7 Haziran 2015 genel seçimlerinde, AK Parti, kurulduğundan bu yana ilk defa hükümeti kuracak çoğunluğu sağlayamadı. Bu arada büyük maliyetlerle sürdürülen çatışmasızlık süreci PKK’nın Viranşehir eylemiyle fiilen son buldu. Bu süreçte HDP’nin koalisyon fikrine başından itibaren muhalefet etmesi, AK Parti açısından “Kürt cephesinin” siyasal anlamını işbirliğinden çatışmaya taşıdı. Süreç içinde parti içi iktidar mücadelesinde zayıf düşen MHP liderinin “cumhurbaşkanlığı sistemine” destek vereceklerini beyan etmesi ve sonrasındaki sürecin siyasi rakiplerinin yargı destekli tasfiyesi ile sonuçlanması, siyasette kartların yeniden karılmasına ve AK Parti-MHP ittifakı karşısında CHP-HDP kanadının oksimoron yakınlaşmasına yol açtı.
“Muhafazakâr demokrasi” kavramıyla, içi boş olsa da devlet ve toplum nezdinde meşruiyet sağlayan yeni bir siyasi etiket üretmeyi başarmış olan AK Parti, Gülen kültü ve Kürt sol milliyetçiliğinin “sınır tanımayan” muhalefeti karşısında, hem devlet hem de geniş toplum kesimleri nezdinde kendisine geniş bir meşruiyet alanı sağlayacak yeni bir söylemsel mobilizasyon aracı geliştirdi. Kendi içinde çelişebilme potansiyeline sahip, şiir okuyucusunun şiire kendi tadını atfetmesi gibi, farklı anlamlandırmalara açık işlevsel bir şiar üretildi: “Yerli ve milli”.
Böylece Kasım 2015 seçimlerine giderken billboardlarda “550 yerli ve milli vekil” sloganını okuduk. Cumhurbaşkanı Erdoğan CHP ve HDP’yi çeşitli vesilelerle “yerli ve milli” olmamakla eleştirdi. Bu durumda zımni olarak MHP’nin bu kapsamda görülmediğini anlamış olduk. 2015 yılına kadar CHP ile milliyetçilik ortak paydasında, hem söylem düzeyinde hem de sandıkta AK Parti adaylarını seçtirmemeye dönük ittifaklar yaparak sert bir muhalefet sergileyen MHP, artık “yerli ve milli” cephenin bir parçasıydı.
“Yerli ve milli” söylemi Türkiye siyasetinin temel ekseninin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a şahsi sadakat etrafında yapılanan “yeni” AK Parti tarafından yeniden tanımlanma çabasına tekabül etmektedir. 1950’lerin inkılâpçı-mürteci söylemine yansıyan merkez-çevre çatışması 1960’lardan sonra sol-sağ bölünmesine dönüşürken, CHP’nin “ortanın solu” ile AP-MSP-MHP blokunun “milliyetçi cephesi” siyasetin bölünme eksenlerini yansıtan etiketlerdi. 12 Eylül sonrasının “Türk-İslam sentezi” hem toplum hem de devlet nezdinde karşılığı olan yeni bir konumlanmayı ifade etmekteydi. AK Parti, Gülen kültü ile HDP/PKK’nin “meşruiyet”ini sorgulayan ve CHP’nin İslamofobik laiklik anlayışını reddeden yeni bir siyasi eksen arayışını “yerli ve milli sentezi” ile ifade etti. Bu muvacehede, AK Parti ve devleti “taşeronlaşmış” sekter çıkarlarının Truva atı olarak kullanan Gülen kültü, yabancılara hizmet eden ve Türkiye’nin çıkarlarını gözetmeyen bir hareket olarak hem yerli değildi hem de milli olmaktan uzaktı. Aynı durum PKK için de geçerliydi. Böylece seçmen nezdinde yüzde 50+1’i hedefleyen kutuplaştırıcı iktidar konsolidasyonu formülü, MHP’nin de rezerv desteği ile güvenceye alınmış oldu.
Bu söylemin “yerli ve milli” iktidar formülüne dâhil etme başarısı gösterdiği iki kesim daha vardı: “Sol Kemalist” Ergenekoncular ya da Perinçek grubu ile sivil ve askerî bürokrasinin geleneksel Kemalist kanadı. Gülen kültünün devletten tasfiyesi ve HDP-PKK üzerinden genel olarak Kürtlerin siyasi bir aktör olmaktan düşürülmeleri, bu kesimlerin siyasi tahayyüllerinin açık bir izdüşümünü temsil etmekteydi.
Mısır İhvanının ‘Rabia Meydanı’ ile sembolleşen zulme karşı başkaldırısının “yerli ve milli” temellükü, “tek devlet, tek bayrak, tek vatan, tek millet” olarak dolaşıma sokuldu. Ünitarist ulus devletin klasik şiarlarının bu şekilde kutsanması, AK Parti seçmeninin bilinen dinî duyarlılığını bütünüyle milliyetçi bir kulvara taşıdı. 15 Temmuz darbe girişimi, Gülen kültü bağlamında bu şiarın haklılığını tescil ederken, PKK-PYD ve özellikle Irak’taki Kürt oluşumlarına karşı geliştirilen siyasi dil, giderek anti-Kürt bir nitelik kazandı. Böylece milliyetçi-Kemalist çizgi AK Parti’nin “yerli ve milli” şiarı üzerinden kendi politikalarının tecessüm ettiğine şahit oldu.
