"İslam'ı, onun geçmiş debdebeli çağlarını Bin Bir Gece Masalları gibi sunan hikayecilerden öğrenen, bunlarla büyüyen müslüman kuşaklar gün gelir bu büyülü hayallerden uyanır, bu seferde gerçekle, gerçek hayatın zorluklarıyla karşılaşırlar."
Bugün islam dünyası, Malik b. Nebi'nin yukarıda ifade ettiği ve büyük bir özlemle beklediği müslüman kuşağın gün geçtikçe büyüyen gelişimine şahittir. Dünün az sayıdaki gayretkeş müslümanının emekleri üzerinde yükselen bu kuşak ve onun gelişimi, Doğulu ve Batılı bir çok egemen unsuru rahatsız etmiş, emperyalizmin sadık uşakları oryantalistler en bilimsel maskeleriyle dikkatlerini bu konuda yoğunlaştırmışlardır.
Oryantalizmin nice ince hesaplarla ürettiği İslamcı, radikal, köktenci gibi tanımlar bugün artık kitlelerin zihnine iyice yerleştirilmiş, günlük magazin basınının, din ile az çok ilgisi olan sıradan insanların bile her gün kullandığı tanımlar olmuştur.
Kısaca, siyasi otorite istediğini elde etmiş; müslümanlar mesajlarından önce kendileriyle ilgili söz konusu kalıpların kitlelere ulaştırıldığını görmüşlerdir.
Müslümanlarla ilgili bu önyargıları zihinlere yerleştiren sadece siyasi otoriteler değildir, ya da siyasi otoriteler sadece kendi kurumlarıyla bunu yerleştirmiyor; adına geleneksel çevreler dediğimiz unsurlar da direkt ya da dolaylı olarak bu konuda onlara ellerinden gelen yardımı yapıyorlar.
Biz toplumumuzda bunun en bariz örneklerini, yakın zamanlarda müslümanların çeşitli sebeplerle yaptıkları eylemlere gösterilen tepkilerden verebiliriz.
Müslüman hanımların bu söz konusu çeşitli eylemlere aktif bir şekilde katılmalarının yarattığı şaşkınlık ve kızgınlık, laik çevrelerde ve çok tanınmış hocaefendilerin değerlendirmelerinde aynı yankıyı bulmuştu:
"Bunlar bizim bildiğimiz Müslüman kızlar olamaz, olsa olsa başörtüsü giymiş erkeklerdir."
Bu karikatürize ifadeler yanında, en bilimsel raporlar da hep aynı hedefi doğuyor. Çeşitli efendilere uyanışı engelleyici, saptırıcı malzemeler sağlamak, topluma da, çevrelerinde gün geçtikçe varlığını hissettiren bu uyanışı, kendi hedefleri doğrultusunda tanıtmak.
Bu büyük güçlerin engellemeleri yanında, müslümanların kendilerinden kaynaklanan bazı hata ve eksiklikleri de, bu yanlış anlaşılmalara istemeden yeni ilavelerde bulunuyor. Neyse ki, genelde tecrübesizliğin ve aceleciliğin, biraz da dış şartların ürünü olan bu hataların farkına varılması, son zamanlarda bunlarla ilgili değerlendirme ve öz eleştirilerin yapıldığının görülmesi sevindirici bir gelişme. Tabii bütün bunlarla birlikte bazı haksızlıkların yapıldığı da görülüyor; ama biz yine de bu tartışmaların ve öz eleştirilerin hem mesajımıza, hem de kendimize büyük katkılar sağlayacağına inanıyoruz. Özellikle bugün sahip olduğu kimliğe; bu kuşağın yaşadığı süreci bilinçli bir şekilde yaşamadan ya da bir zamanlar moda olan düşüncelerin etkisinde kalarak ulaşan, yaşadığı zorluklara çözüm üretemeyip değişimleri yaşamakta zorlanan, bir zamanlar bilinçsizce reddettiği değerlere yeniden dönüş yolları arayan, kendi hatalarını genelleştiren, bunalım edebiyatı yapan bazı kardeşlerimiz böylece bu tartışmalardan bazı olumlu sonuçlar çıkaracaklarını ümit ediyoruz.
Bizim bugün yaşadıklarımız Malik b. Nebi'nin ifadesiyle gerçekle, gerçek hayatla karşılaşmanın zorluklarıdır. Bu zorluklarla, engellerle niçin karşılaştığımız, bizi bunlarla karşı karşıya getiren unsurların neler olduğunu bir kere daha hatırlamak, bunların üstesinden gelebilmenin ilk adımı olan bilince erişmemizde önemli yararlar sağlayacaktır.
Her şeyden önce şunu ifade etmeliyiz ki; bizim bugün yaşadığımız, hem siyasi otoriteye başkaldırmanın, hem de gelenekçi unsurları karşımıza almanın getirdiği zorluklardır.
