21 Kasım 1995’te Ohio eyaletinde imzalanan Dayton Barış Anlaşması, Bosna için savaş döneminin nihayete erip stres döneminin başlamasına sebep olduğu gündür. Bosna, bu anlaşma ile Bosna-Hırvat Federasyonu ve federe Sırp yapısına dönüşmüş oldu. Bosna’da hayat devam ediyor, insanlar çok şükür katledilmiyor ama gerilim, tansiyon ve kumpaslar her geçen gün artıyor. Bosna’nın ekmeğini yiyip Rusya adına çalışan Sırp kökenli siyasetçi Milorad Dodik’in fitne fücur dolu gündemi hasıraltında beklerken adeta bir bombayı andıran yeni seçim yasasının pimi çekilip Bosna’nın orta yerine bırakıldı. 2 Ekim 2022’de yapılacak seçimler öncesi Alman Yüksek Temsilci Christian Schmidy’nin “Bonn yetkileri”ni kullanarak Bosna siyasetini yeni baştan tasarlama girişimi ülkeyi derin bir strese soktu.
Schmidy’nin önerdiği seçim yasasındaki en ciddi değişiklik talebini, seçim barajının %3’e indirilmesi oluşturuyor. Güzelim Bosna’mızın adı Bosna Hersek Federasyonu (FBIH) olarak geçiyor. Kantonlara ayrılan ülkede her kantonda tüm etnik grupların temsilcisi oluyorken bu kararla %3’ün altında nüfusu olan etnik grup temsil edilmeyecek. Bu kararın gerçekleşmesi demek, Boşnakların ülkenin içine doğru büzülmesi demek. Ülke dışında kuşatma altında olan Bosna’nın içerden, çeperlerinden de kuşatılması, sıkıştırılması anlamına geliyor. Bosna’da Sırpların nüfus yoğunluğunun fazla olduğu kantonlar var. Bu kararın gerçekleşmesi Kanton 10, Batı Hersek, Podrinje ve Posavine’de Boşnak vekilin olmaması anlamına geliyor. Bununla birlikte Hırvatların daha görünür olarak üçüncü etnisite olarak öne çıkıp belirleyici bir rol oynayacaklarını kritik bir gelişme olarak görmek gerekiyor. Hırvatistan Başbakanı Andrej Plenkovic’in, Mostar’da Hırvat lider ile buluşup yapılacak değişiklikleri sitayişle desteklemesi de boşuna değil.
Bu kararın dışında federasyonun başkan seçiminde Hırvatlar kritik role sahip oluyor ve faşist Hırvat Partisi, ülkenin başkan, başkan yardımcılarından tutun Anayasa Mahkemesi üyelerinin de seçiminde kilit konuma geliyor. Sırpların etkin olduğu bölgelerde Boşnaklar pasif ve Sırplar etkin olmayı sürdürürken ülkenin kalan kısmında Hırvatların denge unsuru olmasının korkunç sonuçları olabilir. Soykırıma karşı direnen ve ülkeyi uçurumdan kurtaran Boşnakların iktidardan süpürülecek olması ülkede zaten sıkıntıda olan birlikte yaşamayı iyice zorlaştıracak gibi görünüyor. Amerikalılar ve İngilizler bu planı desteklerken meydana gelecek gelişmeleri ne kadar öngörebiliyorlar bilmiyoruz. Bildiğimiz şey aylarca silahlı milislerle ülke gündemini meşgul eden faşist Dodik’in tezleri ortadayken, Hırvatların bu girişiminin savaş boyu yaptıkları arkadan vurma olaylarıyla oldukça benzerlik gösteriyor olması.
Boşnaklar alınan kararların hayata geçmesiyle meydana gelecekleri öngördükleri için Yüksek Temsilcilik Ofisi önünde protesto gösterileri düzenliyor. Binlerce kişinin katıldığı büyük eylemlere pek çok parti de destek veriyor. Günlerdir süren eylemlerin kesintiye uğramaması, halka dayatılan seçim yasasının dünyaya iyi anlatılması gerekiyor.
