Müslümanların seksenlerden doksanlı yılların ortalarına kadar yoğun bir okuma dönemleri oldu. Okumayan bir hareket varolamazdı ve İslam düşüncesini benimseyenler de bu gerçekten yola çıkarak okumaya çalıştılar. Farklı okuma çizgilerinin varlığı elbette ki herkes tarafından görülüyordu ancak düşüncelerin, iddiaların temeli mutlaka okuyarak oluşturuluyordu. O döneme gelinceye değin yaşananlar hakkında artık tekrarına lüzum görmediğimiz altmışlı yılların sonlarından seksenli yıllara kadar uzanan tercüme temelli tevhidi okuma süreçleri hakkında başta Haksöz olmak üzere birçok yayın organında önemli yazılar yayınlandı, açıklama ve değerlendirmeler yapıldı.
Bizi okumak, yazmak kurtaracak. Kurtulmaya niyetli olanlar için evet, bu tek yol. Bir düşünce, inanç zaten başka türlü var olamaz; insanlarla, tarihle buluşamaz.
Kur'an'ı temel alan çizgilerin herkesten daha çok bu sorumluluğu yüklenmesi gerekiyor. İslam düşüncesi bugün derin bir zafiyet yaşıyor. Yüceliği ile orantılı olamayacak şekilde yeterli karşılıktan uzak bir toplumsallığı ifade ediyor. Siyasi süreçler Müslümanların arzularının hilafına ehven-i şer düzleminde deveran ediyor. Düşünsel kısırlık bireyleri ve yapılanmaları kökten tehdit ediyor, gelecek tasavvurlarını ortadan kaldırıyor.
Gazete, dergi, kitap ve internet ortamında iyi niyetli çalışmalar okumaktayız. İslam düşünce ve inancını dillendirmeye çalışan kalemlerin bu alandaki yazı ve çalışmalarına tanıklık etmekteyiz. Dernek ve vakıf çevreleriyle birlikte bağımsız çalışma gruplarının bu kaygıları pratiklerinde dikkate alıp somut örneklikler oluşturma gayretlerini gözlemliyoruz. İslam düşüncesinin bağlılarının geniş organizasyonlarla bir araya gelememesi iyi niyetli çalışmaların maalesef bir bütün haline getirilmesini engelliyor. Dolayısıyla farklı ortamlarda ortaya konulmaya çalışılan örneklikler bir havuzda birikemiyor, verimli bir ırmağa dönüşemiyor.
Belki meselenin bu boyutundan evvel okuma ve yazma faaliyetlerinin niteliği üzerinde kafa yormalı. Neyi, niçin ve hangi yoğunlukla okuyor ve okutuyoruz? Bunlar ve bunlara benzer sorular cevaplandırıldığı takdirde sorunlarımızı ele almak için bir başlangıç imkânı doğabilir.
Özlemle yâd ettiğimiz yıllardaki okuma süreçlerini incelediğimizde karşımıza çıkan şey ideale ulaşmak, arınıp arındırmak amacı olacaktır. Dolayısıyla Müslümanları okumaya iten şey ıslahatçı anlayıştı. Bugün kapitalist yaşam tarzının bir şekilde esir aldığı insanlar arasında benzer örneklikler gözlense de aynı tavır maalesef pek egemen değildir.
Müslümanların okuma ve okutma süreçlerinde birtakım sıkıntılar var. Sağlıklı okumalar yapamayan Müslümanlar yazarken de sıkıntılardan uzak kalamıyorlar. Okumanın temeline Kur'an'ı koymamak veya onu zamanla terk edilmiş olarak bırakmak yazanları farkına varamadan problemli bir noktaya sürüklüyor. Batılı düşünce kalıplarıyla meczedilmiş muhafazakar bir anlayış düşünce sahasında İslam düşüncesinin günümüzdeki açılımları sanısıyla arz-ı endam edebiliyor.
Usanmadan tekrar etmemiz gereken şeyler var: İslam düşüncesini, Kur'an ve sünnet anlayış ve inancımızı berraklaştırmak; daimi olarak bu sahalarda okuma ve okutmalar yapmak; diğer bütün alan ve branşlarda bu çalışmalarımızın oluşturduğu sahih anlayışla eserler verip değerlendirmeler yapmak zorundayız.
