Mart 1992 Yer Bosna. Silahlar patlamaya başladığı zaman bile Bosnalı müslümanların bazıları savaşın başladığına inanmamıştı. Fakat Bosna için uzun yıllar sürecek acı bir savaş başlamıştı. Savunmasız insanlar katledilmiş, toplama kamplarına doldurulmuş ve tecavüz sıradanlaşmıştı.
28 Şubat 1998, Yer Kosova, Drenitsa'da Sırp özel polis birlikleri, güya teröristlere karşı operasyon yapıyor. Sıcak çatışmada personel ve malzeme olarak kayıp veriyor. Biraz önce arayıp suç delili bulamadıkları köye dönüyorlar. Kayıpların acısını etrafa rastgele ateş ederek sivil halktan çıkarmaya başlıyorlar. Helikopterler köyü havadan tarıyor. Kurtulmak için evlerinin en ücra yerlerine saklanan savunmasız siviller bulunup katlediliyor. Yıllarca Bosna'da yaşanan sahneler Drenitsa'da tekrarlanıyor.
Osmanlılar, Balkan yarımadasına çıktığında yarımadanın en büyük devleti Sırp Knezligiy'di. Karadağ, Arnavutluk, Makedonya'yı da kapsayan bu devletin merkezi Kosova'ydi. I. Murad'ın 1389'da Sırp Knezi Lazar'ı Kosova Ovası'nda yenmesiyle Knez'lik Osmanlılara tâbi olmuş ve 15. yüzyılda Sultan II. Mehmet zamanında Belgrad hariç bir Osmanlı vilayeti haline gelmişti. Osmanlı döneminde müslümanlaşan Arnavutlar Kosova'ya yerleşmeye başlamışlardı. Artan Arnavut ve Türk nüfus sayesinde Kosova müslümanlaştı. Sırp nüfus ise sürekli azaldı. Bugün Kosova'da 2 milyon insan yaşıyor. Bu nüfusun % 10'una yakını Sırp'tır. Sırplar ya polis, ya devlet memuru, ya da son savaşta Hırvatistan ve Bosna'dan kaçanlardan oluşan topluluklardır. Nüfusun geri kalan % 90'dan fazlası Arnavut geri kalanı da Türk kökenlidir. Arnavutların ezici çoğunluğu ise müslümandır.
Fransız Devrimi'nin yaydığı milliyetçilik akımından diğer Balkan milletleriyle birlikte Arnavutlar da etkilenmişti. Az da olsa III. Selim dönemiyle birlikte Arnavut ayaklanmaları başlamıştı. 1908'le birlikte Osmanlı devleti Arnavutluk ve Kosova'da fiilen arazi hakimiyetini kaybetti. Arnavudar Balkan Savaşı sırasında Adriyatik kıyısında kendi ulus devletlerini kurmayı başardılar. Ancak Kosova ve önemli oranda Arnavut nüfusun yaşadığı Makedonya Sırpların hakimiyetinde kaldı.
Arnavutlar İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Kosova'da sosyalist Yugoslavya içinde federal bir cumhuriyet olmak için mücadele ettiler. 1968'de çatışmaların yaşandığı yoğun kitle eylemleri sürecinde Kosova'ya 1974 yılında Voyvodina ile birlikte Sırbistan'a bağlı bir özerk bölge statüsü verildi. Kosova Özerk Bölgesi, kendi hükümetine ve hükümetinin dış ülkelerle yaptığı anlaşmaları onaylama yetkisi taşıyan bir parlamentoya sahip oldu; ayrıca Yugoslavya Başkanlık Konseyi'nde Voyvodina ve Federal cumhuriyetlerle eşit temsil hakkını da elde etmişti. Tito'nun ölmesiyle birlikte 1981 yılında Kosova'da tekrarlanan kitle gösterileri ve nüfus sayımını boykot etmek gibi yöntemlerle pasif direnişe devam edildi.
Kosova'yı Sırbistan'ın merkezi olarak göstermeye çalışan Sırplar ise; Slobodan Miloseviç liderlisinde Kosova'yı ve bütün Yugoslavya'yı kuşatan tarihi bir kurguya dayanan milliyetçilik anlayışına sahip oldular. Miloseviç Kosova Savaşı'nın 598. yıldönümünde (1987 yılı) Kosova Ovası'nda Sırbistan'dan gelen on-binlerce Sırp'a yemin ettirmiş ve mücadelelerinin sembolü olan bir anıtı açmıştı. Savaşın 600. yıldönümü olan 1989 yılında ise Kosova'ya 1974'te tanınan özerk bölge statüsü iptal edildi. Kosova böylece Sırbistan'ın herhangi bir vilayeti haline geldi. Bunun üzerine Kosova halkı 1990 yılında kendi yönetimlerini oluşturup bağımsızlıklarını ilan ettiler. Henüz kimse tanımasa da 1992 yılında İbrahim Rugova'yı Cumhurbaşkanı seçerek kendi yöneticilerini belirlediler.
Aslında Dünya, Yugoslavya'yı dağıtacak yangında Kosova'nın da karışmasını bekliyordu. Fakat Slovenya, Hırvatistan ile kapışan Sırplar; Bosna'da yıllarca süren vahşi bir savaşla Yugoslavya'nın darılmasına neden oldular. Bu sırada Yenipazar ve Kosova'da olan olaylar Bosna'daki vahşetin yanında sönük kaldığından dikkat çekmedi. Bunda İbrahim Rugova'nın pasif direniş politikası da etkili oldu. Rugova "Normal askeri savaş olursa birkaç günde yok olunuz. Aslında Sırpların hedefi bizim toplu olarak göç etmemiz. Sekiz yıldır Sırp terörünün rehineleriyiz" yaklaşımıyla, Sırp baskı ve saldırısına karşı inada pasif direnişi sürdürmeyi tercih etti.
