Gazeteciler ve Yazarlar Vakfınca organize edilen "Birlikte Yaşama Sanatı Hoşgörü 700 Sempozyumu" Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda 21-22 Eylül tarihleri arasında yapıldı. Cumhurbaşkanı Demirel'in himayesinde gerçekleşen sempozyumun amacının "uzun zamandır devam eden diyalog eksenli organizasyonlarının" bir devam olduğu belirtiliyor.
Sempozyuma yerli ve yabancı üniversitelerin bilim adamlarının yanı sıra siyasi partilerden de katılanlar oldu.
Sempozyumda ayrıca Makedonyalı araştırmacı İlhami Emin ve Şalom gazetesi yazarı Yusuf Altıntaş, Türkiye Katolik Cemaatleri Ruhani Reisler Kurulu Genel Sekreteri Georges Marovitch, Fener Rum Patriği Bartholomeos, Ermeni patriği II. Mesrob, Süryani Kadim Metropoliti Yusuf Çetin, Katolik Cemaati Ruhani Reisler Kurulu Başkanı, Lui Pelatre ve Musevi Hahambaşı vekili İshak Halev'a gibi kişiler de katılarak cemaatlerini temsilen birer konuşma yapmışlardır.
Farklı dünya görüşlerini savunan aydınların ve dini cemaatlerin temsilcilerinin katıldığı bu sempozyumda birlikte yaşamayı ve onun tarihteki temsilcisi kabul ettikleri Osmanlı tecrübesini tartışmışlardır. Fener Rum ve Ermeni patrikhaneleri, Süryani, Katolik ve Musevi cemaatleri "Hoşgörü 700" sempozyumuna tam destek vermişlerdir.
Sempozyumda Osmanlı'nın farklı din ve mezheplere karşı hoşgörülü yaklaşımı, Cumhuriyet Türkiye'sinde hoşgörü anlayışı, hoşgörünün İslami temelleri ve Batı'daki uygulamaları üzerinde durulmuştur.
Onursal Başkanlığını uzun süredir ABD'de bulunan Fethullah Gülen'in yaptığı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın bu sempozyumu katılımcıların çoğu tarafından desteklenirken Osmanlı ve hoşgörü, Cumhuriyet rejimi ve hoşgörü kavramları çeşitli yönlerden ele alınmıştır. Konuşmacıların ekseriyeti suya sabuna dokunmadan birbirlerini destekleyici sözler sarfederken bazen eleştirel yaklaşımların da olduğu görülmüştür.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. İlber Ortaylı konuşmasında "hoşgörü kavramını kullanmanın hoşgörü için yeterli olmadığını" belirtirken, hoşgörü meselesinin uzun yıllar içinde oluşan karşılıklı değişim ve alışveriş meselesi olduğunu vurgulamıştır. ABD'nin hoşgörüye dayalı sistemini eleştiren Ortaylı, hoşgörü kapsamına alınmayan zencileri Meksikalıları ve Kızılderilileri örnek verirken, hoşgörünün mutlak model olmadığını öne sürmüştür.1
Yine konuşmacılardan Toktamış Ateş "Demokrasi bir yaşam tarzıdır. Demokraside olmayan özgürlük Cumhuriyet'te de yoktur. Cumhuriyet içinde demokratik yapıyı yok etme özgürlüğü bulunmamaktadır" biçimindeki sözleriyle toplantıya katılanlara kendine göre gerekli uyarıyı yapmış oluyordu.
Birlikte Yaşama Sanatı/ Hoşgörü 700 sempozyumu taraftarı malum Zaman Gazetesi 23 Eylül 1999 sayfa 3'te başörtülü öğrencilerin üniversite kayıtlarında çektiği çileleri anlatan şu satırlar sanki bu sempozyumun bir gösterişten bir hayalden ibaret olduğunu anlatıyordu: "Aşağılayıp kapı dışarı ediliyorlar." Marmara Üniversitesini kazanan başörtülü öğrencilere tam bir Çin işkencesi yapılıyor. Teknik Eğitim Fakültesine kaydı yapılmadığı için günlerdir okul bahçesinde bekleyen Sare Yıldız, başından geçenleri şöyle anlattı: Kayıt için vekalet hazırlayıp avukatlara verdik. Fakat çeşitli yalan ve bahanelerle kabul edilmedi. Avukatlar tartaklandı. Evraklarımız avukatlarda. Mahkemeye gideceğiz. Burada insanı aşağılıyorlar. Bazen iterek kapıya çıkarıyorlar." Haber böyleydi. Sanki bu olayın geçtiği ülke bir başka yerdeydi. Sempozyum ise başka bir yerde. Bu kadar ilim adamı sıfatlı, din adamı görünümlü şahsiyetler maalesef yaşanan acı gerçekleri göz ardı ederek nasılda yalan söyleyebiliyorlardı. Güya Cumhuriyet döneminde hoşgörü varmış. Sempozyumun göklere çıkarıldığı bu sayfanın hemen alt tarafında devletin bakanı Hikmet Sami Türk cezaevlerindeki mafya çatışmasını "cezaevi değil, cephanelik" diyerek mevcut rejimin kurumlarının çürümüşlüğünü resmi ağızdan itiraf ediyordu.