Bulunduğumuz durum itibariyle bazı değerlendirmeler yapmalıyız: Müslümanlarda zaman içinde bir yeterlilik psikolojisi egemen olmaya başladı. Umumiyetle İslam düşüncesiyle tanışılan ilk dönemlerdeki çalışmalar yeterli görüldü, bu dönemler ya üniversite yılları ya da bir şekilde Müslümanlarla tanışılan ilk gençlik yıllarıydı. Yukarıda bahsedilen yılların toplumsal atmosferinin de etkisiyle Kur'an, sünnet, hadis, İslam tarihi, Batılı düşünce akımları gibi birçok başlıkta kitaplar, makaleler okundu, konuşmalar dinlenip tartışmalar yapıldı. Bu yıllardaki yoğunluk içerisinde bir yeterlilik duygusu oluştuğu kanaatindeyiz. Belki sadece başlangıç olarak değerlendirilecek bu çalışmalar İslamlaşma serüveninde nihayete eren bir seviye olarak algılandı.
Bu kanaatin oluşmasında bugüne ulaşan gelişmeler bir delil olarak gösterilebilir. Arkadan gelen kuşaklara yeterince ulaşılamaması, birliktelik kurulanların İslam düşüncesini tam manasıyla tanıyamaması veya onlara tanıtılabilecek dirilikte bir birikimin ifade ettiğimiz yanılsamadan dolayı oluşamaması bugün bu değerlendirmelerin yapılmasına sebebiyet verdi. Bugün Kur'an ve sünnet alanlarındaki sorgulama ve okumaları Müslümanlar hangi psikolojik nedenlerle tam olarak yapıyor ya da bunları burun kıvırarak sıkıcı bir tekrardan başka bir şey olmayarak görüyor? Evvelemirde bu psikolojik duruşların tahlil edilip tartışılması gerekiyor.
Müşteki olunan siyasi savrulmaların temelinde her şeyimizi inşa eden din anlayışımızı tam manasıyla oluşturamamak yatmaktadır. Kur'an ve sünnet anlayışlarımızdaki farklılık pratik gerçeklerimize tekabül etmeyen salt kelami bir tartışma alanını oluşturmuyor. Fark etsek de fark etmesek de bir makas gibi başlangıçta önemsiz görünen her yanlış inanç ve düşünce bizi sorunlar ve mücadeleler derinleştikçe çok farklı sonuçlara götürüyor.
Kur'an ve sünnet alanındaki okumalar bir faaliyet tekrarı olmayacaktır. Artık bu yanlış yargı yıkılmalıdır. Bu alandaki çalışmalar: insanların nerede durduklarım, dini nasıl anladıklarını açığa çıkaracaktır. Bu alanın okuyucuları bilgilerini farklı kaynaklardan takviye edip muarızları daha iyi kavrayacaklar ve etraflarındaki insanların yanlış kanaatlerini izale edecek ve genç kuşaklara öğretmenlik yapacaklardır. Dini oluşturan Kur'an ve sünneti lâyıkıyla kavramak her Müslümanın zaten yükümlülüğü olarak görülmelidir. Binaenaleyh bu uğraşlar sadece bir tekrar olsa bile küçümsenemez; en nihayetinde bütün ibadetler bir tekrar formunda değil midir?
Bahsettiğimiz alanlarda çevremize baktığımızda Müslümanların ne kadar eksik olduğunu çok rahat bir şekilde görebiliriz. Büyük bir cehalet ya da unutkanlık yaşanıyor. Bu konular siyasi sürüklenişlerin veya bahsettiğimiz psikolojik faktörlerin etkileriyle bir gereklilik olmaktan çıkmıştır. Bu psikolojiyi aşmak durumundayız. Kendimizden başlayarak din anlayışlarımızı bütün geleneksel ve modern kirlerden arındırmalıyız. Yapılan yeni yayınlarla birlikte eskiden beri ortaya konulan birbirinden değerli çalışmaları dikkatli bir şekilde okumalı ve okutmalı, verimli tartışma ve çalışmaların menbâı yapmalıyız.
Bir düşünce toplumu idealini Müslümanlar olarak kendi bünyemizde kuramadıktan sonra başka yerler için bu ideal her şeyiyle fazla olacaktır. Düşünce toplumu, hayatı anlamına uygun yaşayan ve kurgulayan toplumdur. Düşünce toplumunun inşası da ancak okuyup yazmakla mümkündür. Her düşünce akımından daha çok Müslümanlar okumak ve yazmak zorundadır. Diğer düşünce akımlarının yanında biz de bir düşünce akımıyız ama sadece bir düşünce akımı değil. Bizi onlardan farklı kılan şey inancımız ve onun pratik sorumluluklarıdır.
