıyor. Şehitler, İslami hareketin şahitliğini gerçekleştiriyor. Ve Saraybosna topraklarında şehitler kervanına Türkiye'den de bir şehit katılıyor. Beyazıt meydanında yapılan gösterilerde Bosna Hersek Müslümanlarıyla dayanışma için edilen yeminin en üst yükümlülüğünü, Bosna cephesine arkadaşlarıyla birlikte giderek üstlenen SELAMİ YURDAN kardeşimiz, Sırp mevzilerine karşı gerçekleştirilen bir taarruzda şehit düşüyor.
Ancak Bosna Hersekte olanlara Müslümanların tepkileri değişik biçimlerde devam ederken, Türkiye rejiminin de Bosna Hersek'in bütünlüğünü savunduğu ve Bosna Müslümanlarını desteklediği göze çarpıyor. Bu durum da Bosna Hersek olaylarına ve genelde Balkanlar'daki sorunlara gösterilen ilgi açısından Müslümanların yaklaşımlarıyla TC'nin resmi politikası arasında paralellik oluştuğu görüntüsü güçleniyor. Bazı cahil Müslümanların konuyla ilgili resmi makamlardan medet ummaları veya değerlendirmelerinde egemenliği altında yaşadıkları sistemin fiili tehlikesini hala yeterince kavrayamama gibi saf ve uzlaşmacı tavırları da, kamuoyunda bu görüntünün güçlenmesine kısmen katkıda bulunuyor.
Müslüman sıfatına sahip çıkılarak gerçekleştirilen bu olumsuz tavırlar, Kur'an mesajını ve İslami hareketin önünde engel oluşturuyor. Bunun kadar önemli olan bir diğer husus ise, bu tür kişilerin hala saflarını belirleyememiş olmalarıdır.
Söylenti şeklinde de olsa, iddia edilen bu konunun Selami Yurdan'ın şehadeti ardından bir kere daha aydınlatılması gereği önem ifade etmektedir.
Kamuoyunu yönlendirmek için egemen güçlerin medyada hakim kılmak istedikleri görünümün ciddi etkileri olmaktadır. Ancak fasığın haberi karşısında duyarlı olanlar veya düşünsel yüzeyselliği aşanlar için önemli olan; siyasi platformda oluşan veya oluşturulan görüntüden önce, tarafların niyetlerinin ve taşıdıkları dinamiklerin keşfedilmesidir. Farklı inançlara sahip kişilerin, karşılaştıkları bir olumsuzluğa aynı anda tepki göstermeleri şaşırtıcı olmaz. Lakin bir Müslümanın, bir zulme ve münkere karşı çıkışı ile bir kafirin aynı olguya tepki gösterişi benzer nitelikti ve aynı amaçlı değildir. Zira iki tarafın da yaklaşımı farklı dinamiklerden beslenmektedir. Ve engellenmek istenen menfi olayların gerçekleştiği zemin, aynı zamanda bu karşıt güçlerin ilgi ve açılım alanlarını oluşturur.
Bu açıdan Bosna Hersek, Müslümanlar ve TC için farklı anlamlar taşıyan bir ilgi alanıdır.
Bosna Hersek, Müslümanların ilgi alanındadır. Zira orada, Boşnak halka İslam'ı öğretmeye çalışan gayretli ve inisiyatif sahibi Müslümanlar vardır. Ve müstekbir güçler oradaki İslami uyanışı ve oluşumu kıracak her türlü uygulamayı desteklerler. Devlet Başkanı İzzetbegoviç, Bosna Hersek'te mahkumu olduğu şartlar nedeniyle, idari yapıda Hırvatlar ve Sırplar'ı gözeten çoğulcu bir yaklaşım göstermekle birlikte, İslam'ın evrensel ilkelerine inanan ve bu konuda çabası olanlara katkıda bulunan bir Müslümandır. Bosna Hersek'te yükselen İslami dalga, bir kimlik krizi içinde bulunan Makedonya ve Arnavutluk'un halklarını İslam'la olan tarihi ilgileri dolayısıyla da bir anda kuşatabilir. Müslümanların sorunlarıyla ilgilenme görevi yanında, Avrupa'nın ortasında yakalanacak böyle bir tebliğ ve yayılma imkanı da, tüm İslami hareketler için önem ifade etmektedir.
