Son yüzyılımızda, coğrafyamızda, o kadar çok boyutlu gelişme yaşadık ki o denli toplumsal ve sosyolojik hareketliliğe şahit olduk ki musibetlerimizi, gerçekliklerimizi yeterince görebilme imkânını neredeyse yakalamakta zorlanır olduk.
Son yılların önemli gündemlerinden birisi de Türkiye’nin iç ve dış gündemlerini takip etmede denge sorunudur. Yani bir anlamda yerel sorunlarımız ile ümmeti ilgilendiren sorunlarımız arasında şahitliğimizin bir gereği olarak oluşturmamız gereken hikmetli tarzın nasıl olması gerektiği hususudur. Gündem denklemimizi iyi kurma adına, Müslümanca şahitliğimiz ve tarihsel sorumluluğumuz gereği, Özgür-Der ailesi olarak, genel başkanımız, değerli büyüğümüz Rıdvan Kaya ve birkaç kardeşimizle beraber Ramazan ayında gerçekleştirdiğimiz Suriye’deki kardeşlerimizi ziyaretimiz, gündemimizin önceliği açısından bizlere birçok şey kattı.
Unutulmamalı ki adaleti ve hakkaniyeti ikame etmenin bir yolu da bir sorunu daha içeriden yakinen gözlemleme fırsatını oluşturup soruna yoğunlaşmamızı; zindanlarımızı aşıp, tabii ve fıtri bir zeminde gözlemlerimizin kritiğini vicdanımıza sunmamızı gerektirir. Bu endişelerle hayati gündem ve sorunlara karşı iradeli duruşumuz ve tarzımız, bize söz konusu sorunlarla ilgili hakkaniyete dayalı bir değerlendirme yapabilme imkânını sağlar.
Öncelikle bizlerin terbiye edilmemizi sağlayıcı amelleri aramamız, kulluğumuz açısından vazgeçilmez bir hassasiyet olarak görülmelidir. Yoksa Türkiye şartlarında çok imkânlı ve aynı zamanda çok konformist ve yeri geldiğinde konjonktürel tarz ve yaklaşımların hâkim olduğu bir vasatta -hele hele son dönemlerde- geleneksel cemaatlerin tevhid ve ümmet merkezli söylemlere karşı radikalleştikleri bir süreçte, bu irade ve hassasiyetlerden yoksun olmamız sorunlarımızı okumamızı daha da güçleştirecektir.
Bir sorunu kendi gerçekliğinde görüp okumak, hakikati yakalamamızı sağlayıcı en güzel fırsattır. Fırsat ve imkânları değerlendiren hassasiyetlerimiz üzerinden bir değerlendirme yaptığımız zaman ancak hakikati yakalama şansını elde edebiliriz. Bugün belki de bizlerin birçok sorun karşısında arzulanan bir netliği yakalamakta zorlanmamız bundandır. Unutulmamalı ki yakıcı sorunları netleştirmede yol haritamızı belirleyecek olan, basiretli gözlemlerimizdir. Sahanın dışından Suriye direnişini tanımaya çalışmanın, vakıayı okumada bir nakıslığa yol açacağı muhakkaktır. Bunların yanında bizden kaynaklanan hizipsel bakış açılarımız, yakıcı sorunlara mesafeli durma kurnazlıklarımız da sorunlar karşısında sağlıklı bir duruş sergilememizi engelleyici unsurlardandır. İlaveten ümmet içinde olup bitenlerle ilgili bizim dışımızda gelişen haince hesap ve eylemler; İran’ın bölgedeki derin takiyyeci hesapları, uzun süren savaş psikolojisi, IŞİD, Şebab, Boko Haram gibi oluşumların sahadaki uygulamaları ciddi bir kafa karışıklığı oluşturmaktadır. Bu etkenler ve aynı zamanda bu durum bugün birçok kesimin kafa karışıklıklarına mazeret saydıkları bir hale dönüşmüş durumdadır.
