1992 yılında Cezayir'de yükselen İslami mücadeleyi zorla durdurmaya çalışan Yeni Dünya Düzeni'nin failleri; açlık olayını öne sürerek Somali'yi işgal etmişler ve Filistin'de müslümanlara karşı saldırılarını yoğunlaştırmışlardır. Fakat en çok Bosna'da yaşanan, insanlık tarihinde eşine az rastlanır vahşilikteki saldırılar ve bu saldırı karşısında Batı'nın vurdumduymaz tutumu, Yeni Dünya Düzeni'nin gerçek yüzünün açığa çıkmasına neden olmuştur. Yeni Dünya Düzeni'nin gerçek yüzünün ifşa olmasında en iyi örneklerden birini, Batı'nın Bosna politikasını değerlendirirken kasıt aramak istemiyorum demek zorunda kalan şu anki TC Başbakanı Süleyman Demirel'in beyanatında yakalamak mümkündür.
Batılı devletlerin politikası; savaşacak ordusu olmayan Bosnalı müslümanları eski Yugoslav ordusu karşısında savunmasız bırakacak bir biçimde silah ambargosuyla elini kolunu bağlarken, yapılan insani yardımlar ve Yugoslavya'ya uygulanan ambargoyla da kamuoyunu uyutmaya çalışmaktadır. Evet, bağımsızlık ilanıyla birlikte başlayan Sırp saldırganlığı karşısında pratikte müslümanlardan başkalarını etkilemeyen silah ambargosuyla Batı; Bosnalı müslümanların yaşama hakkını bile kabul etmemiştir. Sırplar saldırılarına başladıklarında 7 gün gibi kısa bir sürede Bosna'yı işgal etmeyi amaçlamışlardı. Müslümanların kendilerini savunacak, teşkilatlanmış bir polis gücüne bile sahip olmadığı düşünülür ve Sırplar'ın Yugoslav ordusunun imkanlarıyla savaştığı gözönüne alınırsa, bu plan askeri açıdan yeterliydi. İslam ülkelerinin ilgisizliğiyle iyice vahimleşen bu tabloya rağmen müslümanlar gerek Sırplar'dan ele geçirdikleri ve gerekse silah tacilerin-den kısıtlı miktarda alabildikleri silahlarla ve çok kısıtlı olan bu güçleriyle içice bulundukları birçok şehirden Sırpları kovmuş ve ülkenin 1/4'ünü denetimleri altına almışlardır. Son beş ay içinde Sırplar'ın Hırvatlar'la yaptıkları gizli anlaşmaların sonucu olarak alabildikleri Jayçe ve Brod kentleri dışında hiç bir askeri ve başarıları yoktur. Batı basınında düştüğü iddia edilen Foça gibi kentlerde, Sırplar kilometrelerce gerilemek zorunda kalmıştır. Özellikle Doğu Bosna'da Sırplar'ın ikmal yolunu kesmek için karşı saldırıya geçen müslümanlar çok büyük askeri başarılar kazanmış ve Sırbistan, Bosna-Hersek'in kendisine saldırdığı iddiasıyla BM'e başvurmuştur. Savaşarak tecrübe kazanan ve gittikçe güçlenen müslümanlar karşısında Çetnikler binlerce ölü vermiş ve çok sayıda uçak ve tank kaybetmiştir. Yüksek askeri imkanlarına rağmen Bosna-Hersek, Sırplar için bir batağa dönüşmüştür. Hele müslümanların saldırı öncesi güçleri ve Sırpların bu yüzden hazırladıkları kısa süreli işgal planı düşünüldüğünde, bugün gelinen noktanın Sırbistan hiç de başarılı bir sonuç olmadığı ortadadır.
Güya BM eliyle Yugoslayva'ya ambargo uygulayan egemen güçler, aslında bu kararla Sırbistan yönetimini desteklemişledir. BM kararıyla Yugoslavya'ya ekonomik ambargo uygulanmaktadır. Aynı nitelikte ambargo BM tartından Irak'ta da uygulanmaktadır. Fakat nasıl oluyorsa Irak'ta ekonomi felç olur, ilaçsızlıktan ve açlıktan insanlar ölür ve kavruk bir nesil yetişirken; Sırbistan aynı nitelikteki ambargodan etkilenmek bir yana ülkede satılan benzin bile ucuzlar. Oysa Balkan yarımadasının Irak'la kıyaslandığında çok ağır geçen kışı ve Bosna'da askeri açıdan girdiği batak gözönüne alındığında Sırbistan'ın saldırganlığını sürdürmesine gücünün yetmesi düşünülemezdi. Dahası Belgrad'daki ırkçı kadronun gerek ambargo, gerek kendileri açısından başarısız işgal harekatı yüzünden iktidarını sürdürmesi bile zorlaşacaktı.