Gazeteci ve Yazarlar Vakfı I. ve II. Abant Konsilini daha önce toplamış, resmi zevatla bu toplantının neticelerini rapor etmişti. "75 yıllık laik kemalist devletin tehdit ve tekliflerine karşılık Fethullah Gülen cemaati ile birlikte hareket eden bazı akademisyen ve aydınlar, İslamı ve müslümanları devletin bekası için kullanıma uygun bir forma sokmaya çalışıyorlar. Allah'ın dini ve rızası için canlarını, mallarını, makamlarını feda edemeyenler; canlarını, mallarını makamlarını korumak için, Allah'ın dinini ve rızasını feda ediyorlar."2 II. Abant konsilinde Mustafa Kemal'in dinin özüne değilde eskimiş kurumlara karşı çıktığını söyleyenlerin, "Birlikte Yaşama Sanatı Sempozyumu"nda bu eskimiş kurumları hoşgörü adına övme ve yaşatma yarışına girdikleri görülmüştür.
İnananların her yerde zulüm gördüğü bir ülkede hoşgörüden bahsetmek, üstelik bunu zulmedenlerle birlikte kardeşmişçesine toplantılarda dile getirmek İslama göre mümkün müdür? Kendisi "ekümenik hoca efendi" sıfatıyla hoşgörü gösterisi yaparken, ekonomik, siyasi, kültürel yapısıyla bütün bir zulüm sistemini meşrulaştırmış ve insanların gözünde bu sistemi sevimli hale getirmiştir.
Bu bakış açısı zalimlerle mazlumları, kafirlerle müminleri, sömürenlerle sömürülenleri aynı kefeye koymakta ve onların konumlarını uygun bularak eleştirmemektedir. Bu ise zulme rıza göstermektir. Kur'an inanmayanlara karşı hep birlikte savaşmamızı emrediyor. Bir kere Osmanlı Devleti'nin sahip olduğu saltanatçı din anlayışı bugünkü egemen rejimlerin işine gelmektedir. Padişahlar din adamlarından istediği fetvayı almışlar ve saltanatlarını hiç bir engelle karşılaşmadan sürdürmüşlerdir. Arada sırada örgütlü olmayan bireysel karşı çıkışlar da bu sistemin değişmesini sağlayamamıştır. Cumhuriyet rejiminin sadece adının cumhuriyet olmasından başka Osmanlı rejiminden pek de farkı yoktur. Padişahlık isim değişikliği ile devam etmektedir. Gene kişiler putlaştırılmakta, zulme karşı ses çıkarılmamakta, insanlar sürü yerine konmaktadır. Asırlardan beri hurafeci bir din anlayışının müntesipleri olan klasik ulema geleneği bugün, artık Kur'an'ın toplumların gündemine girmesiyle yerini devrimci bir İslam anlayışına terk etmelidir. Kur'ani İslam anlayışı zulme, sömürüye, iki yüzlülüğe karşı onurlu bir uyanışı ve direnişi de beraberinde getirecektir.
Hoşgörü, insan hakları, demokrasi, laiklik gibi söylemler Batı'nın aydınlanma süreci neticesinde ortaya çıkmış bizim toplumsal yapımızla ilgisi olmayan ve İslami açıdan da yaratıcıdan bağımsız, seküler bir dünya görüşünü temsil eden kavramlardır, insan ilahi iradeden bağımsız bir kimlik ortaya koyabilir mi? Kur'ani kimliğimiz ilahi iradeyi dışlayarak O'ndan bağımsız bir yapı ortaya koyamayacağımızı bize söylemektedir.
İflas eden bir sistemin -denize düşen yılana sarılır misali- kendisini sağlama alacak payandalar aramasını ki bu yıllarca karşı çıkmasına rağmen din bile olabilir; güven verici bir tavır olarak görülemeyeceğinin bir işaretidir.
Dipnotlar
1- Edibe Sözen, Zaman Gazetesi, 23.9.1999 İletişim Yazıları
2- II. Abant Platformu: Münafık Üretmeye Engel mi Katkı mı? Kenan Alpay, Haksöz sayı: 101, sayfa: 30.