Bütün olumsuz yanlarına rağmen bugün Türkiye'de İslam düşüncesini temsil ettiğini iddia edenler oldukça önemli bir potansiyeli ifade etmektedir. Tevhidi çizgi bağlamında ele aldığımızda okuma yazma faaliyetlerimizi Kur'an ve sahih sünnet temelinde yoğunlaştırmamız gerekiyor. Tabii ki önce neler yapmalıyız, hangi alanlarda neler yapabiliriz, onları tartışmalıyız.
Hiçbir dağınık çaba amacına ulaşamaz. O nedenle biz ilk önce bu dağınıklığı aşmak, hayatımıza bir disiplin kazandırmak zorundayız. Ufak tefek bile olsa attığımız her adım, yaptığımız her iş mutlaka bir planın, bütüncül bir çalışmanın içerisinde yer almalıdır. Ancak bu takdirde değer ve anlam kazanır, aksi halde bir sürü emek heba olur gider. Birçok sohbet ve değerlendirmelerde Müslümanlar olarak birçok meselede bilgi ve kanaat sahibi olduğumuz ifade edilir ancak herhangi bir alanda derinlemesine bir vukûfiyet olmadığından yakınılır. Bu hemen hemen doğru gibidir. Belki de şartlar gereği toplumsal dönüşümü hedefleyen insanlar için değişik alanlarda düşüncelerin edinilmesi gerekliydi ama bir zaman sonra branş ve alanlarda yetersiz kalındığı fark edildi. Üniversite yıllarında farklı bölümlerde okuyan Müslüman öğrenciler örneğin, sosyolojiden ilahiyata, felsefeden tarihe kadar farklı sahalarda okuyup tartışıyorlar, bunu da ideolojik bir motivasyonla yapıyorlardı. Süreç içinde değerlendirildiğinde kaçınılmaz olan bu durum "her şeyden anlayan ama kendi alanında yeterli birikime ulaşamayan" şahsiyetler üretti.
İşte tam bu noktada, o yılların motivasyonuna ve o yıllarda yapılmasına imkan bulunamayan çalışmalara ihtiyacımız var; buna yoğunlaşmalı, hatalardan yeni projeler ve motivasyonlar üretmeliyiz. Bazen şunu diyoruz: Keşke herkes o yıllardaki gibi okusa da varsın dağınıklık devam etsin! Ama artık duygusallıklardan sıyrılıp kendimize gelmek ve okumanın elifini hecelemek zorundayız.
Tarihte ya da edebiyatta okuyan öğrencilerin eğitim sisteminden de kaynaklanan zafiyetler sonucu Osmanlıcayı tam manasıyla kavrayamadan üniversiteden mezun olduğunu düşünelim. Bırakalım sıradan öğrencinin durumunu, Türkiye gibi yakın geçmişi sarsıntılarla geçmiş ve Müslümanlar bakımından hayati gelişmeler yaşanmış bir ülkede sıradan insanlardan farklı kaygılan olan kişiler için öğrenilmesi son derece yararlı olabilecek bir alanın okul desteğine rağmen cahili olarak kalmak hakikaten esef vericidir. Ermeni meselesinden tutalım Tanzimat batılılaşmasına, cumhuriyet sürecinin başlangıcından Osmanlı ve Selçuklu dönemlerinin sosyal ve siyasi yapılarına kadar bizim söylem ve değerlendirmelerimizi etkileyecek çok büyük çalışma alanları vardır ve biz bu alanlardaki sıradışı bilgiler için muhalif sol aydınlara muhtaç kaldık nerdeyse! Halbuki çevremizde bu bölümlerde okumuş çok sayıda arkadaşımız var ve biz bunlardan şu atalet ortamında bizi heyecanlandıracak ciddi çalışmalar göremiyoruz. Lehte ve aleyhteki egemen paradigmaları kökten sarsacak çalışmalara ihtiyacımız var. Osmanlıca arşiv metinlerini bırakalım, yapılmış mevcut çalışmalar bile sahih bir bakışla çalışıldıkça çok önemli sonuçlara ulaşılacaktır. Nitelikli makaleler tarih ve toplum değerlendirmelerini takviye edecek, İslam düşüncesinin seyri ile ilgili çalışmalar gelenekçi çizgi ile Batıcı argümanları sarsıcı mahiyette olacaktır. Buradan, bu alanda eğitim görmüş veya bu alana ilgi duyan arkadaşlarımıza çağrı yapıyor ve uzun vadeye yayılacak çalışmalarla okuma yazma faaliyetlerine başlamalarını öneriyoruz.