Siyasi otoritenin, kendisine başkaldıran diğer tüm hareketlerde olduğu gibi bizi de karşısına alması tabii gözükürken, İslam adına hareket edip de yine İslam adlı başka unsurlarla cedelleşmemiz bu vakanın dışında olan bazı insanlar için belki ilk başta garip gözükebilir. Oysa bu da ilki kadar tabii bir durumdur. Çünkü, bizim de üyesi olduğumuz bu müslüman kuşağın yükselişi, bu coğrafyada yıllardır din adına hareket eden geleneğin çizgisi dahilinde, onun sunduğu metod çerçevesinde olmamıştır. Gelişip büyüyen, geleneğin çizgisi, düşüncesi değil; bu gelenek içerisinde yer almış, onu tecrübe etmiş ve onun olumsuzluklarını aşmış olan insanların gösterdiği gelişimdir. Gelişen, bazı müslümanlar ve onların düşünceleridir.
Geçmiş, bize bugün sahip olduğumuz doğruların tecrübe edilmiş bir geleneğini ulaştırmış değildir. Bu anlamda geçmişle bağımız öylesine kopuktur ki, bugün çoğumuzun yaptığı, geriye dönüp kimler bizim gibi düşünmüş diye bakmaktır. Tabii bunu yaparken bazı ilginç durumlara düşenlerimiz de oluyor. Örneğin geçmişte yapılmış bazı tepkisel hareketleri bile kendimize mal etmek gibi.
Kısaca; bizi bugüne ulaştıran geleneğin o klasik çizgisi değildir, hatta çağında yapılmış bazı tepkisel hareketler bile değildir.
Yaşadığımız, hem atalar dinini karşımıza almanın, onun engelleriyle karşılaşmanın hem de geleneğin reddettiğimiz unsurlarının yerine yenilerini koymanın ya da koyamamanın geçici sıkıntısıdır. Bu unsurlar, yeni din anlayışları, dini reformlar değil; dinin belli bir geçmişe sahip ama yanlış bir şekilde oluşturulmuş kurumlarıdır. Yapılmaya çalışılan bunları yeniden düzenleme, yeniden oluşturma gayretleridir. Ki böylesi gayretler büyük zorluklarla devam etmektedir. Ama bizler biliyoruz ki, bunlar aramızdan birilerinin yaşaması, tecrübe etmesi gereken zorluklardır. Ki bu ulaşılan doğrularla yeni kurumlar yeni unsurlar inşa edilebilsin.
Bizler tarihin kutsandığı bir gelenekten geliyoruz. Din ile tarihin iç içe olduğu, tarihin efsanelerle, kahramanlarla örülü olduğu bir gelenekten. Ki bu efsanevi tarih, bir zamanlar bizi, Batıcıların ve resmi kurumların İslam'a saldırıları karşısında ayakta tutan yegane unsurdu. Savunmacı bir anlayışla da olsa geçmişten, kendimizi ve inanışımızı büyükleyici malzemeler bulduğumuzda aynı zamanda bizi ayakta tutabilecek dinamik unsurları sağlıyorduk. Ama bir müddet sonra bu dinamik unsurların bizi aynı zamanda durağan bırakan, geçmişle avutan unsurlar olduğunun da farkına varıyorduk, ilk olarak, geçmişin bu olağanüstü büyüklüğüne karşın biz müslümanları bugün aciz bırakanın ne olduğunu sorduğumuzda uyanışımız da başlıyordu artık. Bu sorunla ilgili yaptığımız her araştırma bizi biraz daha eskilere götürürken, Deccal'den, yahudiler ve masonlardan başlayan sebepler silsilesi, Kur'an'la tanışıklığın da artmasıyla birlikte, yerini müslümanlardan kaynaklanan sebeplere bırakıyordu. Tarihin tek bir tarih olmadığı gerçeğiyle başlayan bilgilenmemiz, tarihsel sürecin ve evrensel boyutun farkına varmamayı sağlarken, din adına aldığımız çoğu değerlerimizi de gün geçtikçe muğlaklaştırıyordu. Neticede vardığımız nokta tarihin bir anlamda gayb olduğu, ondan her türlü malzemenin çıkarılabileceği gerçeğiydi. Öyleyse din anlayışımızı, inanışımızı bu muğlaklık üzerinde inşa edemezdik.
Böylece bu gayb aleminde, bize gaybten sağlıklı yegane bilgileri ulaştıran Kur'an'ı keşfediyorduk. Ve bu tanışıklıkla birlikte her şey yeni baştan başlıyordu. Artık Batı karşısında duyulan ezikliklerin, kompleks duygularının harekete geçirdiği insanların yerini, Kur'an'ın yeniden yapılandırdığı, sorumluluğun, bilincin yeniden kazandırıldığı insanlar alıyordu. Ve çoğumuz müslüman olma vasfımızı bile yeni baştan kazandığımızı ilan ediyorduk.
İşte bugün yaşadığımız süreç, vahyin rehberliğinde her şeyi gözden geçirdiğimiz, düzelttiğimiz ya da yeni baştan inşa ettiğimiz süreçtir.
