İlk kez Nisan 1991’de Söz adıyla çıkıp, bu ismin başka bir dergide daha önce kullanılmış olması sebebiyle 2. sayıda Haksöz olarak devam eden dergi, 25 yılını tamamlayıp 300. Sayısına ulaştı. Dergi, İstanbul’da çoğunluğu ilahiyat öğrencisi olan yazarların fikir öncelikli lokal bir çalışması olarak yayın hayatına girer.
Derginin ilk sayılarından itibaren iddiasının büyüklüğü gözlerden kaçmamaktadır. İlk sayısının birinci sayfasındaki başlığı “Mesajı Anlamak, İslam’ı Yaşamak” olan dergininöncelikli çabası en önemli çalışma metni olarak Kur’an’ı gören okurlar yetiştirmek üzerinedir.
Dergide imanın eyleme dönüşmesi gereğine vurgu yapan başlıklar göze çarparken, Halepçe katliamından Körfez Krizine, genel seçimlerden işçi grevlerine, dağılan SSCB’den Yugoslavya’ya, Cezayir’den Bosna’ya vs. gündemin sıcak gelişmeleri atlanmamaktadır.Derginin ilk sayıları gerek teknik olarak gerek metinlerin akademik dili olarak adeta öğrenci bülteni şeklindedir. Ve hakikaten amatördür. Ancak hedeflenen evrensel tevhidî mücadele sürecidir. Bu süreç en temel bilgi kaynağımız Kur’an ölçekli olarak tanımlanmakta ve dünyada olan biten her şeye bu rehber ışığında anlam verilmeye çalışılmaktadır. Bu yönüyle dergi öncülerinin dinî bilgiyi bir çıkar aracına dönüştürmeyi başarmış simsarları ürküttüğünü söylemek asla mübalağa olmayacaktır. Çünkü Haksöz dergisi ilk sayısından beri İslam’ı öğrenmek için Kur’an’ın gereği gibi okunmasına vurgu yapmış, onu anlamak için özel yetenek gerekmediğini, vahyin insani kabiliyetlere sahip her bireyi muhatap aldığını dillendirmiştir. Bu iddia Kur’an’ı anlamak için gramer, lügat, Arapça ilimlerini şart koşan anlayışlar tarafından tenkide tabi tutulmuştur ve bu tenkitler ilk sayılarda cevaplanmaktadır. Bazı şahısları dinî otorite kılmada kullanılan kavramlara (veli, evliya, zikir, gaybi bilgi…) Kur’an’ın yüklediği anlamları irdeleyen Haksöz dergisi çıktığı dönemde bazı ilahiyat hocalarının da takdir ve övgüsünü kazanmıştır.
Doğrusu derginin işlevini kavrayabilmek için derginin yayınlandığı dönemdeki Türkiye profilini iyi çizmek gerekir. Türkiye’de 1990’lı yıllar, 80 darbesinin otoriter tutumunun bir parça hız düşürdüğü, Turgut Özal’ın fikrî akımlara kısmi özgürlük alanları açtığı yıllardır. Bu sebeple Müslümanların da kamusal alanda bir parça görünür olduğu zamanlardır. Tek tük de olsa bazı yerlerde başörtülü olarak çalışan devlet memurları bulunmaktadır. Üniversitelerde katı başörtü yasakları uygulanmamaktadır. Özellikle İstanbul’daki üniversitelerde başörtülü fotoğraflar öğrenci kimliği dâhil tüm belgelerde kullanılmaktadır. Ancak Anadolu’daki bazı üniversitelerde başörtü ile okunabildiği halde başörtülü fotoğraflar resmi evraklarda kabul edilmemektedir. Bu da dinî temsiller karşısındaki resmî keyfi tutumu göstermektedir.
90’ların kısmi özgürlük ortamı şüphesiz yayın hayatına da yansımıştır. İslami camiada Haksöz, İktibas, Müslüman Genç, Yeryüzü, Tevhid, İzlenim, Gelecek, Umran, Değişim gibi sayısız dergi yayınlanmaktadır. Haksöz ise “Kur’an anlaşılsın diyeindirilmiştir.” ısrarıyla dikkatleri çeker. Dergi Türkiyeli Müslümanların yıllarca tartışılamamış sorunlarını tartışmaya açmıştır: Kur’an’ın anlaşılması ve lisan meselesi, Kur’an’ın akademisyenlerin kitabı olmadığı hususu, Kur’an’a abdestsiz dokunmak, yanlış şefaat anlayışı vs.
