"Birgün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti" cümlesini temel alarak başlayan bir roman, şu günlerde Türkiye gündeminin ilk sıralarını işgal ediyor ve sıkça tartışıyor.
Son aylarda oldukça popüler olan Orhan Pamuk'un son romanı "Yeni Hayat'tan bahsediyoruz. Türkiye'de bir kitabın bu denli tartışılması pek alışık olunmayan bir şey. Daha yayınlanmadan adından söz edilmeye başlanan kitap, birçok farklı kesimin taraf olduğu bir tartışma konusu oldu.
Yeni Hayat'ı böylesine popüler kılan, sadece yazarının ustalığı ve eserini işlemedeki başarısı değildi hiç kuşkusuz. Bahsettiğimiz gibi kitabın, henüz yayınlanmadan müthiş bir propagandasına girişildi. Bir kitap için bugüne kadar olmayan bir şekilde medya tarafından aşırı derecede reklamı yapıldı, kitlelere sunuldu.
Kitap yayınlandığı günden bu yana birçok eleştiriler aldı. Medyaya hakim olan güç, kitabın olumlanmasında pozitif bir rol üstlendi. Gerek Orhan Pamuk, gerekse Yeni Hayat türlü veçheleriyle övüldü. Pamuk'un büyüleyici etkisinden, romanın insanları nasıl etkileyip, sarstığından bahsedildi.
"Bize özgü bir hüznün ve şiddetin kalbine yolculuk" ifadesiyle tanımlanmaya çalışılan bu kitap, gerçekten bu ülkenin insanlarına özgü bir eser miydi? Genç kahramanın bir gün bir kitap okuyarak yeni hayatı aramaya başlamasıyla gelişen roman, baştan sona bir hayal alemi içerisinde dolaşıyor. İnsan psikolojisini iyi bildiği anlaşılan yazar, konuyu öyle bir işliyor ki, kitabı okuyan insanlar onda kendilerinden bir şeyler bulabiliyorlar. Dolayısıyla bu da kitaba olan rağbeti artırıyor. Roman, net olarak ortaya bir şey koymuyor. Soyut bir alemin, garip düşüncelerin, hayali aşkların, arayışların peşinde geçen bir macera yaşanıyor. Kalabalıklar içerisinde yalnızlaşma, yaşanan çevreden soyutlanma ön plana çıkıyor roman boyunca. Seyahatler, geziler kasabalar, trafik kazaları, büyük kumpaslar, muhbirler, cinayetler derken aranan mutluluğun peşinden koşulan yeni hayatın ne olduğu da pek anlaşılmıyor.
Romandaki kahraman, sanki Orhan Pamuk'un kendi ruh halini yansıtıyor bizlere. Pamuk'un kahramanı düşünce olarak bir kaygı taşımayan; bir takım vehimler, kuruntular, hayaller peşinde koşan bir insan; hayata müdahale etmeyen, aksine kendini hayattan soyutlayan "pasif" bir tip. Romandaki kahramanla Pamuk'u karşılaştırdığınızda birçok benzerliği rahatlıkla görebiliyorsunuz.
Pamuk'un oluşturduğu kahramanın bu özellikleriyle, 1980 sonrasının liberalleşme politikalarının bir ürünü olarak ortaya çıkan futbolcu, müzikçi, tüketici nitelik olarak ferdiyetçi, düşünmeyen, toplum gerçekliklerinden bihaber, müdahaleci olmayan türedi bir insan/genç tipine - amaç olarak- benzediğini görüyoruz. Pamuk'un bu politikalara hizmet eden bir edebiyat kurgusu ortaya koyması, onun da bu politikaların bir çarkı olduğu şeklinde bir sonuca götürüyor bizi. Romanlarında, özellikle Yeni Hayat'ta işlediği tiplerin, genelde bu şekiller çerçevesinde oluşturulmuş olduğunu görüyoruz.