Öncellikle şu tespitin hakkını teslim etmek gerekir ki savaş ortamları, kendine özgü dinamik bir dünya, kendine özgü bir yaşam algısı oluşturmaktadır. Hele bu yaşam algısına -Suriye’de olduğu gibi- kutsallarla irtibatlı bir muhteva kazandırılıyorsa, bu kazanım, yaşamı, alternatif bir hayat anlayışına da dönüştürebilmektedir. En mahrumiyet anları bile, ileriki günlerde haz veren anılara dönüşebilmektedir.‘İman etme’ dediğimiz durum belki de budur.
Fıtri gerçekliklerin acımasız savaş ortamlarında kendini daha iyi hissettirdiğini; toprağın, kültürün, sıla-i rahimin, hüznün ve özlemin bütün zorluklara rağmen kazasının olamayacağının gerçekliğini, Cilvegözü Sınır Kapısı’nda bayram ziyareti düşüncesiyle yurtlarına dönmek için sıcağın altında saatlerce bekleyen kitlelerin sabrında okumak mümkündür.
Suriye direnişleriyle beraber şunu da iyice gördük ki halen Hıttin’in intikam içgüdüsüyle hareket eden sarısaçlı şövalyelerin çocukları ve onların yerli işbirlikçileri, sadece yetim bir ümmetin çocuklarını öldürmekle kalmayıp bir medeniyetin alt yapısını, muhtevi olan tüm fiziki ortamları da katletmektedirler. Hayattan haz alma duygusunu yok etmeyi hedefledikleri aşikâr. Bir medeniyetin öldürülmesi, insanın fıtri ihtiyaçlarını teminindeki fiziki şartların öldürülmesi, hayatı zorlaştıran bir sorundur. Ve mücadele sürecini de etkileyen önemli bir talihsizliktir. Suriye’de mücahidlerin hâkim olduğu bölgelerde bu sorunun, adeta kitleleri mecbur bırakarak, teslim alınmalarını sağlayıcı bir faktör olarak dayatıldığını görüyoruz.
Genel anlamda emperyalistler özel de de İran sayesinde gerginleşen coğrafyamızın ahvalini, hassas bölgelerdeki mücahidlerin yanlış anlaşıldığını ve farklı algı operasyonlarına kurban edildiğini görebilmek, ancak içerideki bir gözlem sonucunda fark edilebilir. Ümmetin çok ağır bir bedel ödediği Suriye direnişinde, bu direnişin ruhunu incitmeme adına bu yakıcı gündemi gölgeleyen faktörleri iyi tanımalıyız. Kendi iç gündem ve sorunlarımızın ümmet hassasiyetlerimizi gölgeleyici bir tarza dönüşmemesi gerektiğini, uzun süren bir iç savaşın yarattığı psikoloji, hizipsel pragmatist yaklaşımlar ve bu direnişi akamete uğratıcı küresel hesaplara karşı “Müminlerin derdiyle dertlenmeyen bizden değildir.” şiarından hareket ederek, bugün ve yarın olması muhtemel algı operasyonlarına karşı şahitliğimizi yapmak zorundayız. Her çabada, işleyişte, tasavvurda kusurlar, eksiklikler, zafiyetler muhtemeldir. Hiçbir gerekçe bugün Suriye direnişimizde bunca muhacir, bunca yetim, bunca öldürülen umutlar, gasp edilen insani haklara karşı zalimleri haklı çıkarıcı bir söylemin mazereti olamaz.
Bugün göz ardı edilen en önemli toplumsal sorunlardan bir diğeri de binlerce yetim ailenin özellikle çadır kentlere sıkıştırılan milyonların geleceği ile ilgili eğitim, sağlık vb. hayati konularda somut projelerimizin olup olmaması durumudur. Türkiye halkında olduğu gibi halkı Müslüman olan ülkelerin çoğunda görülen anlık refleksler, belirli sıcak olaylara bağlı olarak gelişen dalgalı duygusal ortamların tetiklediği yardım organizasyonlarıyla yetinilmesi psikolojisidir. Bu hassasiyet kendi şartlarında salih bir amel olmasına rağmen en temelde sözünü ettiğimiz soruna sağlıklı ve temelli bir çözüm üretmekten uzaktır. Belki de hassasiyetlerimizin dalgalı bir seyirde olmasında son yıllardaki yoğun gündem değişikliklerinin payı da vardır.