TC için de, Balkanlar'a yönelik politikalara bağlı olarak Bosna Hersek, önemli bir ilgi alanıdır. Özellikle Yeni Dünya Düzeni'nde itibarlı bir konuma yükselebilmek için Türkiye'nin dış politikada da oynayacağı kartlarını çoğaltması gerekmektedir. Bunun için birçok ülke ve halkla cumhuriyetin ilk yıllarında radikal bir tavırla kesilen tarihi bağların yeniden inşası gerekli olmaktadır.
Ayrıca Balkanlardaki siyasi gelişmeler TC'nin güvenliği açısından da önemlidir. Özellikle Balkanlar'da Bosna Hersek, Makedonya ve Arnavutluk gibi diğer sınırdaşlarıyla ilişkileri iyi olmayan ülkelerin varlığı, yayılmacı özellikler taşıyan komşuları Bulgaristan ve Yunanistan karşısında Türkiye'nin pazarlık gücünü artırır. Ve bu üç devletin zayıflaması Türkiye'nin işine gelmez. Bir de, ekonomik şartların TC'nin dış politikasını zorladığını düşündüğümüzde, olayın ekonomik pazar oluşturmaya yönelik yanını da gözden kaçırmamalıyız. Ama en son olarak düşünülecek faktör, TC'nin Bosna Hersek sorunuyla insani nedenlerden dolayı ilgilendiğidir. -İslami bağlar zaten TC'yi ilgilendirmemektedir.- Ancak kendi vatandaşlarına karşı insan hakları konusunda acımasız davranan bir devletin, dış olaylarda göstereceği konuyla ilgili hassasiyeti ne derece inandırıcı olabilir ki?
Bosna Hersek yukarıda ifade ettiğimiz nedenlerden dolayı TC'nin ilgi alanına girse de; kendi laik-batıcı-ulusçu kimliği dolayısıyla ısrarla ilgisiz kalacağı yan ise, Boşnak Müslümanlarının İslami kimliklerinden dolayı uğradıkları zulümlerdir. TC, Bosna Hersek'in mevcut statüsünün devamını ister. Ancak, Müslüman Boşnak halk ve liderler yerine; laik kimliğe sahip liderlerin ve bu kimliği savunan bir Boşnak halkın varlığını hedefler. Bu konudaki TC'nin tutumu ABD'nin tutumundan farklı değildir. TC, Bosna Hersek'e yönelttiği ilgisini bu hedef doğrultusunda şekillendirmektedir. Bizim saf veya uzlaşmacı Müslümanların TC'nin Boşnak Müslümanlara doğrudan yardıma koşacağını beklerken veya Boşnak Müslüman liderlerine aktif ilgi gösterileceğini beklerken düştükleri hayal kırıklıkları da bu ilgi farklılıklarından kaynaklanmaktadır. Bu açıdan RP'sinin son Gaziosmanpaşa mitinginde kalabalık kitlelere attırılan "Ordu Bosna'ya" sloganını "Mücahidler Bosna'ya" sloganı ile kırmaya çalışan aynı partinin genç ve uyanık bir kısım kitlesinin gösterdiği tavır anlamlıdır.
