Türkiye’de siyaset yapan tüzel kişi ya da bireyler, toplumdaki kutuplaşmanın kodlarını iyi okurlarsa belli yerlere çok kolay gelebilmekte ya da istedikleri sonuçlar elde edebilmekteler. Halkın önüne sürekli milat, sıçrama taşı, beyaz sayfa, çağ atlama, ümit, son aşılacak zorluğun sonundaki ferahlık umudu, düze çıkmak isteği vb yeni hedefler koymanın ardı arkası gelmemekte.
Bu bağlamda, son 7 yıl içinde Türkiye’deki seçimleri ve seçimlerin arifesinde yapılan propagandaları hatırlamak faydalı olacaktır. Laik-Kemalist yargı vesayetine yönelik 2010 halk oylaması, 17-25 Aralık sonrası 2014 yerel seçimleri, cumhurbaşkanının ilk kez halk tarafından seçildiği 10 Ağustos 2014 seçimi, AK Parti’nin ilk kez tek başına iktidara gelemediği 7 Haziran 2015 genel seçimi, yenilenen 1 Kasım 2015 genel seçimi ve 16 Nisan 2017 cumhurbaşkanlığı yönetim sistemi referandumu… Önümüzde 2019 yerel, genel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Tabi bu arada bir de idam için anayasa değişikliği ve referandum yapma olasılığı sürekli dillendirilmekte.
Yönetim sistemi değişikliği ile ilgili referandum çok az bir farkla geçerken Cumhurbaşkanı Erdoğan balkon konuşmasında, seçim meydanlarında sık sık tekrarladığı ve artık ezberlediğimiz “Meclis kabul ederse, bana gelir, ben onaylarım.” repliğini bir ileri adıma taşıdı ve “Bir referandumda idam için yaparız.” dedi. Yenilen pehlivan güreşe doymaz sözüne Erdoğan “Yenen pehlivanda güreşe doymaz!” şeklinde yeni bir açılım getirmiş oldu. Doğru “Atı alan Üsküdar’ı geçti” ama birde sorun bakalım nasıl geçti? Bu nasılın cevabını, Erdoğan ve çevresindekilerin yüz ifadelerinden, teşkilatların kutlama yapma noktasındaki isteksiz tavırlarından anlayabiliriz.
Türkiye’nin İdam Tarihi
Türkiye’de idam denildiğinde ilk akla İstiklal Mahkemeleri gelir. Cumhuriyetin ilk yıllarında itibaren çıkarılan devrim kanunlarına ve yeni rejimin İslam’a olan menfi tutumuna karşı direnen Müslüman halkın üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan bu mahkemelerde kesin sayılar bilinmemekle beraber 1500 idam, 5000 civarında da ertelenen idam kararı verildiği söylenir. Bu sayıları en alt sınır alarak 1920 ile 1984 arasındaki 64 yıl boyunca idam edilenleri siyasi ve adli olarak tasnif edebiliriz. Sadece siyasi idamları mercek altına alacak olursak, Menemen, Şeyh Said ve Dersim isyanlarından 1960 Darbesine, 1965 Cuntasından 1980 Darbesine kadar geçen sürede rejim kendisine muhalif gördüğü kesimlerden yüzlerce insanı idam cezası ile öldürmüştür. Kabaca tabirle 1946’ya kadar devlet, halkın üzerinde baskı kurup, mutlak itaat ettirmek için her türlü zulmü reva görürken idamları da halkı “adam etmek” için sıkça kullanmıştır. İdamlarla, baskılarla, dayatmalarla geçen bu sürecin sonunda halk bir nebze kendinden gördüğü Demokrat Parti ile rahatlamışken, 1960 darbesi sonucu Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamları ile halka yeniden gözdağı veriliyordu.
1960 sonrasında Kemalist-sol-sosyalist-milliyetçi kadrolar arasındaki kavga hız kazanıyor ve ülke hızla geriliyordu. 1964’te Talat Aydemir ve Fethi Gürcan darbe girişimlerinden dolayı, 1972’de Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ise sol ideolojik eylemlerinden dolayı idam edildi. Bu dönemde ordu içindeki cunta kalkışmaları ve yine sol-ülkücü çatışması 1980 darbesi ile son bulmuş, 1980’den 1984’e kadar geçen sürede darbeciler soldan 18, sağdan 8 kişiyi idam etmiştir.