Bosna’daki sorunlar, savaş nihayete erdiği günden beri bitmedi. Balkanlar’ı gezerken Hırvatistan’a gidiyorsunuz, yolunuz Dubrovnik gibi güzel bir şehre düşüyor ve diyorsunuz ki “Burası Hırvatların ülkesi”. Sırbistan’a gidiyorsunuz, Belgrad’a varıyorsunuz, Tuna boyu ilerliyorsunuz ve diyorsunuz ki “Burası Sırpların ülkesi”. Bosna Hersek’e geçiyorsunuz, Mostar’dan Saraybosna’ya uzanıyorsunuz ve diyorsunuz ki “Burası Hem Boşnakların hem Hırvatların hem de Sırpların ülkesi”. Böyle bir şey olabilir mi? Bu, kabul edilip sindirilebilir mi? Elbette hayır! Yüz binlerce kişinin can verdiği, soykırımın yaşandığı ülkede mağdurlarla maktuller aynı çatı altında yaşayabilirler mi? Düşünsenize Saraybosna kuşatması esnasında çoluk çocuk onlarca sivili katleden keskin nişancı Zoran Kolin, Bosna’nın Sırp bölgesinde hiçbir şey olmamış gibi yıllardır yaşadı. Soykırımı yapan polis idaresine bağlı Sırp çeteler, savaş bittiğinden beri Bosna’da rahatlıkla gezebiliyorlar. Bu katiller, Bosna Hersek Federasyonu içinde, BM ve NATO şemsiyesi altında Boşnak kentlerinin etrafında varlıklarını sürdürüp tahriklere devam edebiliyorlar. Trebinye şehri girişine “Sırp şehrine hoş geldiniz!” tabelasını kiril alfabesiyle yazıp meydan okuyan Sırplar, geçtiğimiz Ocak ayında Brcko kasabasındaki Müslümanlara saldıracakları haberleri servis ederek toplumsal nabız yoklamadılar mı? Banya Luka’da yürüyüş düzenleyen Sırp polisinin, Bosna içinde yaşamalarına rağmen savaş çağrıları yaptıkları marşlarını hepimiz dinlemedik mi?
Bosna’nın Avrupa Birliği ümitleri çoktan suya düştü. Rusya-Ukrayna savaşı, eğer genişleyecek olursa ilk çıngının çıkacağı coğrafya Sırpların ve Hırvatların emir eri gibi bekledikleri Bosna olacak. Bosna’ya Türkiye’den başka hiçbir ülke hamilik edemez. Ortadoğu’dan Afrika’ya, Balkanlar’dan Asya’ya kadar pek çok yerde üs kuran Türkiye’nin ivedilikle Bosna’da da kalıcı üsler kurması gerekiyor. Türkiye aynı zamanda yakın ilişkide olduğu Sırbistan ile bölgenin tansiyonunu düşürmek için ön alıcı çalışmalar yapmalıdır.
Bosna’da kış yaklaşıyor. Saraybosna’ya ilk gittiğimde yerel halktan bir ağabeyin evine misafir olunca endişelerimizden bahsetmiştim. Derin bir nefes alan ev sahibi ilk savaşa hazırlıksız yakalandıklarını, en yakın komşularının ihanetine uğradıklarını ama bundan büyük dersler çıkardıklarını söylemiş ve eklemişti: “Bahçelerimizde silahlarımız ve mühimmatlarımız her an çıkarılmaya hazır bekliyor. Savaş bittiğinden beri tek gözümüz açık uyuyoruz.”
Boşnak gazeteci İbrahim Delic’in kendisiyle yapılan bir söyleşide sarfettiği “Gerekirse bu ülkeyi ve bu halkı savunacak yüz bin kişiyi 24 saat içinde toplayıp silahlandıracağız.” demesi altı boş bir cümle değil. Ülkelerini kanlarını dökerek kurtaran Boşnakların egemenlik hakları ellerinden alınamaz. Bosna içinde yaşayan Sırpların ve Hırvatların ülkeyi germe, provokasyonlara zemin hazırlama eylemlerinden derhal vazgeçmeleri gerekir. Bosna’da savaşın şakası olmaz. Balkanlar’daki Müslümanların akıbeti, âlem-i İslam’ın da meselesidir.