Yazar romanda, artı değer olarak görülebilecek bazı meselelere de değiniyor. Geçmişin güzelliklerinden, bu güzelliklere duyulan özlemden, değişen değerlerden bahsediyor. Bu çerçevede romanda, modernizmin ve oluşturduğu kültürün varolan bazı güzellikleri nasıl yok ettiği vurgulanarak, postmodern bir söylem geliştirilmiş. "Kırık kalpli bayiler birliği"nin, yabancı kartellere karşı verdiği mücadeleden bahsediliyor. Tüm bunlara değinirken yazar, yetiştiği ve savunusunu yaptığı kapitalist-burjuvazi yaşam biçiminin doğurduğu bu olumsuzlukları ne net olarak veriyor, ne de net olarak eleştirisini yapıyor. Ortaya hiçbir alternatif koymuyor.
Romanın önemli bir tarafı daha var ki, tasarladığı insan tipini oluşturmak için bu önemli unsuru da işlemeden geçemiyor yazar. Yaşadığı dünyayı kendince şekillendirmek isteyip bir şeyler yapmak isteyen ideal sahibi insanları, "aptal" yerine koyuyor üstünkörü. Düşünen insanları çaktırmadan "keriz" yaparken, mutluluğun birtakım saçma hayaller peşinde koşmakta olduğunu savunuyor.
Roman sonuç itibariyle okuyucuların kafalarını türlü vehimlerle karıştırmak, onları yaşadıkları dünyanın, çevrenin gerçeklerinden soyutlamak gibi bir misyona bürünüyor. Modern toplumun ferdiyetçi bireylerini biraz daha yalnızlaştırıyor, biraz daha koparıyor insanların sorunlarından.
Roman kahramanının okuduktan sonra hayatını değiştiren kitap esasında Orhan Pamuk'un bize yutturmaya çalıştığı kitabı Yeni Hayat romanıyla insanların hayatını değiştirmeyi arzulayan yazar, belki bir ölçüde başarılı da oluyor. Çünkü, kitabı okuyan modern hayatın yalnızlaştırdığı insanlar biraz daha anormalleşiyorlar. İnsanları uyutarak/uyuşturarak kendi egemenliklerini daha da risksiz devam ettirmek isteyenler, Yeni Hayat'ı insanlara yaldızlı sözlerle sunuyor, yılmadan reklamını yapıyorlar.
İkiyüz yetmişbeş sayfasını sabırla okuyan, belki de yeni bir hayatla karşılaşma ümidinde olan okuyucunun, sonuçta karşılaştığı derin bir hiçlik oluyor.
Bu arada kitap hakkında propaganda devam ediyor, yollara düşen, kitabın vadettiği mutluluğu (!) kitaptaki şekliyle aramaya koyulan insanlardan bahsedilerek, kitabın etkileme gücüne vurgu yapılıyor.
Orhan Pamuk'a transfer bedeli olarak iki milyar ödeyen İletişim Yayınları ise, medyanın desteğini de arkasına alarak, kitabı ne kadar daha fazla satacağının hesabını yapıyor. Her baskıya bir numara koyarak, ilginç bir sahtekarlık örneği sergiliyor. Şöyle ki; siz kitabın birinci ay sonunda ulaşılmış (!) 13. baskısını okuyorsunuz, daha sonra kitapçıda 31, baskıyı görüyor, bu yazının yazıldığı sıralarda da 42. baskıyla karşılaşıyorsunuz! Bu kadarına da pes doğrusu...
Anlaşılan müzikçi, futbolcu bir nesilden sonra şimdi de bunların tamamlayıcısı olarak; hayalci hayatın ve dünyanın gerçekliklerinden uzak, ferdiyetçi bir nesil oluşturulmak isteniyor. Tüm çabalar, tüm reklamlar hep bu yönde gelişiyor.
Galiba edebiyata yüklenen yeni misyon bu.