Türkiye bölgedeki dengeleri etkiyecek belki de cumhuriyet tarihinin en önemli seçim atmosferine girmiş bulunuyor. Bu seçimde merkez partilerin ittifaklarla birbirlerine benzeşmesinin, genç seçmenin uçlara kaymasına vesile olabilecek riskli bir süreci beslediği de söylenebilir. Merkez partilerin bu gerçekliği nasıl aşacağını zaman gösterir. Fakat ülkenin içinde bulunduğu ağır ekonomik ve sosyal şartlardan dolayı seçmenin, uçları tercih gibi bir yönelime girip ütopik yaklaşımlara yönelmektense bu enkazı kaldıracak güçte partileri tercih etme ihtimali yabana atılmamalıdır. Bu da devleti şu anda yöneten AK Parti için bir şans olarak görülebilir. Aslında yaşadığımız ağır deprem musibeti, AK Parti için dezavantaj olduğu gibi avantaj da sağlayabilir. Çünkü büyük musibetlerin yaşandığı süreçler duyguların, tepkilerin kontrol dışı olduğu süreçlerdir. Seçim sürecinin son gününe kadar özellikle AK Parti ve Cumhur İttifakının deprem bölgelerinde göstermeleri gereken iletişimin muhtevası ve gerçekçi vaatler depremzede vatandaşın duygularında belirleyici olabilir. Deprem bölgesinin AK Parti açısından sağlam muhafazakâr bir oy potansiyeline sahip olması ayrı bir talihsizlik.
Sadece “Erdoğan kaybetsin de ne olursa olsun!” anlayışını savunan bir siyasi yaklaşımın, seçimi kazansa da ülkeyi yönetmesi mümkün görünmüyor. Erdoğan karşıtı bu söylem kendi içerisinde ülkeyi her türlü kaosa ve anarşizme götürebilir. Ayrıca bu söylem kirli Gezi ve Kobani ruhunu hortlatmayı da kendi içinde barındırmaktadır. Nitekim hiçbir toplumsal sloganın altı boş değildir.
Garip gelebilir ama -Allah korusun- muhalefetin seçimi kazanması durumunda Batılı emperyalistlerin yeni derin stratejilerini devreye koyacak olmalarından daha önemlisi İran’ın bölgedeki hesapları ile ilgili yeni bir sayfanın açılması ihtimalidir. Gerek CHP’nin gerekse Saadet Partisinin tıyneti böyle bir gelişmeye oldukça müsaittir. İran da bu durumu fırsata çevirip bölgedeki Şiileştirme politikalarında rahat bir nefes alacaktır.
Türkiye seçimler tarihinde hiçbir dönemde görülmediği kadar partiler arasında ittifaklar, konsensüsler, yeni akrabalık ilişkileri, tabiri caizse “muta nikâhlarına” şahit oluyoruz. Aslında bu seçim sistemi, göz doyurucu temiz bir zeminden mahrum olan siyaset arenasının daha da münafıklaşmayı beslemesine sebep olmaktadır ne yazık ki. İttifaklar ve beraberlikler görüntüsü veren bu ilişkiler ağının insanoğlunun nasıl da keskin bir şekilde değişime ve dönüşüme müsait olduğunu da bize göstermiştir. Hele daha yeni ergenlik çağına bile girmemiş olan Deva ve Gelecek partilerinin nasıl küçük hesaplara kendilerini kurban ettiklerini ibretle izliyoruz.
Bir insanın, bir emeğin veya bir mücadelenin son hali ne kadar da önemlidir. Kürtçede bu duruma “aqûbeta paşî” diyorlar. Tarihin bizi anacağı, Allah’ın bizimle ilgili son hükmü vereceği bu son andır. Deva Partisi ile Gelecek Partisinin doğrusu tam bu çerçevede bir vebal içerisinde olduğunu düşünüyorum. Bir mücadelede, bir organizasyonda, ortak yapısal ve kurumsal işleyişlerde sindirilmesi güç yanlışlar, incitmeler hatta itibarsızlaştırmalar yaşanabilir. Bu durum, milyonlarca müminin zihin ve yürek dünyasında zilletleri tescillenmiş başka oluşumlarda yer almayı, başka figürlerle beraber olmayı meşrulaştırmaz. Sadece stratejik ve politik bir hamle olmaktan uzak, usul usul içselleştirilen ilişkiler ağı ve sonucunda da İslam’ın düşmanları ile beraberliği getiren bir zillet halini açıklamak pek kolay olmasa gerek.