Dönemi tanımlamak açısından dikkat çekecek önemli hususlardan birisinin Müslümanların özgüven meselesi olduğunu söylemek gerekir.90’lı yıllar, Türkiyeli Müslümanların seküler dayatmalar karşısında ana kaynak Kur’an ile buluşmalarının bereketiyle özgüven kazandığı yıllardır. Laik cumhuriyetin İslam dinine ait tüm işaret ve izleri ortadan kaldırma çabası Türkiye’de elbette bir dönem de olsa başarılı olmuştur. Okullarda dindar kimliğe sahip öğretmen sayısı çok azdır, az sayıdaki bu öğretmenler de yasal kovuşturmaların ya da psikolojik baskıların tedirginliği ile İslami kimliklerini açıkça dillendirememektedirler. İlk ve ortaöğrenimde putlaştırılmış resmi idollerle büyümüş bir nesil Anadolu’dan büyükşehirlerdeki üniversitelere ulaştıklarında yol ayrımına geldiklerini fark etmeye başlarlar. Çünkü üniversiteler çoğunlukla seküler bir yaşamın hâkim olduğu ortamlardır. Üniversite hocaları laik söylemin birincil temsilcileri olarak davranmaktadırlar. Akademisyenlerin çeşitli sebeplerle düzenlenen etkinliklerde öğrencileriyle gayri ahlaki eğlence merasimlerinde bulunmaları, birlikte içki içmeleri çağdaş ve aydın olmanın bir göstergesi olarak kabul görmektedir. Üniversitelerde dindar kimlikli öğrencilere negatif ayrımcılık yapılmaktadır. Hocalar İslami kimliğini ilan etmekten çekinmeyen öğrencilere sınavlarda hak ettikleri notu vermemektedirler. Uygulamalı stajlarda, tez ve bitirme çalışmalarında keyfi ve haksız uygulamalarla Müslüman öğrenciler yıldırılmaya, cezalandırılmaya çalışılmaktadır. Hatta ahlaki değerleri fazla yozlaşmamış olduğu için üniversitelerdeki bu gayri ahlaki yapılara ayak uydur(a)mayan gençler de üniversitelerin hâkim çevrelerince dışlanarak yobaz, ecmainci, gerici yaftalarıyla yaftalanmaktadırlar.
Halkın yaşadığı İslam ise bilinçli bir İslami yaşayış değildir. Trabzon ilinde yaşamama rağmen üniversiteye başlayıncaya kadar, ‘Allah emretmiştir’ diye beş vakit namaz kılan eğitimli bir insanla, tesettürün Allah emri olduğunu bilerek giyinen bir tek kadınla yakın planda muhatap olmadığımı söylemem şimdiki nesil açısından abartılı bulunabilir. Yöremizde kadınların başlarında tesettürü sağlamayan bir örtü atalarımızdan bu yana hep olagelmiştir. Oruç atalarımızda da vardır. Ancak beş vakit namaz kılmak peygamberler gibi üstün vasıflı kişilerin yapabileceği bir ibadet olarak bilinmektedir. 11 ay boyunca içki içip ramazanda içkiyi bırakarak oruç tutmak bir erdem olarak görülmektedir. Aslında hâlâ Anadolu’nun heryerinde atalardan devralınan buçarpık din anlayışından örneklere rastlanmaktadır. Elbette ki bunda en temel sebep, bu coğrafya insanının ana kaynak Kur’an ile muhatap olamayışıdır.
Osmanlı’da eğitim, medreselere ulaşabilen az sayıdaki seçkinlerin elindedir ve bu medreselerde din adına okutulan kaynaklarbilhassa Farisî tasavvuf önderlerine aittir.Osmanlı döneminde dikkat çekecek nitelikte meal ve tefsir çalışması pek bulunmamaktadır. Cumhuriyetin hâkim ideolojisinin devrim ve inkılâp süreçli baskıları sebebiyle deyaşadığımız ülkenin insanlarının ana kaynak Kur’an ile tüm bağları kopartılmıştır. İnsanların inanma ihtiyaçları din adına anlatılan hikâye ve menkıbelerle giderilmiştir. Zamanla insanlar bu hikâyeleri Kur’an’ın, İslam’ın kendisi gibi algılamaya başlamışlardır.