Tarihin yanında edebiyattan bahsettik, aynı zayıflığımız bu alanda da geçerli. Edebiyatı sadece bir gönül eğlendirme uğraşısı olarak değil de toplumları dönüştüren bir güç olarak görüyorsak bu sahada da yapacak çok işimiz var. Tasavvuf çizgisinden tutun da Batılılaşmacı çabalara kadar hepsinde edebiyatın motor gücü görevini üstlendiğini görürüz. Halkın hurafeci ve Kur'an dışı din anlayışının büyük oranda sözlü ya da yazılı edebiyatla şekillendiğini, Batılı yaşam tarzının Tanzimatçı edebiyatçılarla Osmanlı toplumuna taşınarak cumhuriyete kadar kendi aydınlarını üreterek büyük bir ivme kazandığını nasıl görmezden gelebilir ve bu alanı hiç söz söylemeden terk edebiliriz?
Edebiyatı, tevhidi sorumluluklarımızı fazlasıyla yerine getireceğimiz sosyal bir alan olarak görmek ve tahrif edici, saptırıcı çabaları gün yüzüne çıkarmak, sahih örneklikleri ortaya koymak zorundayız. Bizi okuyup yazmak kurtaracak evet, ama ne yapacağımızı da bilmek durumundayız. Etrafımızda ziyan olan nice potansiyeller var. Bu branşlarda eğitim görmüş veya ona ilgi duyan dostlarımız var. Tembelliğin pençesinden hep beraber kurtulup acele etmeden birkaç önemli çalışma yapılsa bunların mutlaka arkası gelecek ve ülkede farklı bir damar insanlar tarafından görülebilecek, mesajımız yeni kanallardan daha kuşatıcı bir hâl kazanacaktır.
Edebiyat bahsini somut bir öneriyle kapatalım: Bir ekip çalışmasını gerekli kılan bu projede edebiyat tarihçiliği ve eleştirisi alanında belki de bir ilk olacak şekilde cumhuriyet dönemindeki İslami edebiyat ele alınacak. Bunu sınırlandırarak sadece romanlar için yapalım. Farklı din anlayışını temsil eden çok sayıda roman yayımlandı şimdiye kadar. Bu romanlar verdikleri mesajlardan beslendikleri din anlayışlarına, siyasi duruşlarından edebi değerlerine kadar tasnif edilip eleştiriye tabi tutulduğunda son kırk elli yılın fotoğrafını, bugünün durumunu elde edebiliriz. Bunu yaparken edebiyat tarihçiliğine de bugüne kadar yapılmamış bir alt başlık açarak bilimsel bir açılıma da imza atmış olabiliriz. Bu çalışmayı bütün edebi türler için yapmak elbette mümkün ve gereklidir.
Önemli bir birikime ve sarsıcı aşamalara sahip İslam düşüncesi her evre ve şahsıyla önemli hikayeler yaşadı. Heyecan ya da hayal kırıldıklarının edebi eserlerle dillendirilerek zamana şahitlik edilip gelecek kuşaklara aktarılmasını teklif etmeyi bile abes olarak görüyoruz. Müslüman edebiyatçıların bu tarzı besleyememesi bir talihsizlik olarak kalmamalıdır.
İslam düşüncesi bugün ciddi bir yetersizlik içindedir. Elbette bu olumsuzluk sosyal hayatta yaşanan zayıflıklarla yakından alakalıdır. İslam düşüncesine katkıda bulunmak, ona emek vermek her şeyden önce mümin olmanın bir gereğidir. Sadece ilahiyatlarda okuyanlar değil meslekleri, uğraşılan ne olursa olsun her mümin bu alanda katkıda bulunmalıdır. Özellikle çevremizde çok sayıda ilahiyatçı arkadaşımız var, iyi kötü literatüre aşinalığı olan bu arkadaşlarımızı emek ve birikimlerini heba etmelerini anlamak mümkün değildir. Gerek ülkemizde gerek İslam ve Batı dünyasında İslam düşüncesini ilgilendirecek yayın ve çalışmaların emperyalist kafir güçlerin İslam dünyasına "ılımlı İslam" gibi modelleri dayattığı bir vasatta takip edilip değerlendirilmesi, onlara güçlü cevaplarla mukabelede bulunulması son derece önemlidir. Böyleyken birçok arkadaşımız memuriyetlerin ve sıradan hayatların tutsaklığını aşacak bir irade göstermemektedir.