Tarihte iz bırakan ve büyüyen hareketler izzetli duruşları esas alan emekler neticesinde filizlenir. Bu yönüyle Deva ve Gelecek partilerinin -seçim sonucu ne olursa olsun- bu tarihsel yanlışlarıyla Anadolu’nun ruhu diye tabir edeceğimiz bir iradeyi yarınlarda arkalarında görme şansları görünmemektedir.
Doğrusu Deva Partisi kurucu kadrolarında ultra liberal anlayıştan kaynaklı Kürt açılımı adı altında bölgede talihsiz bazı gelişmeleri tetikleyecek bir ruh halinin mevcut olduğunu düşünüyorum. Muhalefetin muhtemel iktidarı sürecinde çok abartılı gelebilir ama ben tekrar ülkenin batı bölgelerinde Gezi Parkı, doğuda da Kobani tarzı olayların nüksedebileceği bir atmosferin oluşma ihtimalinin uzak olmadığını düşünüyorum. Bunca laik, seküler, kutsallarla sorunlu bir potansiyelin hâkim olacağı bir vasat, kontrol dışı güçlere cesaret oluşturabilir. Türkiye’yi derin stratejileri açısından önemseyen küresel güçlere yeni hamlelerde bulunma fırsatı verebilir.
Yunanistan'ın Blue Sky televizyonu, Erdoğan’a darbe vurulması; Rusya’nın ünlü siyasetçisi S. Bagdasarov, Erdoğan’a karşı muhalefetin desteklenip Türkiye’nin Güney Kafkasya’dan kovulması gerektiğinden bahsediyorsa; İran Büyükelçisi, Türkiye’nin Suriye’den çekilmesini isteyen Kılıçdaroğlu’nun yanında yer aldığı için Karamollaoğlu’nu kutlamayı ihmal emiyorsa bilinçli bir seçmenin bu gelişmelerden bir ders çıkarması gerekmez mi?
Kürt seçmen açısından bakıldığında inanılmaz bir Erdoğan karşıtlığı psikolojisinin hâkim olduğunu görebiliyoruz. Milliyetçiliğin, kavmiyetçiliğin insanın tüm muhakeme gücünü örten bir hastalık olduğunu bu garip psikolojide okuyabiliyorsunuz. Muhafazakâr bir toplumda etnik milliyetçiliğin nasıl da bir toplumu bu denli laikleştirebildiği Kürtlerin yakın tarihi üzerinden hüzünle okunabilir.
Türkiye’nin bütün sorunlarında etnik milliyetçilik merkezinde akıl almaz bir şartlanmışlıkla düşünen Kürtçü kesim, bu seçim sürecinde de gene cellâdına âşık olma romantikliğinden vazgeçmedi. Vazgeçmesi de beklenemez zaten. Çünkü HDP veya yeni ismiyle Yeşil Sol Parti, Türkiye’nin en azgın İslam düşmanlarını barındıran renkli bir konsensüsten oluşan CHP’nin küçük kardeşi hükmünde bir yapı durumundadır.
Bu seçim AK Parti’nin zaferiyle sonuçlanırsa muhalif blok açısından ileriki süreçte ciddi bir cesaret kaybı yaşanabilir. Bu, Deva Partisi, Gelecek Partisi, Saadet Partisi ve Demokrat Parti açısından daha da erimeyi getirecek bir sürecin başlangıcı olur. Muhalefette uzun süre toparlanamayacakları bir cesaret kırılmasına yol açabilir.