TC'nin veya ABD'nin Boşnak Müslümanlara yönelik politikasının ipuçlarını, 29-30 Temmuz tarihlerinde Sabah gazetesi övünç duyduğu bir küstahlıkla ifşa etti. Gazetedeki değerlendirmeye göre, başarısız olan İzzetbegoviç'in yerine alternatif bir lider icat ediliyordu. Laik ve milliyetçi kimliğiyle övülen ve ön plana çıkartılan bu işbirlikçi kişi Adil Zülfikarpagiç idi. Zülfikarpagiç, İslamcı "mollaların" Boşnak halkın başına açtığı belayı def edip, çağdaş dünyaya ayak uyduran bir politika geliştirerek Boşnak halkı çağdaş bir konuma ulaştırabilecek aydın bir kişi olarak lanse ediliyordu. Hıristiyan bir kadınla evli olan Batı'nın bu mutemed adamına göre, İslam dini milli kültürün sadece bir alt unsuru olabilirdi. Şimdi sormak gerekli: TC'nin ve ABD'nin tavrı, Bosna Hersek yönetiminde bu tür anlayışa sahip kişiler olduğunda acaba aynı yavaşlıkta seyreder miydi?
Zaten İslami bir kimlik taşıyan Bosna-Hersek'in Devlet Başkanı Yardımcısı Muhammed Cengiç'in yardım istemek ve sorunlarını birinci elden anlatabilmek amacıyla Türkiye'ye geldikten sonra, tüm başvurularına rağmen ilk yedi-sekiz gün içinde hiç bir devlet yetkilisi tarafından huzura kabul edilmemesinin altında yatan, yukarıda değindiğimiz bu iğrenç eğilimler ve hedefler değil midir? Türkiye'nin dış politika konusundaki zayıflığı gibi beylik bir bahane bu tavrı izah edebilir mi? Yine Türkiye Müslümanlarından toplanan yardımların, Kızılay tarafından Bosna Hersek'teki yetkili İslami kuruluşlara aktarılacağına veya konuyla ilgili olarak onlarla irtibat kurulacağına, oradaki Hırvat ve Sırp unsurlarının da denetiminde çalışan Kızılhaç'a teslim edilmesindeki sorumsuzluk, resmi politikanın Müslümanlara karşı oluşturduğu duyarsızlıktan kaynaklanmıyor mu?
TC'nin menfaatleri gereği Bosna Hersek'e ilgisi kaçınılmazdır. Ama biz Müslümanlara düşen, TC'nin güdümlü politikaları karşısında ilgisizliğimizi sürdürmek değil, Müslümanların iradesini aktif politikalarla TC'ye dayatmak olmalıdır. TC'yi zorlamalıyız.
Bosna Hersek'in kantonal bir bölünmeye ve yönetime sürüklendiği bu ortamda yapabileceğimiz; çoğulcu dengelerin aldatıcılığı ile oyalanmak değil, sadece ve sadece oradaki bilinçli Müslümanların güçlenmesine yarayacak biçimde tüm imkanlarımızı ve çabalarımızı seferber edebilmemizdir. Aynı hassasiyet TC politikaları karşısında da gösterilmelidir. Özellikle, Bosna Dayanışma Grubu örneğinde olduğu gibi var olan ve oluşturulan imkanlarımızı marjinal kalınmayacak bir çoğulculuğu hedefleyerek heder etmemeliyiz. Gücümüzü ve imkanlarımızı bölgedeki muvahhid Müslümanlar için harekete geçirmeli ve onların politikalarını desteklemeliyiz. Muhtemel gelişmelerin varlığı, bölgedeki Müslümanların güçlenmesi konusunu daha da önemli kılmaktadır. Zira dayatılacak kantonal bir yönetimin dar sınırları içinde sıkışan halkın Hırvatistan veya Sırbistan'ın himmetine muhtaç hale düşüp savrulması ve İslamlaşma sürecinin tıkanması veya ülke bütünlüğü korunurken yönetimin laik unsurlara verilmesi ihtimal dışı değildir.
Bu bilinç seviyesini yakalamak ve olay karşısında gereğince' davranmak hayati bir öneme sahiptir. İşte Selami Yurdan kardeşimiz bu bilinç seviyesini en üst düzeyde yakalayarak önemli bir örneklik göstermiştir.
