Geçtiğimiz günlerde, Kanal 6 televizyonunda gençliğin beklentilerinin ve sorunlarının tartışıldığı bir programın, kimi hususları görmek ya da en azından hatırlamak açısından önemli olduğunu düşünüyoruz.
Oturumda, demokrat geçinenlerin müslümanlar söz konusu olduğunda hoşgörülü olmayı bir ihsan, bir lütufmuş gibi anladıklarını ve sunduklarını bir kez daha gördük. En başta programın hazırlayıcısı ve sunucusu kişinin şahsında tebarüz eden bu görüntü, özellikle Meclis'e girme isteğini ifade eden ve halkın teveccühüne mazhar olmuş bir bayan söz konusu olduğunda daha bir aşikarlaşıyordu. Beyimiz, söz konusu hanımın Amerikan vatandaşlığı iddiasını diline persenk ederek güya yerliliği, milliği övüyor, önemsiyordu. Hani derler ya: "dinime dahleden (karışan) bari müslüman olsa"...
ABD yöneticileri ile bir dakika görüşmeyi bile bayram sevincine dönüştürenler bu ülkenin yöneticileri ve medyası iken; Amerika'nın uydusu bile değil uşağı olmayı sabahtan akşama kadar kutsarken, bu kadar sahte milliyetçilik, bu kadar göstermelik antiemperyalistlik ancak, utanma, arlanma bilmeyen, ikiyüzlülüğü meslek edinmiş, düşük ahlaklı insanların bir karakteri olmalı. Son olaylarda ABD vatandaşlığı konusunda eski solcuların daha bir ateşli oldukları görülüyor. Ne de olsa serde devrimcilik var. Hem, adamlara çok da görmemek gerekir, uzunca bir zamandır şöyle ağız tadıyla bir ABD karşıtlığı ortaya koyamamamışlardı. Holding yöneticiliği, kartel yazarlığı gibi yoğun işlerinden fırsat da bulamıyorlardı. Merve Kavakçı olayı çoktandır özlemini çektikleri muhalifliği nostalji tadında yaşatmışa benziyor. ABD'nin hala İncirlik üssünü babasının çiftliğinden farksız kullanımı gibi sıradan olaylara gelince, bu, "eski tüfekler" için "incir çekirdeği" mesabesinde sayılmalı. Asıl antiemperyalist savaşım M. Kavakçı olayında ortaya konmalıydı. İşte Kanal 6'nın mezkur programının yöneticisi şahıs da böyle düşünüyor olmalıydı ki, habire "abalıya vuruyordu".
Programa sanatçı, öğrenci kimliğiyle çağrılan "laikliğinden şüphe olunmayacak" bir gencin ortaya koyduğu İslam'a ve müslümanlara saygılı, olgun ve oturaklı tutum ise jakoben, tek parti faşizminin günümüz temsilcileri için hiçbir şey ifade etmiyordu. İnsanların hızla kutuplaşmaya doğru gittiği, götürüldüğü bir ortamda sayıları az da olsa erdemli insanların varolduğunu görmek sevindiriciydi. Yine bu durum "diğer mahalle sakinlerinin" içinde de mutedil, farklı insanların bulunabileceğini görmek açısından üzerinde durulması gereken bir örnekliğe işaret ediyordu.
Kemalist ideolojinin bilim anlayışının ve zorbalık arzusunun boyutlarını ve sefaletini sergilemesi bakımından yabancısı olmadığımız tavırların sıkça ortaya çıktığı oturumda, bayan bir öğrencinin başörtülüleri kastederek söylediği sözler ilginçti. Mealen diyordu ki, "Bunlar bilime, yani evrim teorisine inanmıyorlar o halde üniversitelere de sokulmamalılar." Gerçekten de neresi düzeltileceğine karar verilemeyecek kadar müşkil bir zihniyet fukaralığı söz konusuydu. Batı'da bile miadı dolmuş kimi teorilerin hala bilim diye pazarlanması ve buna iman derecesinde bağlanılması bağnazlık ve yobazlığın asıl kimlere sıfat olması gerektiğini, hurafe ve dogmalara kimlerin sahip olduğunu da bir güzel gösteriyordu.
Kemalistliğiyle övünen bir öğrencinin mini etek, başörtü kıyaslamasında tercihini birincisinden yana koyarken söylediği "çünkü ortaçağ sembolü değil" deyişine ise tümden katılmak mümkündü. Şöyle ki; modern paradigmaya, ilerlemeci tarih anlayışına göre, mini etek ve onun bir evvelki aşaması olan "çıplaklık" taş devrine aitti!!! Yine belki de aynı sebeple kimi "çağdaş aydınlar" fahişeliği "en eski meslek" diye tavzih ediyordu. Aslında laiklikle mini etek arasında kurulan ilgi sıradan bir ilgi değildi, hele hele de dil sürçmesi hiç değildi. Türkiye'de öteden beri, ahlak fukaraları işledikleri haltlara karşı laiklik şemsiyesi altına sığınmışlardır. Çoktandır laikliğin fiiliyatta ahlaksızlıkla anlamdaş gibi okunmaya çalışılması, onun koruyucu kanatlarına duyulan ihtiyaçtan ileri gelmektedir.
