Bir zamanlar sevgiyi tattık zannediyorduk
böyle olur can pahası dostluk
belirsiz bir hayat, kullara kulluk, sahte ilahlar
ve herşey sanki paylaşılıyordu
hedefimiz yoktu fakat, güneş hergün doğuyordu usanmadan
niteliksiz duygular, bomboş sözler
ve başıboş adımlarla yürünüyordu yollar
bilinmeyene doğru gidişin efsununda
ilah, rab, ibadet, din
tek yumruk, tek darbeydi alınan
buz gibi bir duştu belki, kışın ortasında
ebediyete açılan berrak bir muştu
apak bir güvercin mi uçtu?
Ebrehe'nin filleri miydi yoksa devrilen?
Musa'nın asasını da, görmemiştim
yanıbaşımdaki Harun'a rağmen
Elimin içinden kayıp gidiyordu gençliğim
meydan okuyorken en ihtiyar duygulara
İmam'ı gördüm, ellerini açmış duada
yaşlanmış cübbesinin varisi olmak istedim
Hüseyin kokan kapkara/kopkoyu bir sarık sardım
ve çektim kılıcımı Yezid'lere
ölüme sevdalandı yüreğim
başımı koltuğuma alıp çıktım karşısına yahudileşmiş yerlilerin
kavgalarımı dizayn edip Muhammed'e
Hamza olmak istedim Uhud'un ortasında
bir çiftçi gibi işledim şehadeti kalbimin toprağına
Ebu Cendel gibi feda edilseydim Hudeybiye'de
ne olurdu sanki Tebuk'ta olsaydım
hislerim kızgın güneşlere hapsolsaydı
utancımız bu belki de
kızgın güneşlere hapsolmamak
çile dolu çölleri adımlamamak
kum tanelerini şöyle bir silkeleyip saçımızdan
atımızı mahmuzlamamak...