Son tahlilde AK Parti’nin yerli ve millisi, ABD ve Avrupa ile bölgesel vizyonların örtüşmemesi, içeride iktidarda kalabilmek ve 7 Haziran şokunu atlatabilmek için milliyetçi dile dönülmesi suretiyle Kürtlük ötekileştirilmesi ve ABD ve Avrupa ile ilişkilerin çatışma üzerinden yeniden tanımlanmasına tetabuk etti. “Yerlilik ve millilik” daha önceki siyasi ve ideolojik yelpazenin bütününü kuşatan tüm yerli ve milli anlayışları yansıtan “gökkuşağı” bir “yerlilik ve milliliğe” tekabül ederken, aynı zamanda bir iktidar konsolidasyonu formülü olarak tecelli etti.
Mevcut halde şahit olduğumuz “yerlilik ve millilik” anlayışı, demokratik çoğulculuğu yok saymanın ve siyasi muhalefeti gayrı meşrulaştırmanın popüler ideolojik aracı olarak işlev görmektedir. Süregelen bu anlayış, kendini “bizden olan (yerli), bizi düşünen (milli)” olarak sunan ve bunu, “bizden olanın ve bizim için olanın” ne olduğu konusunda farklı düşünme imkânını ortadan kaldıran paternalist ideolojik-siyasi bir haklılaştırma aracı olarak kullanan, bir’leştirmeyi değil tek’leştirmeyi hedefleyen, milliyetçi-devletçi anti-politik bir söylemi temsil etmektedir.
“Biz bize benzeriz”ci Kemalist şiardan İslam’ı ve Anadoluluğu esas alan Anadolucu harekete, “yüzde yüz yerli ve milli” olmayı hedef olarak koyan MHP’nin “Dokuz Işık” doktrininden, yerli sanayi ve milli ekonomiyi önceleyen ve milli olanı dinî olanla ilişkilendiren “Milli Görüş” geleneğine uzanan ve tüm bunlara bileşiminde yer veren AK Parti’nin “yerli ve milli” olma söylemi, laikliği dinî duyarlılıklarla çatışan bir ilke olmaktan çıkarırken, İslam’ı milliyetçiliğe uyarlayarak toplumsal tecanüsü birlikler değil teklikler üzerinden yakalamayı hedeflemektedir. ABD ile AB’nin Türkiye’yi oturtmak istedikleri “muharrik-i bizzat” olmayan çizgiyi reddederken, bunu aynı zamanda iç iktidar konsolidasyonunun bilinçli bir enstrümanı olarak kullanan AK Parti’nin “yerli ve milli” ekseni, İslami hassasiyetleri yansıtmaktan ziyade, iktidar konsolidasyonu için geliştirilmiş, toplumsal kuşatıcılıktan çok ayrışmayı veri olarak alan ve bunu derinleştiren hamasi bir siyaset dilidir. Bu siyaset dilinin yerlilik vurgusu, paradoksal bir biçimde İslamofobik laikler tarafından “İslamilik” olarak algılandığı için karşılık bulmazken (Kurucu Kemalist elit, İslam’ı Araplara ait olarak gördüğü için yabancı saymaktaydı!) “birlik” temasına dayandırıldığında Anadolu’nun çoğulluğunu veri alacağı için de milliyetçi kesimi memnun etmekten uzak görünmektedir. Bununla birlikte, yerlilik “teklikler” üzerinden kurulduğunda bu problem ortadan kalkmaktadır ve uygulamada şahit olduğumuz da budur. Millilik ise seküler ve dinî versiyonlarıyla hem dindarları hem de sekülerleri birleştirici olmaktan uzak olsa da bu iki kesim arasında Kürt/Kürtlük karşıtı söylem üzerinden bir kesişme alanı oluşturduğu, Kuzey Irak’taki referanduma gösterilen tepkide açığa çıkan siyasi dil üzerinden okunabilmektedir.
Bu arka plan üzerinden bakıldığında, “yerlilik ve millilik” şiarı, Müslüman kimlik açısından sosyo-politik şartların mahsusiyetinde ortaya çıkan bir umumi maslahat okumasında yansıma bulabilse de asla bir kimlik bileşeni olma vasfı taşımaz ve Müslüman siyasi benliğini tanımlayıcı bir konuma oturtulamaz. Yerlilik-millilik arasındaki gerilim bir tarafa, insanlık için hayrı temsil eden ve hakka şahitliği mümeyyiz vasfı olması gereken “vasat ümmet” anlayışı açısından, asli değil ama maslahata tabi alanda farklı yorumlamalara kabiliyeti olan “müştak” bir mülahaza olarak görülebilir.
Yerlilik-millilik ekseni ABD ve AB’nin İslamofobik ve emperyal siyasetlerine bir itirazı temsil eder gibi görünse de iç iktidar konsolidasyonu için işlevsel bir araç olarak kullanıldığından son derece kırılgan bir mahiyet arz ettiği için, bu kırılganlıktan doğacak pragmatik mülahazalar bu şiara ilkesel bir değer atfetmeye engeldir. Aynı durum Müslüman dünya ile geliştirilen ilişkilerin Batılı çıkarlardan bağımsızlaştırılması sürecinde de görülebilir. Batı sadece ABD ve AB’den ibaret değildir; Rusya da Batı’dır, yerine göre Suriye ve İran “rejimleri” de. Güç kısıtları, reel politik gereklerin belirleyiciliği ve iç iktidar konsolidasyonunun tayin ediciliğine göre biçimlenen bir “yerlilik ve milliliğin” Müslüman siyasi benliği için bir mücadele ekseni sunması söz konusu olamaz. Hem devlet, hem toplum hem de fert ölçeğinde Müslüman bilinci uyaran yegâne şey “hakka doğru şahitler olabilme” kaygısıdır. “Yerlilik ve millilik” buna dayandığı ve buna uyduğu sürece anlam taşıyabilir.