Bugün, Cumhuriyet Türkiyesi'nin görüntüsünü fotoğraflamak isteyenlerin objektiflerine en başta hırsızlığın, fuhşun, rüşvetin, içkinin, kumarın ve adaletsizliğin bütün türevleriyle birlikte takılması söz konusu bu laiklik yorumuyla yakından ilgilidir. İslam dinini kamusal alandan uzaklaştırıp neredeyse toplumsal alana da müdahale edecek olanların 75 yıllık uygulamalarının yol açtığı perişan görüntüler, her alanda, her yerde yapılıp edilenlerin yanlışlığını haykırmakta değil midir? Kemalist ideoloji, dinin yerini alacak, insanları kuşatacak, ahlaki bağlayıcılığı olan hiçbir şey koyamadığı içindir ki, bugün "dürüst İnsan" mumla aranmaktadır. Başörtüsü sorunu karşısında oluşan, saflaşmayı da bu bağlamda ele almak gerekir. Yani bu noktadan sonra, başörtüsü sıradan bir örtünme isteğini değil, aynı zamanda ahlaklı ve dürüst kalabilme isteğini de sembolize etmektedir. Mini eteği siyasal bir simge düzeyine yükseltip, başörtüsüne karşı konuşlandıran söz konusu laik tutum ise söylediklerimizi sadece teyid etmektedir.
Bütün bunlardan başka olarak, mezkur programa katılan tesettürlü kardeşlerimizin şahsında ortaya çıkan olumlulukların ve kimi eksikliklerin de üzerinde durulmalı diye düşünüyoruz. Özellikle özgüven ve medeni tavır açısından bir hayli müsbet bir görüntü arzeden genç insanları kutlamak gerekir. İslam hakkındaki bilgileri tümden asılsız uydurmalara; müslümanlar hakkındaki bilgileri ise yıllarca karikatürize edilen bir dudağı yerde bir dudağı gökte insan azmanı "masal" tipiyle sınırlı olanlar için böylesine "gerçek insanların" varlığı düşündürtücü olmalıdır. Ya da öfkelendirici...
Resmi ideolojinin çizdiği hayali, uyduruk müslüman tipine (karikatürüne) "okumuş" müslümanlar uymadığı için mi egemen iradenin temsilcileri her türlü yasağa sarılıyorlar? Cevabı hiç durmaksızın "evet" olabilecek bundan başka hangi soru olabilir kil?
Yeri gelmişken burada bir küçük hatırlatma belki de özeleştiri yapmakta fayda olduğunu sanıyoruz. O da, çizilmek istenen malum müslüman tipini oluşturma hususunda kimi cemaat ve tarikatlerin de azımsanamayacak gayretlerinin olduğudur. Müslüman olmayı ille de "özel" bir giyime kuşama hasreden bütün dini hassasiyetlerini, ilgilerini, yoğunluklarını bu ve benzeri şekilselliklere teksif edenlerin, daha derinlikli, içerikli ve önemli alanları ihmal etmeleri, bunlara fırsat bulamamaları da müslümanlar için daraltıcı, oyalayıcı ve hatta bazen saptırıcı sonuçlara yol açabilen bir büyük açmaz olarak durmaktadır. Bunları söylerken herhalde, şeklin, biçimin önemsiz olduğu gibi bir düşüncemiz olmadığını belirtmek gereksiz olmalıdır.
Hasılı kemalist ideolojinin görmek ve göstermek istediği müslüman tipolijisinin gerçekliğine inananların etkisi sebebiyledir ki, "kenarda köşede duran", onlarca insan, müslümanları "bedeviler" gibi düşleyebilmekte ve meşhur yaftaları olan gericilikle itham edebilmektedirler. İslam'a karşı beslenen düşmanlıkların ve oluşturulan önyargıların gerisinde, bizden kaynaklanan bu tür zaafların rolünün önemi hatırdan çıkarılmamalıdır. Maruz kalınan suçlama ve iftiralar karşısında karşı tarafın haksızlığı kadar, buna imkan veren; düşmanın ekmeğine yağ süren akılsız dostlara dikkat etmek ve çekmek gerekir. Cephe ve taraftarlık psikolojisi özeleştiriye mâni olmamalıdır.
Kanal 6 televizyonundaki programa katılan özellikle de tesettürlü hanımların yüz ağartan tavır ve tutumları "aklı başında" örnek müslümanların halini yansıtması bakımından da önemlidir.