Fakat bu süreçte Sırp baskısı gün geçtikçe artmakta idi. Sırp polis kaynaklarına göre son üç yılda Kosova Arnavutları'nın üçte biri, Arnavutlara göre ise yarısı polis sorgusundan geçmişti. Bosna'dan ders çıkaran bazı Arnavutlar, Kosova Kurtuluş Ordusu (Us Thria Clirimtare e Kosoves) gibi silahlı yapılanmalar oluşturmaya başlamıştı. 1998 yılma geldiğimizde Sırp polisinin ancak zırhlı konvoylarla geçebildiği Drenitsa gibi kurtarılmış bölgeler oluşturulmuştur. Fakat ne acıdır ki Arnavut halkı milliyetçi bir yaklaşımla mücadelelerini yürütmektedir. Pasif direnişle bağımsızlığını kazanmaya çalışan İbrahim Rugova liderliğindeki Arnavutlar yürüttükleri mücadelede Dünya müstekbirlerine bel bağlamış bir görüntü vermektedir. Priştina da yürüyüşlerin Amerika kültür evinden başlaması ve yürüyüşlerde Amerikan bayrakları taşınması Arnavut halkı ve liderliğinin Bosna savaşından gerekli dersleri çıkarmadığını göstermektedir.
1992 Martı'nda Bosnalı müslümanlar savaşa bütünüyle hazırlıksız yakalanmışlardı. Bosna, Hırvat ve Sırplarla çevriliydi. Dünyayla hiçbir ikmal bağlantısı yoktu. Bosna nüfusunun üçte biri Sırp, dörtte biri Hırvat ve kalanı ise Boşnak müslümandı. Müslümanların elinde 15-16 bin döküntü tüfekten başka silah yoktu. Müslüman halkın bilinç seviyesi o kadar düşüktü ki Sırplara gelin vermek bir kısım Boşnak, arasında övünç vesilesi oluyordu. Müslüman halkın yaşamının Sırp ve Hırvatlardan pek farklı bir yanı yokta.
Müstekbir Dünya, güya Yugoslavya'ya silah ambargosu gibi tedbirleriyle görünüşte Sırpları cezalandırırken, aslında silahsız müslümanların silah bulmasını engellemeye çalışıyordu. Gönderdikleri BM barış gücünde her ne hikmetse Sırp kökenli askerleri görevlendiriyorlardı. BM askerleri çetniklerle birlikte tecavüzlere katılmaktan bile çekinmiyorlardı. Bir süre sonra savaşı Sırpların kazandığı görüşüne vardılar. Çağdaş Dünya'ya düşenin vakayı tescil etmek olduğu gibi bir yaklaşımla müslümanları barış anlaşması yapmaya zorladılar.
Fakat Aliya İzzet Begoviç liderliğindeki Bosnalı müslümanlar bu şartlara rağmen boyun eğmediler. Savaşla birlikte müslüman halk, dininin farkına varıp değişmeye başladı. Ünce bütün imkansızlıklara rağmen varlıklarını korudular. Sonra güç olarak kendilerini ispat ettiler. Sırpları yer yer ağır bozgunlara uğrattılar. Bu gelişme üzerine ilk başta onları kaale almayan Hırvatlar müslümanlarla ittifaka girdiler.
Sırplar cephelerde bozguna uğramaya başladı. O ana kadar her türlü katliama seyirci kalan müstekbir dünya, kendi kimliğinin gereği olarak harekete geçti. Ve canileri büyük bir hezimetten kurtaracak barış antlaşmasını zorla yaptırttı.
Aslında bu süreç bilinçli müslümanlar için şaşırtıcı değildir. Çünkü biz Rabbimizin ayetlerinden biliyoruz ki kafirler kendilerinden olmadığımız sürece bizden razı olmayacaklardı. Ve bu imkansızlıklara rağmen müstekbir dünyayı şaşırtan gelişmede bizim için şaşırtıcı değildir. Çünkü halini değiştiren her toplumun halinin değişeceği ve Allah'ın dinine yardım edene yardım edeceği Rabbimizin vaadi ve toplumsal sünnetullahın bir gereğidir.
Üstelik 1992 Martında Bosna'daki ağır şartlar şu an Kosova'da mevcut değildir. Kosova halkının sadece % 10'una yakını Sırp'tır. Bölgedeki Arnavut halkı kurtarılmış bölgeler oluşturacak kadar silahlanmıştır. Kosova'nın batısı alevlenecek bir mücadeleye kayıtsız kalamayacak Arnavutluk ile sınırdır. Kosova'nın güneyindeki Makedonya ise Arnavutluk ve Kosova'dan sonra Arnavut halkın sınırlarla bölündüğü üçüncü suni coğrafyadır. Ülke nüfusunun yarıya yakınını oluşturan ve Kosova'daki olayları hassasiyetle izleyen Makedonya Arnavutları, ırkçı Makedon yönetiminin her türlü baskısına rağmen etkili mücadelelerini yürütmektedirler.
Fakat bütün bu şartlara rağmen Arnavut liderliği müstekbir dünyaya bel bağlamış görüntüsündedir. Bu yüzden Sırpların yaptığı onca katliamı görmezlikten gelen egemenler, sorunun Sırbistan'ın toprak bütünlüğü içinde çözülmesi gerektiği yaklaşımını Kosova halkına şimdiden dayatmıştır. Belirttiğimiz gibi sünnetullahın gereği belirleyici olan şartlar değil yöntemdir. En iyi şartlara sahip olunsa bile müstekbir dünyaya bel bağlayan her hak mücadelesinin sonunda, yeni haksızlık ve zulümlerle kuşatılmaktan kurtulamaz.