Yaşadığımız ülkedeki bu olumsuzluk 1960’lı yıllar sonrasında yapılmış meal ve tefsir çevirilerinin etkisiyle 1990’larda tersine dönerek özellikle eğitimli çevrelerde meyveye durmuştur. Haksöz dergisinin çıkışını da bu meyvelerden biri olarak görmek mümkündür.
Haksöz, ilk sayısından itibaren vahyî doğruları gereği gibi kavramak, sosyalleştirmek ve hâkim kılmak çabasında tüm müminlerle dayanışmak amacını gütmüştür. Haksöz’ün Kur’an’a yaklaşımı hiçbir zaman salt mealci bir yaklaşım olmamıştır. O, Kur’an’ın okunmasının ve anlaşılmasının önündeki engelleri yok edip, Kitab ile insanlar arasına köprüler kurmaya gayret etmiştir. Hakikatin şahitliğini yapan Resulullah (s)’ın bütün yaşamını Kur’an rehberliğinde okumaya odakla(n)mıştır. Ve bu hususta usulî çalışmalar yayınlamıştır. Müslümanların inançlarına musallat olan zulme teslimiyetçiliğe, modern ve geleneksel hurafelere ve ölçüsüzlüklere karşı ıslah yollarını açmaya çabalamıştır. İslam coğrafyasındaki ıslahat öncülerine ve ıslah hareketlerine ait çalışmalar yayınlamıştır.
Haksöz, zalimlerin bütün baskılarına rağmen tevhidî inancımızı yaygınlaştırma hususunda kalemiyle, eylemiyle ödünsüz bir şekilde mücadeleyi öncelemiştir. Her türlü şirke, zulme, sömürüye, azgınlık, sapma ve saptırmalara karşı hakikatin şahitliğini yapmaya çabalamıştır. Egemen şirk sisteminin ürettiği sınıfçı, hizipçi, ulusçu saplantıları reddederek ümmet bilincini yaygınlaştıran tevhidî bir ölçütle hareket etmeye odaklanmıştır.
Allah’ın ayetlerini gizleyip çarpıtanların, Allah adıyla kitleleri aldatan fasıkların, amelsiz bilgileriyle büyüklük taslayan belamların planlarını deşifre etmiş, “İnsanları güzel öğütle ve hikmetle Rabbininyoluna çağır.” emrince davranmaya çalışmıştır. Vahyî doğruları dile getirirken kınayıcının kınamasından korkmamış, “Allah’a çağıran, salih amelde bulunan ve gerçekten ‘Ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” diyen ayeti temel şiar edinmiştir.
Gündelik çıkarlar, pragmatik ilişkiler yerine Allah rızası öncelenmiş, ilkesizliğe, hile ve yalana, pısırıklığa ve uyuşukluğa ödün verilmemiştir. Haksöz dergisi en önce emrolunduğu gibi dosdoğru davranan bir Kur’an neslini inşa etmeyi hedeflemiştir.“Nice az topluluk, Allah'ın izniyle pek çok topluluğu yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir.”ayeti düsturunca nitelikli insanlar yetiştirmeyi hedeflemiştir. Çünkü ancak böyle bir neslin yeryüzünün her bir yanında yaşayan ümmetin evlatlarının yaralarını sarma çabasına düşeceğini fark etmiştir.
Haksöz, coğrafyamızdaki bir işaret fişeğidir. En önce Kur’an’ı işaretlemiş, sonra ümmetin meselelerine ayet ayet çözüm aramıştır.Dergide küresel güçlerin, ulusal hezeyanların, heterodoks inanışların zorbalıkları, tutarsızlıkları ve sapkınlıkları ifşa edilmiştir.