Öte yandan 1961’de idam edilen Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan’ın itibarları 1990 yılında cenazelerinin İmralı Adasından alınması ve uygun bir yere gömülmesini içeren kanun teklifi ile beraber iade edilmiş sayıldı. Benzer bir durum yine bizzat Erdoğan tarafından dillendirilen Dersim katliamı mevzuunda gerçekleşti. Dersim olayları hakkında birçok belgeyi bizzat kendisi açıklayan Erdoğan, o dönemde devletin yaptığı mezalimden dolayı bizzat kendisi devlet adına özür dilemişti.
İdam tartışması 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası yeniden gündeme taşındı. Yüzlerce vatandaşı katleden, yaralayan, halkın üzerine tüm askerî imkânlarla gelen bir cuntadan elbet intikam alınmalıydı. Bunun yolu da zaten hukuksal zeminde olabilirdi. İdamda aslında bir cezalandırma şekli. Ancak “Kanunlar geri doğru yürütülemez” temel prensibi gereği FETÖ darbesine karışanları idamla yargılamak mümkün değil.
Konu aslında bu kadar basit olduğundan olsa gerek, idam tartışmasında ne Erdoğan ne de çevresindekiler yukarıda belirttiğimiz prensip için ağızlarından bir kelime çıkmıyor. İdam tartışmasında meydanların “idam isterük” şeklindeki bağırışları karşısında hemen “Meclis’ten geçsin ben onaylarım!” demek tam bir popülist yaklaşım. Hadi bakalım, kimi ve nasıl idam edeceksin sorusuna cevap yok!
Halk 15 Temmuz darbecileri için idam istiyor. Peki, darbe yapıldığı gün idam cezası var mıydı mevzuatta? Yok. Diyelim Meclis’ten idam geçti, Erdoğan da onayladı, referandumdan da geçti. Peki, darbeye kalkışanlara nasıl idam cezası verilecek? Anayasanın 15. Maddesi olağanüstü durumlarda bile suç ve cezalar geçmişe yürütülemez diyor. Yani siz verilen cezayı ağırlaştıramazsınız. Anayasaya ek madde koyarak bu işi yapmak ise sizi 12 Eylül darbesi sonrası Kenan Evren’in Erdal Eren’i idam etmek için kemik yaşını büyütmesi gibi bir duruma götürür. Kaldı ki 2010 yılında grup toplantısında yaptığı bir konuşmada Erdal Eren konusunu bizzat Erdoğan Türkiye gündemine yeniden sokmuş, bunun 12 Eylülcülerin nasıl adaletsiz bir yargı süreci işlettiklerinin göstergesi olduğunu duygusal bir konuşma ile seslendirmişti. Şimdi gelinen nokta ise aslında ibretlik bir durumdur.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin barış zamanında idam cezasının kaldırılmasını içeren 6 No’lu ve her koşulda idam cezasını kaldıran 13 No’lu protokolleri ile tümden idamı yargı mekanizmasında silmiş bir ülke olarak yeninden bu konuyu tartışmak AİHS gibi bir kriterden geri adım atmak anlamına gelir. Avrupa ile uzun süredir gerilen ilişkiler bağlamında düşünüldüğünde bunun iç kamuoyunda bazı kesimler tarafından çok da önemsenmeyeceği hatta bir vatan-millet meselesi yapılıp, milliyetçi-devletçi bir refleksle hareket edileceği düşünülebilir. Ama şu da unutulmamalıdır ki özelikle 2000 yıllarında başlayan ve AK Parti’nin de devam ettirdiği AB uyum sürecinde kötü muamele ve işkencenin önlenmesi, toplantı ve gösteri yürüyüşü gibi kazanımlar dönemin vesayetçi yapılarına rağmen alınan önemli kararlardan idi. İdam tartışması, bugünlerde yeniden duymaya başladığımız karakol ve cezaevlerinde kötü muamele söylentileri ile beraber düşünüldüğünde ülkeyi geriye doğru götürmek anlamına gelmektedir.