Selami kardeşimiz 22 Ağustos 1992 tarihinde Bosna'da şehit düştü. Selami kardeşimiz, Sırp çetelerine karşı olduğu kadar, emperyalizmin, yeni dünya düzeninin, haçlı ruhunun ve İslam ülkelerindeki işbirlikçi iktidarların karşısında Müslümanların onurunu yükseltmiştir. Selami kardeşimizin örnek tavrı; uluslararası istikbarın, zulmün, zorbalığın karşısında Müslümanca dayanışmanın nasıl gerçekleştirileceğinin en ileri şahitliğini ifade etmektedir.
Selami kardeşimizin örnek tavrı; Bosna'daki katliamın durdurulması için kendi güçlerini ve imkanlarını seferber edeceklerine BM'den, mevcut iktidarların münafık yöneticilerinden, laik-batıcı yetkililerden çözüm bekleyen basiretsiz kişilere, kendiliğindenci ve kişi merkezli anlayışlara, İslami kimliği bölünmüş uzlaşmacı yaklaşımlara karşı sergilenecek en somut ve en ileri örnek bir cevap oldu. Zira bilmekteyiz ki, Müslümanın Müslümandan başka dostu yoktur. Zira Müslümanlar kardeştir ve Müslümanlar tek bir ümmettir. Ve inananlar bir zulme ve saldırıya uğradıkları zaman birlik olup karşı dururlar.
Selami kardeşimiz için 28 Ağustos 1992 Cuma günü Beyazıt meydanında gıyabi bir cenaze namazı kılındı. Namazdan sonra Bosna-Hersek katliamı, ABD'nin, BM'nin ve TC'nin tutumu protesto edildi ve 2000'den fazla kişinin katıldığı bir gösteri yapıldı. Gösteride ilk konuşmayı yapan kişi şunları söylüyordu: "Müslümanlar! Son senelerde Beyazıt meydanı egemen şirk sistemine, uluslararası istikbara, ABD yayılmacılığına, Türkiye Cumhuriyeti ideolojisinin gerçekleştirdiği zulümlere ve her türlü haksızlığa ve karanlığa karşı muvahhid Müslümanların seslerini yükselttikleri bir kazanım alanı oldu. Bu meydanda muvahhid Müslümanlar inkılapçı bir tavırla tüm engellere karşın tebliğ görevlerinin bir tanesini daha yerine getirerek dünya ve Türkiye kamuoyuna mesajlarını yansıtıyorlar ve tevhidi doğrulara şahitlikte bulunuyorlar.
Bugün de sesimizi yükselteceğimiz bir beraberlik içerisindeyiz. Ama bugün saflarımızda bir boşluk var. Bugün bu meydanda tevhidi sorumluluğumuzun şahitliğini yapmaya koyulduğumuz her eyleme koşarak gelen bir kardeşimizin, aramızdaki boşluğu var. Bu kardeşimiz, Selami Yurdan'dır.
Batı'nın çifte standartlı tutumu ve TC'nin sahte ilgisine çatan ve sözleri sık sık sloganlarla kesilen konuşmacı, konuşmasına şöyle devam etti: "Bosna Hersek'te katliam var. Feryat var. Açlık var. Oradaki insanlarımızın namusuna tasallut var. Ama dayanaksız demeçler, göstermelik vaat ve yardımlar dışında Bosnalı Müslüman kardeşlerimizin sorunlarına ciddi hiç bir yaklaşım yok.
Sadece, muvahhid insanların kendi iç ve çevresel sorunları yanında, Bosnalı kardeşlerinin dertlerini kendi dertleri diyerek yükselttikleri sesleri ve sıktıkları yumrukları var. Bulundukları cepheleri, kardeşlerine emanet edip Saraybosna'daki, Mostar'daki, Travnik'teki sıcak cephelerde Bosnalı Müslüman kardeşlerinin yardımına koşan, evrensel İslami hareketin yiğit, onurlu, mücahit mensupları var.