Suriye direnişi ile ilgili her ne kadar birçoğumuzun zihninde kısa vadede somut bir fotoğraf şekillenmese de Bilad-ı Şam topraklarında dökülen aziz müminlerin kanları, bunca mazlumun ahı ve duası, bunca muhacirin özlem duyguları dünya hayatında da bir karşılık bulabilecek şekilde Rabbimizin katında anlam bulacaktır. Her şey bizim beşer penceremizden şekillendiği gibi değildir. Beşer çapımızın çok ötesinde ama sünnetullaha da aykırı olmayan sürpriz hesaplara da iman etmemiz lazım.
Birebir gözlemlerle müşahede edilen Suriye direniş sahasındaki önemli bir tespit de direnişe sahip çıkan âlimlerimizin, bilgelerimizin kıtlığından dolayı Şeyh Abdullah Muhaysini gibi direnişe sahip çıkan salih âlimlere duyulan ilgi ve teveccühtür. Bu, bir anlamda sahipsiz bırakılan halkın duygusal refleksidir. En zorlu süreçlerde topluma dinamizm kazandıracak, manevi bir ruh katacak, sokaktaki moral-motivasyonu besleyecek karizmatik isimlerin ne kadar hürmete layık olduğu bir gerçektir.
‘Gemilerini yakan’ cesur ve gözü kara bir direnişçi kitlesinin varlığı, emperyalistlerin tüm lanetli projelerine rağmen bizlerin umut kaynağıdır. Başta Türkiyeli Müslümanlar olmak üzere tevhid ve ıslah çizgisini merkeze alan tüm yapı ve organizasyonların, ümmetin bu yaralı parçasını sahiplenmeleri anın vacibini ifa etme açısından tarihsel anlamda yerine getirmeleri gereken mutlak bir görevdir. Bu yakıcı soruna karşı İHH, Özgür-Der vb. kardeş kuruluşların yalnızlaşması tarihî bir vebal, kebair bir günah olarak hepimize yeter. Sahada Suriyeli kardeşlerimize yardımcı olan kuruluşlarda çalışan kadrolarda altı yıl süren savaşla beraber yorgunluk alametlerinin görülmesi, sorunla ilgili taşın altına elimizi koymak konusunda bir duyarlılığın oluşması aciliyet kesp eden bir konudur. Görünen o ki Babu’l Hava’daki İHH lojistik merkezi bölge için kan pompalayan bir üs mesabesindedir. Bugün ihmal edilen hayati bir görevin maliyetinin yarınlarda bizlere yansımasının zarar boyutunu ölçemeyiz.
Her şart ve ahvalde unutmamalıyız ki bizler Allah’ın verdiği nimetleri değerlendirdiğimizde ve bu nimetleri işlevselleştirdiğimizde zor durumdaki kardeşlerimiz için yeni umut kapıları açacağımıza inanmalıyız. Gayret, endişe, sosyalite, dürüstlük, risk alabilme, cesaret gibi disiplinlerin üzerinde çok güzel salih ameller üretebiliriz. Bu güzellikler, bizi Atme’deki yetimlerin umuduna dönüştürebilir. Bu bize, hasırsız bir mescitte secdeye varma hazzını yaşattırabilir. Yetimlerle karanlık bir iftar çadırında ortak bir hüznü paylaşma imkânı oluşturabilir. Ve bir direnişçinin umudu olunabilir. Mütevazı bir aşevinde çorbaya dökülen bir tuza vesile olabilirsiniz. Yeter ki rehavete ve atalete lanet okuyalım. Kınayıcıların kınamasından ve müfteri hokkabazlardan çekinmeyelim.
Görünen o ki Suriye direnişimiz tüm yakıcılığına rağmen beraberinde ümmet için de çetin bir sınava dönüşmüştür.
Sahadaki değerli birçok mücahid kadronun gerek Özgür-Der ailesi ve Özgür-Der şahsında Rıdvan abiye karşı olan samimi teveccühlerini, yarınlarda Rabbimize karşı bu mazlum kardeşlerimize sahip çıkmamıza dair şahitlik edebilecek bir amel olarak okumalı, abartılı sayılmaması gereken bir değerlendirme olarak görmeliyiz.