Devletin İdamını ‘Kısas’ Olarak Algılamak
Erdoğan’a gösterilen sevgi ve sahiplenme yapılan her şeyin, İslam’a uygun olduğu ve İslami terminolojide yeri olduğu gibi bir alışkanlığa yol açmakta. Erdoğan’ı ümmetin-İslam coğrafyasının lideri olarak gören anlayışın, onun eylemlerini de bu yelpazede değerlendirdiğine şahit olmaktayız. Burada tezat olarak algılanabilecek farklı bir tartışma da AK Parti’nin ne kadar İslamcı olup olmadığı tartışması ve İslamcılığın AK Parti’ye yarar mı zarar mı verdiği polemiğidir. Ancak yeri geldiğinde Erdoğan’ın söylem ve eylemlerine İslami referanslar bulmada oldukça maharetli olunabilmekte.
Her seçim arifesinde statükoyla hesaplaşma, sivil idarenin ülke yönetiminde tam güç sahibi olması gibi sözlerden de anlaşıldığı gibi aslında iktidarın ülkede tam egemen olamadığı sürekli ifade edilmekte. Bu bağlamda, laik-Kemalist hukuk düzleminden nasıl “İslami bir karar” çıkacağı soru işaretidir. Yargı sürecini başından sonuna kadar laik hukukun formları ile sürdürüp cezanın İslami olması gibi bir garabetle karşılaşmaktayız. İdam gelince ülkeye şeriat da mı gelecek?
Hak ile batılın iç içe geçtiği bir propaganda atmosferinde İslam’daki kısas ile mevcut düzlemdeki laik-Kemalist-seküler yargının idam hükmü arasında bağlantının kurulmasının sahih din anlayışının oluşturulması gayretlerine zarar verebileceği de gözden kaçmaması gereken önemli hususlardan biridir. Erdoğan için reisçilik adına yapılıp edilenlere bakıldığında ümmetin liderliğinden “Halife Erdoğan’a” doğru evrilmenin teolojik tartışmalarına girenleri de görürsek çok da şaşırmayalım.
İdam Tartışması Erdoğan’a Zarar Veriyor
Bahçeli’nin meydanlarda yağlı urgan sallayıp Erdoğan’ı idamla tehdit etmesinin üzerinden birkaç yıl geçti. Benzer şekilde ulusal-Kemalist çevrelerin sık sık 27 Mayıs-Menderes benzetmeleri yaparak Erdoğan’a “Sonun Menderes gibi olacak!” şeklinde göndermeler yaptıklarını da biliyoruz. Özellikle sol çevrelerin diktatör propagandası ile eşgüdümlü olarak Erdoğan’ın sonunun Romanya’da Çavuşesku, Irak’ta Saddam, Libya’da Kaddafi gibi olacağına dair imaları da bir kenarda tutmak lazım.
Çok eskilere gitmeden son 5-10 yıllık mazide bizzat Erdoğan aleyhinde bir idam kampanyası yapılması, idam ile tehdit ederek sindirme operasyonlarına girişilmiş olması bile bu tartışmanın çok da hayra yarar olmadığının göstergesi değil midir? Tabii ki tartışmaları sırf Erdoğan üzerinden okumak da yanıltıcı olabilir. İdam kapısının aralandığı bir konjonktürde sehpaların nerelerde ve kimler için kurulabileceğini kestirmek zor olsa gerek. Birde buna hukuk ve adalet kavramlarının içinin boşaltılıp operasyonel birer aygıt haline getirildiğini de ekleyelim. Sonrada intikam-rövanş alma için can atanların olduğu bir ortamda, idamı kendi eli ile getiren bir iktidar veya siyasi lider için feraset ve basiretli olması için Allah’a dua edelim.