Öte yandan 14 Mayıs seçimleri AK Parti’nin galibiyetiyle sonuçlanırsa samimi İslami kesim tarafından iktidara yönelik yapılan hayati yanlışlarla ilgili eleştirilerin dikkate alınması kaçınılmaz olmalıdır. Bu kadar temiz bir oy potansiyelini kendisine ikram eden bir halkın meşru temsilcileri tarafından samimiyetle yapılan eleştirilere kulakları tıkamak bugün AK Parti açısından en büyük hatadır. Güç zehirlenmesinden kaynaklı iktidar cenahında baş gösteren problemler her mümini rahatsız etmektedir ki bu can sıkıcı problemler devam ederse sabır tükenir ve büyük hezimetler yaşanabilir. Kişi merkezli otoriter bir tarzın söz konusu problemleri büyüttüğü görülebilmeli ve bu durum AK Parti kadrolarınca mutlak anlamda masaya yatırılarak gereken hassasiyet gösterilmelidir.
Görünen o ki bu seçimlerde de geniş dindar muhafazakâr potansiyelin, muhalefet cephesinde oluşan muhteris ittifakların güven vermeyen yapısı ve şovlarına ilgi göstermeyip üst maslahatlar ve ümmet coğrafyasında Müslümanların AK Parti iktidarına duyduğu ihtiyaç dolayısıyla Erdoğan’ın yanında yer alma ihtimali çok yüksek.
14 Mayıs seçiminin bize gösterdiği bir hakikat her seçimde olduğu gibi Türkiye’nin dışında yaşayan mazlum Müslümanların, kendilerinin kaderi ile ilgili bu seçimin hayati bir öneme sahip olduğu hassasiyetini hissettirmeleri ve yüksek sesle dillendirmeleridir. Ramazan ayı vesilesiyle Suriye’nin özgürleştirilen bölgelerinde karşılaştığımız komutanların çoğunun seçimle kalkıp seçimle oturduklarını itiraf etmeleri bunun en açık göstergesidir. Ne ilginçtir ki Türkiye’nin dışındaki Müslümanların AK Parti ile ilgili hiçbir kusurları ya da sorunları gündeme getirme gibi bir lüksleri yok. Hatta AK Parti’ye ve Erdoğan’a çok daha büyük anlamlar yükleme gibi duygusal gerçeklikleri olduğunu söyleyebiliriz. Bunu Mısır’da da görüyorsunuz Suriye’de de görüyorsunuz; Tunus’ta ve Libya’da, tüm Asya ve Afrika’da da görebiliyorsunuz.
Hepimiz kabul etmeliyiz ki AK Parti’ye ve hassaten Erdoğan’a -bütün hata ve eksiklerine rağmen- dindar muhafazakâr geniş tabanın sahip çıkması, ümmet coğrafyasındaki politikalarında küresel dayatmalardan kaynaklı bazı stratejiler hariç iyi bir sınav vermesinden kaynaklanıyor.
Seçim sisteminden kaynaklı ittifaklar sonucunda AK Parti’nin HÜDA PAR ile ittifak yapması birçok açıdan hayırlı olacaktır. Gerek HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu’nun gerekse partinin diğer kurmaylarının ulusal basındaki söylem ve yaklaşımlarının batıdaki muhafazakâr dindar kesimde olumlu ve İslami bakış açılarından dolayı bir heyecan uyandırdığını düşünüyorum. Hem Doğu ve Güneydoğu’daki sandık hâkimiyeti hem de oluşturulan psikolojik atmosfer, selamlama formu, yer yer tekbirler, dinamik bir gençliğin sahaya inmesi vs. HDP’nin bölgedeki ahlaksız mustağniliğine karşı önemli bir imkân ve alternatif üretti. Ayriyeten bu durum, HÜDA PAR camiasında da süreç içerisinde normalleşme zeminini güçlendirecektir.
Bize görünen budur. Her şeyin en iyisini bilen Allah’tır.