Yaptığımız, modernist bir anlayışla Din'e yeni ilavelerde bulunmak değil, tam tersine, bir zamanlar, yaşadığı çağın baskısını ve etkilerini İslam'a taşıyarak müslümanları saptıran, o zaman ki modernizmin ürünleri olan günümüze de gelenek adı altında gelen unsurları ayıklamaktır.
Yaptığımız; Kur'an'dan ve onun ışığında Resul'den temel, değişmez doğruları alıp, onları yeniden yaşama gayretidir.
Yaptığımız; müslümanları hayat sahnesinden silen sebebleri bulup bunları giderme gayretleridir. Bugün artık iyi biliyoruz ki, müslümanları yıkan, islam'ı tarih sahnesinden çeken en başta yine müslümanların kendileridir. Ve eğer islam adına hareket eden bu insanlar İslam'dan olmayan bu özelliklerini değiştirmezlerse bir daha asla tarih sahnesine çıkamayacaklardır.
İyi niyetli bir yaklaşımla bakarsak, belli bir bilince sahip müslümanların temelde tek bir saf halinde şu sözü söylediklerini görürüz: "Yeryüzünde ilahi bir sistem hakim olmalı. Kula kulluğa son verilerek, yeryüzündeki tüm otoriteler değiştirilmelidir."
İşte bunları söyleyenlere karşı bizim sözümüz de "Evet ama önce biz kendimizi değiştirmeliyiz. Bizi bugün güçsüz bırakan sebepleri bulup bunlardan vazgeçmeyi göze almadıkça o otoriteler asla ve asla değişmeyeceklerdir."
Bugün çoğumuzun vardığı nokta, bu söz konusu olumlu değişimde artık belli bir bilinçlilik içerisinde yaşamaya başladığımızda. Eskinin yuvarlanıp giden, bilinçsizce değişen insanlarının yerini artık değişimin yasalarını keşfetmeye çalışan bilinçli insanlar almıştır. Tabii bu bilinçliliğin hepimiz için aynı seviyede olduğunu da söyleyemeyiz. Çünkü bizi harekete geçiren farklı farklı etkenler vardır. Eğer açık bir sömürü altında yaşıyorsak, bizi harekete geçiren ilk etken; otoriteye duyduğumuz nefret ve bir an önce onu alt edebilme isteğidir. Böyle durumlar, bu sorgulayıcı süreci arka plana atarak kısa vadeli çözüm arayışlarına itmektedir.
İşte bizi bugün bekleyen en büyük tehlikelerden biri de kısa vadeli çözüm arayışlarıyla, tepkisel hareketlerde bulunma tehlikesidir. Oluşumunu dış etkenlere borçlu olan hareketlerin sağlıklı bir sonuca ulaşamayacağı açıktır.
Ama biz inanıyoruz ki müslümanların en azından bir kısmı bu sözkonusu değişim sürecini sağlıklı bir şekilde yaşamaktadır. Onları harekete geçiren, bir araya getiren islam'ın kendi iç dinamikleridir ve onlar kendilerini ve çağlarını bu şekilde ifade etmektedirler.
Bugün vardığımız noktanın, çok büyük emeklerin ürünü olduğunun bilincindeyiz. Din ile siyaset ayrımını çok daha önceki zamanlarda yapıp İslam'ı sadece uhrevi birdin haline getiren; egemen siyasi sultalarla barışık yaşamayı büyük nimet sayan bir gelenekten bugünlere gelebilmek gerçekten de büyük gayretler sonucu olmuştur. Vardığımız bu noktada doğrularımızı ne geleneğin ne de siyasi otoritelerin baskısına boğdurma niyetindeyiz. Tarihte bizim gibi düşünen inkılapçı müslümanların yaşadığı çoğu acı tecrübeler de önümüzde durmakta ve bize iyi niyetle de olsa kısa vadeli zaferler için tavizler vermememiz gerektiğini hatırlatmaktadır.
Yanlışların değiştirilmesi, doğruların yaşanılması hususunda ne otoritelerle, ne de kitlelerle pazarlığımız var bizim. Bugün bu doğruların sahipleri olarak ne maddi güç elde etme arzusu, ne de büyük kitlelere çabucak ulaşma kaygısıyla tavizler veririz biz. Çünkü bizi ayakta tutan; Kur'an'da bulduğumuz, Resul'de gördüğümüz, tecrübelerle büyüttüğümüz ideallerimizdir. Eğer sahip olunan doğrulardan taviz vermemek, bunları eğip bükmemek idealistlikse bu idealistliğin bedelini ödemeye de hazırız.
Nasıl isimlendirilirsek isimlendirilelim, bize ne denirse densin; bizler sadece ve sadece muvahhid müslümanlarız. Bu ümmetin derin uykulardan uyanmış çocuklarıyız.
Ve önümüzde uzun ve meşakkatli bir yol olduğunun da bilincindeyiz.