Türkiye'de İslam düşüncesi, Kur'an merkezli sosyal hareketler bütün boyutlarıyla değerlendirilmeyi hak edecek niteliklere sahiptir. Kur'an'ı, İslam düşüncesinin merkezine oturtarak tevhid ve adalet çağrısını düşünce ve pratikte somutlaştıran çizgimiz yayınlarıyla değerlendirmeyi fazlasıyla hak edecek düzeydedir. Binaenaleyh bu alanda da bir proje teklifi kaçınılmaz olmuştur: Haksöz, İktibas ve bunlarla aynı çizgiyi benimsemiş İslami dergilerin geçirdikleri aşamalar, topluma sundukları öneriler, dillendirdikleri İslam düşüncesinin niteliği gibi başlıklarda değerli çalışmalar yapılabilir. Bu dergilerde yayınlanan çalışmaların Türkiye'de bulduğu karşılıklar leh veya aleyhteki karşılıklarıyla incelenebilir. Öncesi ve sonrasıyla bir mukayese yapılabilir. Birkaç kişilik bir ekiple bu çalışmaları gerçekleştirmek, alt başlıklarla ilgili görev dağılımlarını isabetli bir şekilde yaparak mümkün olacaktır. Bu çalışmayı geleneksel ve modern yanlışlıklarda ısrar eden dergiler için yapmak da elbette ki son derece yararlı olacaktır.
İslam düşünce ve inancı ile ilgili proje çalışmalarına bir teklif olarak daha önce başka bir yazımızda da dile getirdiğimiz bir öneriyi yinelemekte fayda görüyoruz: Son yıllarda kutlu doğum haftası olarak yaygınlaştırman kutlamalar münasebetiyle Hz. Peygamber'i anlatan çok sayıda kitap ya da kitapçığın son derece düşük fiyatlarla satılarak piyasada yaygınlaştırıldığını gözlemliyoruz. Kur'an'ın değil de efsanelerin anlattığı bir peygamber anlayışını yaygınlaştırmaktan öte bir yarar sağlamayan bu kitaplarla ilgili kapsamlı bir çalışma yapılıp makale ya da kitap şeklinde yayınlanmalı, hakikat gün yüzüne çıkarılmalıdır. Bu çalışmalar külfeti fazla olmayan çalışmalardır ve gereken sadece biraz daha azimdir.
Sosyoloji alanında da yeterli çalışanlarımız yoktur. Halbuki Türkiye hiçbir zaman normal bir seyri yakalayabilen bir ülke olamadı. İslami veya diğer kesimlerin en azından Osmanlı son dönemiyle cumhuriyet dönemindeki evrimini inceleyip değerlendirecek çalışmalara ihtiyacımız var. Batılı düşünce kalıplarının çerçevesinden kurtarılıp özgür değerlendirme metotlarının geliştirilmesine ihtiyaç duyan bu disipline yeni bir karakter kazandırırken bize rehberlik edecek tarih ve toplum değerlendirmelerini önümüze serecek çalışmalar ortaya konulmalıdır. Halkın dönüşümünün İslamilik iddialarına rağmen hangi boyutlara ulaştığını farklı çalışmaları da dikkate alarak sünnetullah ekseninde örneklerle ortaya koymak sanırız ki faydadan hâlî olmayacaktır. Kapitalist hayat tarzının insanlara tek seçenek olarak dayatıldığı bir ortamda farklı çıkışların olduğunu göstermek, arızaları ortaya koymak tevhid ve adalet çağrımızın bir gerekliliğidir.
Örneklendirmeye çalıştığımız yukarıdaki alanlarla ilgili bizden ya da bize yakın sayılabilecek çalışmalar elbette vardır ancak buradaki değerlendirme ve öneriler bizim çizgimiz doğrultusunda ortaya konulması gereken çalışmalarla ilgilidir. Başka çalışmaların okuyucusu olarak kalmakla iktifa etmek sadra şifa bir tavır olmayacaktır.
Okumanın değerinin sözde başarısızlık ve yenilgi iddialarıyla düşürülmeye çalışılması bizim için sadece bir yıkım getirecektir. Birtakım siyasi hareketlerin ilkesiz yönelimlerine terk edilen tercih ve ümitlerin sahih bir çıkış getirmeyeceği aşikardır. Kendi düşünce ve tarzını beslemeyen hareketlerin muvaffakiyeti beklenebilecek bir şey değildir. İmanı sorumlulukları hatırlayarak uzantısı olacak çalışmalarda her türlü tembelliği aşmak, on yıllar öncesine ait bilgi birikimleriyle hareket etme uyanıklığından sıyrılmak zorundayız. İslam düşüncesinin sürekliliği ve kuşatıcılığını yaşamsallaştırmak bizim elimizdedir. Tevhid dininin çağrısını insanlığa bit kurtuluş umuduyla götürmek ilk önce okuyup yazmakla olacaktır; sürekli okuyup yazmak!