Gittikçe otoriterleştiği üzerinden karşı propagandaya maruz kalan bir siyasi figür için herhalde en son yapması gereken idamı geri getirmektir. 7 Haziran ve son referandum göstermiş olmalı ki Erdoğan ve AK Parti’nin iktidarı çok da çantada keklik değil. Aradaki makas her geçen gün kapanmakta. Özellikle sulandırılan FETÖ operasyonları ve KHK ile yol açılan mağduriyetler düşman safına çokça katkı sunmakta.
Bu bağlamda yapılması gereken idamı geri getirmek ya da bunu tartışmaya açmak değil, öncelikle yeniden özgürlüklerin önünün açılması, hak ve adaletin tesisi, OHAL’in kaldırılıp normale dönülmesi, KHK ile oluşturulan mağduriyetlerin giderilmesi olmalıdır. Ekonomik gidişatın alarm verdiğinin farkına varan iktidar artık seçimler, referandumlar ya da yapay gerilimler ile ülke ekonomisini yormayıp halkın gittikçe düşen refahını gözeten politikalara yer vermelidir.
İdam Referandumu Doğru mu?
Bir siyasi lider için halka daha fazla yetki, güç vermek, seçilenlerin daha fazla denetlenmesini vaat etmek ne kadar olumlu bir politika ise tersine gücü ve yetkiyi bir kişide toplama, temel prensip olması gereken denetim ve hesap verebilirlik mekanizmasını göstermelik hale getirme girişimleri de bir o kadar olumsuz, menfi ve ters tepen politik yaklaşımlardır. Son referandumda 1,2 puan farkla istenilen sonucun alınmış olunmasından ders çıkarmak gerekirdi. Ancak hemen referandum akşamı asık suratlar eşliğinde yapılan konuşmalarda ilk sözün idam olması oldukça düşündürücü. Tüm yetkileri bir kişide toplama girişimi sonrası bir de idam gibi silahla kuşanma isteğinin yansımaları halk nezdinde olumlu olmayabilir. Ancak bu, körü körüne reisçi, milliyetçi, devletçi kesimler tarafından takdir edilebilir. Buna rağmen, AK Parti’ye oy vermiş birçok kesimin idam tartışmalarının içi boş, kof, hiçbir gerçekliğe tekabülü olmayan, meydanın gazını almaya dönük birer manevra olduğunu gördükleri bir vakıa olup bu kesimlerin idama hayır deme potansiyellerinin olduğu ortadadır.
Adaletten, özgürlükten, kalkınmadan bahseden bir siyasi aktörün gelip durduğu yer idam olmamalı. Politikalarını ve partisini İslam’a ve İslamcılığa ne kadar nispet etmese de hem içerde hem de dışarıda yapılanların büyük kısmı İslamcıların hanesine yazılmakta. Düne kadar olumlu bir karneye sahip Erdoğan’ın kendi toplumuna ve mensubu olduğu İslam ümmetine çizdiği perspektif, geliştirdiği örneklik tek adamlık ve idam gibi menfi bir sonuca götürmemeli.
Bir liderin meydanlarda öldürmeyi, ipte sallandırmayı, asmayı kesmeyi halkının önüne seçenek diye sunması kadar kendisine ve davasına yapabileceği bir zarar olmasa gerek. Zarar burada bitse keşke. Karşı tarafı yani Kemalistleri, sosyalistleri olmadıklarını bildiğimiz barışçıl, insan haklarına önem veren bir tarafa iterek hiç de hayırlı bir iş yapmamış olacak. Kemalistlerin İstiklal Mahkemeleri, sosyalistlerin kanlı tarihleri idam güzellemeleri ile meşrulaştırılacak, emsal olarak öne sürülecektir. Bunun böyle olabileceğini, cumhurbaşkanlığı sistemi için yapılan referandum öncesi Atatürk ve İsmet İnönü’nün tek adamlıklarına yapılan övgülerde görmedik mi?
Erdoğan, ülkeyi idam için referanduma götürmekle ilk yenilgisine doğru talihsiz bir adım atacaktır. İçlerinden sinsice “O sehpayı ilk senin ve senin gibiler için kuracağız!” diyen laik-ulusalcı Kemalistlere, sol-sosyalistlere bu fırsatı vermemek için bu idam tartışmasının altındaki tabure artık çekilmelidir.