Gençliğin sorunlarının tartışıldığı bu programda müslüman gençleri sadece başörtüsü sorununa hapsetme girişimlerine de tanık olduk. Herhalde muhaliflerimizin bu "sıkıştırma" operasyonunu aşacak "çok yönlü" ilgilere ve bilgilere sahip olma çabalarımız artılarak sürdürülmeli. Temel ve öncelikli bir konu olarak başörtüsü sorunu ve buna bağlı olarak ortaya çıkan özgürlük ve hak ihlallerinin konuşulması, olmazsa olmaz kabilinden mutlak ve muhakkak iken; karşı karşıya kaldığımız sorunların çokluğu ve birbirleriyle olan yakın ilişkisi göz önünde tutulduğunda geniş ve değişik alanlardaki ilgilerimiz, elimizi kuvvetlendiren unsurlara dönüşecektir. Bu durum öncelikleri ve hedefi kaybettiren bir dağınıklıktan ziyade, hedefi "farklı yerlerden" de vurmaya yarayan imkanlara delalet eder. Programda üniversiteye girişle ilgili yeni düzenlemeler işsizlik ve sömürü bağlamında dile getirilen eleştiriler yetersiz de olsa bu çerçevede ele alınması gereken olumlulardandı.
Yine bu ve benzeri programlar vesilesiyle hatırlayabildiğimiz "siyasal dil" ve "münazara metodu" diye niteleyebileceğimiz alanlarda gözüken zaafların bilgi ve basiretin rehberliğinde, tecrübenin yardımcılığında aşılacağını ummak gerçekçi bir beklenti olsa gerek. Pişkin ve azgın saldırganlıklar karşısında "savunma refleksi" ile hareket etmek, en iyi savunmanın saldırı olduğu gerçeğini hatırlayamamak bu zaafın en bariz vasıflarından olsa gerek.
Bugün artık neredeyse dünyada bile örneği kalmayan, meşruiyetini hemen hemen tek bir kişinin "kurtarıcı kahraman" olduğu mitosundan alan, baskıcı, tek tipçi resmi ideolojiye karşı, ikircikli ve "kekeme" bir tavır içine girmek bu yüzden olsa gerektir. Bu "netameli" alandaki tutukluğun sadece bilgisizlikle ya da usulsüzlükle ilgili olmadığı aynı zamanda "baltayı taşa vurmak" endişesiyle de irtibatlı olduğu ortadadır. Birçok kimse için bu endişenin "takiyye" adı altında sinikliği, sönüklüğü ve giderek egemenlerle aynileşmeyi doğurduğu da bilinmektedir. Ya da tersinden; doğruyu, hakikati dile getirmek adına Donkişotça eylemliklerle, kaş yapma isteği göz çıkartmayla sonuçlanabilmektedir. İfrad ve tefrit açmazında sürdürülen "tebliğ" çalışmalarının istenen seviyeye yükseltilememesinde kaynak ve örnek sorununun önemli bir yeri olduğu muhakkaktır. Kaynağımız Kur'an'da, ve önderimiz Hz. Peygamberden beslenmeyen her tutumun tezahürü kaçınılmaz olarak "dengesizliktir".
Özellikle "dar alanlarda", cemaat arasında çalışmaya, konuşmaya alışmış insanların dışa, kamuoyuna açık tavır ve konuşmalarında bocalamaları bu "alışkanlıklarıyla" ya da başka türlü söyleyecek olursak tecrübesizlikleriyle ilgilidir. Bir yandan hakkı, hakikati, ketbetmemek, öte yandan muhatabımıza söz dinletebilme, anlatabilme isteği "iki arada bir derede" görüntüsünü ve bocalamasını getirebilir. Bu sorunu aşmanın bir yolu olarak ilkeli, kararlı ve "temrinli" olmayı önermek mümkündür.
Gençliğin sorunlarının gençler tarafından konuşulduğu programa, resmi ideolojiye arka çıkmak kastı ile telefon eden "yaşlıların" kaygıları ise konuşmalarından, daha doğrusu öfkeli bağırmalarından anlaşılıyordu. Terbiye, nezaket ve edep sınırlarının çok ötesinde cereyan eden bu görüntüleri, eskilerin "lisan; ayniyle insan" sözü eşliğinde zihnimize nakşediyorduk. İddiaları ile icraatları bu kadar çelişenler sadece Kemalist jakobenler değildi. Ülkücü olduğunu söylenenler de tutarsız ve çelişkili tutumlarını sürdürüyorlardı. Önceleri, "başörtüsü sorunu Meclisle çözülmeli, meydanlarda değil" diyenler, aynı sorunun Meclis'te çözümünün yolunu ve yönünü kendi özel yöntemleriyle bulduklarından olsa gerek sisteme toz kondurmuyorlardı. Ülkücülerin din ve devlet arasında tercihe zorlandıklarında hep ikincisine yöneldiklerini bilenler için bir kez daha aynı sahneler tekrar ediyordu.
Sonuç olarak; dinlerini, inançlarını yaşamak isteyenler; kendilerini "deplasman korkusuna", "sığıntı" psikolojisine itmek isteyenlerin karşısında, alemlerin Rabbi olan Allah'ın kulu olma bilinci ile durmak ve meşruiyeti ancak bu alanda aramak mecburiyetindedirler. "Savunmacılık" açmazına, ürkeklik ve güvensizlik bunalımına karşı iyi bir örneklik gösterenleri kutluyoruz.