Haksöz dergisi hiçbir zaman kişisel hobilerin ürününden ibaret olmamıştır. Kâr amacı güden ticari bir çaba da değildir. Haksöz, ölü dergiler mezarlığına dönmüş İslam coğrafyasında bilinçli okurlar ve yazarlar yetiştirmeyi başarmış bir fikir okuludur. Bunu bugün Haksöz Okulu ismiyle internet ortamına da taşımıştır. Bu sitede ayrıntılandırılmış konu başlıklarıyla Haksöz dergisinin yayınlanmış çoğu yazısına ulaşılabilmektedir. Bu çalışmanın daha verimli hale ulaştırılması temennimizdir.
Haksöz bir yazarlık okulu değildir. Meşhur yazarlar öncülüğünde yayın hayatına girmemiştir. Ancak her daim okuyan araştıran insanların bir aradalığı Haksöz’e ve ümmete nitelikli kalemler kazandırmıştır. Haksöz sayfalarında yayınlanan çalışmaları ile tanınmış pek çok isim Türkiye’nin yayın literatürüne girerek fikir ve sanat hayatına yeni açılımlar getirmişlerdir.
Haksöz, artık İstanbul merkezli bir dergi olmaktan çıkmış olup hem Türkiye’nin hem dünyanın birikimini sayfalarına taşımaktadır. Artık Anadolu’daki kardeşlerimiz İstanbullu yazarları utandıracak çalışmalarla Haksöz’e önemli katkılarda bulunmaktadırlar. Hatta son zamanlarda hazırlanan bazı dosyaların akademik niteliği bizi bile şaşırtmakta ve gururlandırmaktadır. Son yıllarda yayınlanmış Kürt sorunu, mülteciler, sosyal medya, özgürlük, İbn-i Arabi temalı yazılar buna örnek verilebilir.
Haksöz Okuru İken Nasıl Haksöz Yazarı Oldum?
Haksöz dergisini 1992 yılından itibaren arkadaşlarımızdan ödünç alarak okumaya başlamıştık. Bu dönemde başka dergilerin de düzensiz okuyucusuyduk. Bu dergiler içinden Haksöz’ün hayatımızda istikrarla kalmasında Haksöz’ün çoğunlukla öğrencilerin kaleminden çıkıyor olması sebebiyle heyecanını paylaşmamızönemli bir etkendir. Ancak Haksöz ile tanışmadan evvel İslam bizim için hayatın dışında bir yerde duruyordu. Haksöz ulaşılmaz raflardaki Kur’an’ı elimize vererek hayatımızın merkezine koymuş, zihin coğrafyamızdaki sınırları kaldırmıştır.
Haksöz yazarlarının çoğu gibi bizim de birincil işimiz yazarlık değildir. Çünkü Haksöz evladüi yalın rızkını temin için farklı mesleklerle iştigal eden insanların hakikate dair söyleyecek sözlerini bir dergi kanalıyla kitlelere ulaştırma çabasının adıdır. Haksöz ile tanıştığımızda üniversite öğrencisiydik. Okulumuz bitip ailelerimizin yanına döndüğümüzde inançlarımızı test etme zamanımızın geldiğini fark etmiştik. Ailelerimize sahip olduğumuz İslami kimliğimizi anlatmakta, kabullendirmekte zorlanmaya başlamıştık. Haksöz’de ilk ciddi yazımı o gün yazdığımı hatırlıyorum. “Çizgi Sahibi Olabilmek” başlığını taşıyordu. 1995 yılında yazdığım bu yazı her şeyden önce kendime bir telkindi. “Tuttuğun yoldan asla vazgeçme!” diyordum kendime. Bir baktım ki benim gibi pek çok kardeşimin benzer sancıları var. Sonra yavaş yavaş hepimiz sistematik ötekileştirmeleri yaşamaya başladık. Hepimiz ana baba evlatlarıydık, evlenip eşler olduk, bir ailenin gelinleri, çocuklarımıza anneler, mahallemizdekilere komşular, kurumlara memurlar, işletmelere işverenler/çalışanlar olduk…
Yaşadığımız dünya modern ve geleneksel pek çok cahilî kuşatmayla çevriliydi. Bu kuşatmalara karşı ‘mümin kadın’ kimliğimizle sosyal hayatın içinde var olabilme mücadelemizi öykü ve denemelerimizleduyurmaya çabaladık. Yaşadıklarımızı yazmaya, yazdıklarımızı da yaşamaya gayret ettik. İlahiyat fakültelerinde yoklama sırasında ‘burada’ diyen kız öğrencilerin günaha girip girmediğinin tartışıldığı bir vasatta kadınıyla erkeğiyle iffetli/ilkeli bir mümin dayanışmasının mümkünlüğünü hayata ve yazılarımıza taşımaya çalıştık. Bize bu özgüveni veren Haksöz dergisi olmuştur. Özellikle 28 Şubat sürecinde hayatımızın en büyük imtihanlarını buradaki kardeşlik hukukumuzla atlattığımızı söyleyebiliriz.Biz olabilmenin, zor günlerde dayanışmanın, hakkı ve sabrı tavsiyeleşmenin meyvelerini o günlerde topladık, zorlansak da burada ve bir arada kalabilmek için direndik. Çocuklarımızı bu minvalde yetiştirme noktasında da kardeşlerimizle dayanışma içinde olduk. Bu yönüyle Haksöz dergisi çevresinin dostluğu sınanmış bir dostluktur.