Selami Yurdan kardeşimiz Saraybosna'da şehit düştü. O, şehit olarak evrensel İslami hareketin varlığına şehadet etti. Biz de şehadet ediyoruz ki; yeryüzünde fitne kalmayıncaya, din yalnız Allah'ın oluncaya kadar canımızla, malımızla, eşimizle, çocuklarımızla İslami mücadelenin bilinçli bir üyesi olmaya çalışacak ve tevhidi mücadeleyi nefsimizde, içinde yaşadığımız toplumda ve tüm dünya istikbarına karşı sürdüreceğiz. Yolumuzu aydınlatan tek ilahi kaynak Kur'an'dır. Kur'an'ın ve onun mesajının en iyi şahitliğini yapan Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s)'nın bize gösterdikleri yolun çok açık bir tanımı var: iman ve cihad. Bu yol, şehitler olmaya, şahitler olmaya iman etmiş müminlerin yoludur. Bizler İslam'ı ancak bu yol içinde yaşayabiliriz. Bugün gücümüz yettiği oranda ve içinde yaşadığımız safhada, yarın daha kitlesel olarak, diğer gün belki Rabbimizin lütfü ile iktidar imkanlarıyla ama hep bu yol üzerinde olmak ve İslami hareketi, İslami mücadeleyi sürdürmek bizim için bir yaşam biçimidir. Bu yaşam biçimi, bizim İslami hayatımızdır."
"Şehitler Ölmez", "Şehit Selami Yolun Devam Edecek", "İslami Hareket Engellenemez", "Kahrolsun Amerika", "Birleşmiş Milletler Terör Örgütü", "Yaşasın Bosna Direnişimiz" gibi sloganlar arasında kendisine megafon uzatılan şehit Selami'nin yaşlı babası Fehmi Yurdan, dinleyen herkesi duygulandıran açık, yalın ve mesaj yüklü özet bir konuşma yaptı. Fehmi Yurdan şunları söylüyordu: "Türkiye'de her gün çile içinde yaşıyoruz. Dokuz kanaldan kanalizasyon akıyor. Türkiye'deki zulüm, şirk, ahlaksızlık içinde yaşamaya razı olmayalım. Ey nüfus kağıdına İslam yazanlar, bu dava hepimizin davasıdır. Ben bugün oğlum Selami'nin Bosna Hersek'te şehit olmasının gururunu taşıyorum. Benim 1 Selamim gitti ise, geride daha 5 Selamim var. Şehitlik Cenab-ı Allah'ın lütfudur... Daha 5 yüz oğlum 5 bin oğlum olsa bile onları da Allah yolunda feda etmeye hazırım.
Davamıza hep birlikte sahip çıkalım."
Cuma günkü gösteri, basına büyük ölçüde saptırılmadan yansıdı. Ancak, varlığını TC politikalarını kutsayarak devam ettiren Türkiye gazetesi, Türk-İslam sentezinden kaynaklanan münafık tavrını bir kere daha sergiledi ve Bosna şehidimizin haberini Türkçü bir kimlikle yansıtmaya kalkıştı. Müslümanların "Türk Ordusu Bosna'ya" gibi sloganlar attığı iftirasında da bulunan Türkiye gazetesi, iftiraların cezasız kalmayacağını akıllarının bir yerine kodlamalıdırlar.
İran'ın gönderdiği ve değişik İslam ülkelerindeki Müslümanların topladığı paralarla spot piyasadan alınan silahlar dışında Bosna Müslümanlarının fiili bir dayanağı yok. Ancak küfrün karşısında oluşturabileceğimiz biricik alternatifimiz, Müslümanların birbirlerine dayanmaları ve güçlerini birleştirmeleridir. Öyle ise, yaşasın Müslümanların kardeşliği! Yaşasın evrensel İslami hareket!