Evet, güya BM Sırbistan'a ambargo uygulamaktadır. Fakat Sırbistan'ın ekonomik ilişkilerini kısıtlamak bir yana, BM elemanları bile ambargoyu delmektedir. Aralık ayında BM tarafından Saraybosna'ya müslüman çocuklara dağıtılmak üzere getirilen elbise, oyuncak gibi malzemelerin sandıkları açıldığında, bunların Belgrad'da imal edildiği ve BM tarafından satın alınıp Saraybosna'ya yardım olarak getirildiği ortaya çıkmıştır. Güya Bosna'da insani yardım için bulunan BM kuvvetleri, koydukları uçuş yasağıyla aslında müslümanların yardım yolunu tıkamaktadırlar. Getirilen yasakla Bosna üzerinde BM yardım uçuşları dışındaki uçuşlar yasaklanmıştır. Getirilen bu yasakla müslümanların uçuşa hazır hale getirdikleri üç havaalanından yararlanması engellenmiştir. Fakat nedense hava kuvvetleriyle bu yasağı 300'den fazla ihlal eden Sırplar'ın tavırları BM tarafından görmezlikten gelinmiştir. Zaten fiili otorite olarak Sırplar'ı kabul eden BM yetkilileri, getirilen yardımın çoğunluğunu saldırgan Sırplar'a dağıtmıştır. Bizzat Saraybosna havaalanı BM komutanı, gelen yardımların yarıdan çoğunun Sırplar'ın eline geçtiğini açıklamıştır. Yardım için devreye girip, dağıtımı tekeline alan, bu sayede müslümanların yardım yolunu tıkayıp Sırplara lojistik destek sağlayan BM kuvvetleri bununla da yetinmemiş, Ilıca'da olduğu gibi zaman zaman müslüman kuvvetlere ateş edecek kadar ileri gitmişlerdir.
Fakat Batı'nın BM eliyle yürüttüğü pratikte müslümanların silah ve insani yardım yollarını tıkayan Sırplara lojistik destek sağlayan bütün bu çabalarına ve saldırganın üstün silah gücüne rağmen yukarıda belirtildiği gibi, büyük bir azimle ellerindeki yok denecek seviyedeki imkanlarla direnen Bosnalı müslümanlar, saldırganın hevesini kursağında bırakmış ve Sırpları hiç ummadıkları şekilde bir çok yerden püskürterek adeta bir batağa sokmuşlardır. Batı'dan aldığı bütün desteğe rağmen, Bosna'da batağa giren Sırbistan'ın ekonomisi ve ırkçı kadronun ülke içindeki durumu sarsılmış, 20 Aralık 1992 seçimleri öncesi kamuoyunda muhalefet karşısında geriye düşmüştür. Fakat 20 Aralık yaklaştıkça harekete geçen Batı basını kışla birlikte müslümanların iyice tükeneceği ve dayanım güçlerinin biteceği, aslında stratejik açıdan Sırp isteklerini kabulden başka bir çareleri olmadığı gibi bir kanaati kamuoyunda oluşturmaya çalışmıştır. Böylece Bosna'da girilen batak kağıt üzerinde bir zafere çevrilecekti.
Cumhurbaşkanı Özal'ın Clinton'u ziyaretinden sonra açıklanan Bosna planıyla ABD'nin kimin arkasında olduğu da ortaya çıkmıştır. Planda üç önemli unsur bulunmaktadır:
1) Cenevre görüşmelerine ve orada sunulan plana destek.
2) Yugoslavya'ya uygulanan ambargonun sıkılaştırılması.
3) Her üç tarafın anlaşması halinde ABD'nin asker göndererek anlaşmasının uygulanmasını sağlama garantisi.
Bu unsurları tek tek incelersek: ABD'nin destek verdiği plana baktığımızda şu an 51 kenti denetimlerinde bulunduran veya bu kentlerde önemli bir nüfusları olan müslümanlarla alay edercesine, onlara 30 kent teklif edildiğini görmekteyiz.
Ambargonun sıklaştırılmasına gelince; ortada BM elemanlarının bile uymadığı ve uygulanması için hiç bir ciddi tedbir alınmayan, bu ne olduğu belirsiz ambargo için ABD planında da nasıl uygulanabileceğine dair ciddi bir teklif yoktur.
Üçüncü unsur ise Batı'nın baştan beri müslümanları kaybetmiş olarak görmektedir ve çözüm teklifleri, Sırp isteklerini kabul eden yaklaşımından öte bir özellik içermemektedir. Sadece müslümanlara ne pahasına olursa olsun Sırplar'la anlaşın gibi bir mesaj vermektedir.
Müslümanlar için hayati önem taşıyan pratikte müslümanlardan başkasını kapsamayan, böylece müslümanların elini kolunu bağlayıp yaşama hakkını bile ortadan kaldıran silah ambargosunun kaldırılmasını ise ABD yetkilileri yapıcı olmayacağı gerekçesiyle kabul etmemişlerdir.
Yazının başında da belirtildiği gibi yeni orman düzeni sahipleri Cezayir'de yükselen İslami mücadeleyle birlikte yegane tehdit olarak karşılarına çıkan bilinçli müslümanlara karşı büyük bir yıldırma hareketine girişmişlerdir. Cezayir'de sokak ortasında müslümanlar idam edilirken, Filistin'de vatanlarından sürülmekte, Bosna-Hersek ve Keşmir'de ise insanlık dışı her türlü uygulamayla yüzyüze kalmaktadırlar. Daha da çoğaltılabilecek örneklerle ortaya çıkan bütün bu gelişmeler müstekbir Batı'nın müslümanlara karşı İslam dünyasındaki işbirlikçi kesimlerin de yardımıyla, dünya çapında uzun soluklu ve gittikçe tırmanan bir saldırıya geçtiğini göstermektedir.
Aslında yapılması gerekeni Avrupa'nın ortasında mücadele bayrağını yükselten ve şu ana kadar bütün imkansızlıklarına rağmen saldırganın oyununu bozan Bosnalı müslümanlar göstermektedir.