Bir arkadaşını ziyarete gidiyor, yüreğinde akıttığı dereyi onunkiyle birleştiriyor, büyüyen ırmağın çağıltısını oradan dostlarının gönüllerine gönderiyor. Bıkmadan, usanmadan konuşuyor. Asırlar süren bir sürgün hasretinden daha fazlasını yüreğinde taşıyor. Varlığını bütünlediği arkadaşını bırakmak istemiyor. Arınıp durulanıyor. Konuşmasının her bir kelimesine bütün varlığını katıyor, yepyeni adımlarla yenilenecek bir hayata dönüyor.
Bir resme bakıyor, o resimde kendini fark ediyor. Kucağında küçük bir çocukla bir kalabalığın ortasında yürüyor, bağırıyor. Öfkesi kendini aşıyor. Varlığını kuşatan seslere kendi sesini katıyor. Kucağındaki çocuğun kurşunlanmış gövdesinden elbisesine yayılan kanlardan bir Filistin coğrafyası şekilleniyor, Aksâ'nın kubbesinin altın renkli parıltısı oluşuyor.
Bir kitap okuyor, okuduklarını kalbinin derinliklerinden süzüyor. Oradan bir yol buluyor. Bulduğu yolda tek başına yürümek istemiyor. Hayatı ve anlamı okuyamayanlara kitapları gösteriyor. İşareti kavramakta zorlananların elinden tutuyor. Ümmü'l-Kitâb'ı insanlara öğretiyor. Öğrenenlerle beraber uzun soluklu bir yola çıkıyor, heyecanı her dâim yüzünden okunuyor.
Bir komşusunun kapısını çalıyor. Kapılarını kendilerinden başkasının açmadığı insanların hallerini soruyor. Sıradan hayatların hapsettiği talihsiz insanlardan güler yüzünü esirgemiyor. Komşularının bunaltan hayatlarına bir meltem esintisiyle süzülüyor. Onları hayata ve anlama çekiyor, önlerine işaret taşları diziyor. Mütebessim yüzlerle uğurlanıyor, arkasında asla tahmin edemeyeceği gelecekler bırakıyor.
Bir yoksulun, kemiklerinden başka bir şeyi kalmamış ellerini, binlerce kilometre ötelerden tutuyor. Sıcak çorbasından ona da ikram ediyor. Evinin yanından uzak ülkelere kadar her yoksulu ekmeğinde hak sahibi görüyor. Tanıyıp tanımadığı herkesi bu sorumluluğa çağırıyor. Yoksullardan ekmeklerini çalanları fark etmelerini istiyor, yoksullaştıranları insanlara gösteriyor.
Bir Bağdat havası yaşıyor, bir Kandehar. Elemini yüreğinden gözlerine, oradan da sözlerine taşıyor. Hüznünü öfkesiyle harmanlıyor. Çocuğuna Fellûce adını veriyor. Bir yürüyüş oluyor caddelerde, öfkesini kalabalıklarla paylaşıyor. Sıktığı yumruklarıyla bir inanç coğrafyasını dünyaya haykırıyor, zâlimlere lânetin en ağırını çağırıyor. Gazze'nin adını Kudüs'le birleştiriyor, yaşadığı şehrin adı yapıyor.
Bir çocuğa gülümsüyor, çocuğun gözlerindeki ışıltıyı kendi içine çekiyor. İçindeki coşkuyu hayata salıyor. Etrafında gül bahçeleri devşiriyor. Hayatın baharındakileri yılmadan, usanmadan sonsuz baharlara çağırıyor. Baharın her bir yerden filizlenen neşvesine yeni nefesleri yoldaş kılmak için koşturuyor. Çocuğun gözlerine ihanet etmiyor.
Bir hayal kırıklığı yaşıyor bazen, bir keder kuşatıyor sesini. Emek verdiği dostlarından beklenmedik yönelimler görüyor. Üzülüyor, sarsılıyor. İmtihanın zorluğuna, sabrın kıymetine şahit oluyor. Rahman'a sığınıyor, O'na çağırıyor. İmtihanın karakterine teslim oluyor. Ayaklarını sağlam basmaya çalışıyor, sarsılmamak için yakarıyor.
Bir şiir yazıyor yüreğine, bir öykü düşürüyor kitapların, dergilerin en güzel sayfalarına. Öyküsünü onurun bayrağı, şiirini mücadelenin sancağı sayıyor. Sözlerini hayatın kıyısına çekmiyor. Hayatın ortasına bazen gülümseyen gözlerle, bazen sıkılmış yumruklarla giriyor, kendini gizlemiyor. "Apaçık Kitab"ın varisi olduğunu ilan ediyor.
Bir umudu fideliyor başlayan her güne. Hayatın birçok alanını sarıp kuşatan karanlıklara teslim olmuyor. Israrla kitabın aydınlığına çağırıyor. Yolculuğunu paylaşanlarla inandıklarını çoğaltıyor. Sesine ses katacak herkese elini veriyor.