Geçmişte söylemleri sloganik bulunarak eleştirilen Haksöz dergisi bugün de sisteme entegre olduğu, resmî söyleme büründüğü, aşırı politikleştiği, kültür sanat konusunda zayıfladığı yönünde bazı eleştirilere maruz kalmaktadır. Haksöz, hiçbir kurum ve kuruluş desteği almaksızın tamamen gönüllülüğe/özveriye dayalı olarak çeyrek asırda aralıksız 300 sayı yayınlayan bir dergidir. Zorlu süreçlerde dahi hak bildiği doğruları söyleyip yaşamlaştırma çabasının delili bu sayılarıdır. Bu yayınlarda siyasi, ekonomik, güncel, tarihsel ve sanatsal her olay vahiy penceresinden okunmaya çalışılmıştır. Hiçbir beşerî hareket insani zaaf ve hatalardan münezzeh değildir. Bazı eksikleri de içinde barındırmakla beraber Haksöz, Kur’an’ın aydınlığına doğru yürüme çabasından asla vazgeçmemiştir. Haksöz, doğruyu her kim yaparsa yapsın yanında olmuş, yanlışı yapanın da karşısında durmuştur. Bugün resmi kuruluşlarca doğru yapılan işleri desteklediği gibi yanlış yapılmış icraatları da ifşa ederek, düzeltme gayretini sürdürmektedir. AK Parti iktidarının ümmet coğrafyasına dair doğru politikalarını desteklerken yanlış gördüğü işlere dair eleştirel tutumunu sürdürmeye devam etmektedir.
Son söz niyetine genç kardeşlerimize tavsiyemiz şudur ki mutlaka sistemli okusunlar. Tek bir Müslümanın dahi tembelliğine/duyarsızlığına ümmetin takatinin kalmadığını iyi bilsinler. Hem dünyada hem ahirette bir arada olmaktan huzur duyacakları Salih topluluklar için çabalasınlar. Doğru bilgiye ulaşmak için Haksöz’ün birikiminden de faydalansınlar. Dergimizi ve imkânları nispetinde diğer dergileri takip etsinler. Söz uçar, yazı baki kalır düsturunca yazarak tarihe not düşsünler ve yaptıkları çalışmaları bizlerle paylaşmaktan çekinmesinler. Canlı bir çevre dergisinde yazmak takdir ve eleştirilerin çabuk dönmesi sebebiyle genç kalemlere çok şey kazandırmaktadır. Yetenekleri ve eğitimleri doğrultusunda dergiyi daha profesyonel hale getirme, Haksöz’ü bizden sonraki nesillere taşıma cehdinde olsunlar.
Bizim gibi orta yaş ve üstü kardeşlerimize de tavsiyemiz şudur ki Haksöz dergisinin daha fazla okura ulaşmasına gayret etsinler. İmkânımız nispetinde bir yerine birkaç dergi alarak ilgili kardeşlerimize verebiliriz. Dostlarımıza dergi aboneliği armağan edebiliriz. Olurda bir kişinin daha Kur’an ile tanışmasına vesile olmanın ecrine nail oluruz.