Bir Mektep Lazım Bize

Tuncay Yerlikaya

Eğitim İktidar ideoloji İlişkisi

Eğitim/terbiye-tedrisat, insanlık tarihi kadar eski ve bir ihtiyaç olarak hep olagelmiştir. Her insanın, doğasının fıtri parçası olan yeteneklerini ortaya çıkarması ve geliştirmesi, yaşamın doğal akışı içinde kendini gerçekleştirmesi, “mutluluğu” yakalaması, canlı-cansız çevre ile anlamlı bir ilişki kurması, zaruret olarak kendini dayatmıştır. Beslenmek, savaşmak, yönetmek, sosyal topluluklar içinde etkin ve verimli ilişkiler kurmak gibi birçok ihtiyaç, yetenek, bilgi, derinlik ve estetik gibi değerlerle insanın “varlık” yürüyüşü hep devam etmiştir.

Eğitimin felsefi ve psikolojik boyutları ile ilgili koca bir müktesebat var, herkes kendi durduğu yerden eğitim ve sürecini tanımlayıp anlamlandırmıştır. Meselenin bu boyutlarına girmeden sadece modern dönemde keşfedilmiş bir cevher olmadığını bilmekle beraber,daha çok modern dönemde kurgulanan “modern bir araç olarak eğitim” konusunu ele alacağız.

Eğitim algısı, tarihî süreç içinde toplumların içinde bulunduğu soysal, siyasal ve iktisadi koşullardan yoğun olarak etkilenmiş, eğitimde hangi değer ve bilgilerin öğretileceği, ne tür insan gücü yetiştirileceği, hangi ideallerin aktarılacağı toplumun diğer kurumlarıyla olan ilişkilerle belirlenmiştir. Antik Yunan’da sofistike eğitimden Roma’da askerî eğitime, Çin medeniyetinde devlet yönetimi eğitiminden Rönesans’ta estetik eğitimine kadar sınırlı insanları kapsasa da formel eğitimler uygulanmıştır. İslam medeniyetinde de Abbasilerde Darul Hikmeler, Selçuklularda Nizâmülmülk’ün ve Gazali’nin Nizamiye medreseleri, Atabeklerde Nureddin Zengi’nin Nûriyyetul-Kübrâ medreseleri, Fatımilerin Şii medreseleri, Horasan medreseleri, Osmanlı’da Süleymaniye külliyeleri ile medreseler formel eğitimin, ilmin, derinlikli ve çok yönlü tedrisatın mekânları olmuş, bir gelenek oluşturmuşlardır. Farabiler, İbn-i Sinalar bu geleneğin meyveleridir.

Aydınlanma felsefesinin ilerlemeci mantığının, geleneksel eğitimi ve oluşumları -Arendt’in ifadesiyle- bir gecede ıskartaya çıkartması, bir kültür katliamına sebep olmuş, geçmişi formatlamış, eğitimin startını Fransız İhtilalinden başlatmıştır. Böylelikle modern eğitim, insanı bir nesne olarak gören Batı paradigmasının ruhsuz ve sömürücü algısına hizmet etmek üzere tasarlanıp pazarlanmıştır.

Artık “eğitim” bilgi, mutluluk, iyilik gibi amaçlardan ziyade belli bir bağlam içinde yapılan bilgi aktarma etkinliği olarak birtakım kurumların etkisi altına girmiştir. Böylelikle eğitimle kalifiye insan gücü gereksinimi karşılanacak, kurgulanan yeni toplumsal düzenin (ulus devlet) siyasi ve kültürel değerleri eğitim yoluyla aktarılacak, bireylerin sosyalizasyonu sağlanmış olacaktır. Bu kurgu modern eğitimin “iyi insan” yetiştirmek gibi bir derdinin olmadığını, insanın yeteneklerini geliştirip artırılması değil, standardizasyonunun önem kazandığını, araç gereçlerin buna göre şekillendirildiğini göstermektedir.

Eğitimin kapsamlı ve etkili bir araç olması, -Althusser’in ifadesiyle- eğitimi siyasal iktidarların ideolojik aracı haline getirmiştir. Siyasal iktidarlar değer (ideoloji) üretir, bu üretilmiş değerler eğitimin içeriğini belirler. Siyasal iktidarlar, eğitim üzerinden iktidarlarını sürekli kılmaya çalışırken, kendi çıkarlarına uygun ideolojilerini de genç kuşaklara yine eğitim üzerinden aktarmaya çalışırlar. Foucault’nun “Bilgi ve iktidar çift yönlüdür, iktidarların bilgi ürettiği gibi bilgide iktidar üretir.” tespiti yerindedir. Sonuçta geldiğimiz nokta eğitim ve iktidar arasında ayrılmaz bir ilişki olduğudur. Devlet/iktidar tarafsız olmadığı gibi eğitimde tarafsız değildir. İdeolojik ve politik bir araçtır. Okullar, müfredat, ders kitapları eğitimin yeniden üretildiği (reproduction), “meşru bilgi”nin yada “resmî ideoloji”nin aktarıldığı, Makyavel’in ifadesiyle devletin çıkarlarına hizmet eden araçlara dönüşecektir. Sonuç olarak dünyada hâlihazırda uygulanan eğitim sistemleri, bütün araç gereç ve kurumlarıyla, insanı merkeze alan değil insanı sömüren, haysiyetini alan, ahmaklaştıran, ulus-devlet, ideoloji ve sermaye merkezli sistemlerdir.

Türk Milli Eğitiminin İdeolojik Kimliği

II. Mahmud’la başlayan kıble değişikliği, Kemalist devrim projesiyle sabitlenmiş, Batı’nın modern paradigması, Türkiye toplumunda bütün alanlara anlam veren bir “idea”ya dönüşmüştür. Batı’da kilisenin hâkimiyetini kırmak, Tanrıyı devre dışı bırakarak sosyal düzeni etkileyen bir değer olmaktan çıkarmak ve yeni değerler üreterek bütün toplumu standart hale getirmek için Fransız projesi olarak kurgulanan laik, parasız ve zorunlu eğitim, Kemalist kadrolarca eğitim alanına “pres-copy” edilmiştir. Geniş hacimli Türkiye toplumunun etnik, dinî, kültürel çoğulculuğuna aldırmadan totaliter ve jakoben yöntemlerle geleneği silinmiş; monolitik bir toplum yaratmaya çalışılmış, eğitim millileştirilmiştir. John Dewey ve Albert Malche’nin sermaye merkezli eğitim raporlarıyla, kalifiye işgücünü karşılayacak, modern devletin ulus sadakatine hizmet edecek, seküler, Batıcı ve milliyetçi “on yılda on beş milyon genç” yaratılacaktı. Yukarıdan hazırlanan bu modern proje Türk Ocakları, Halk Evleri, Millet Mektepleri, Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu gibi yaygın eğitim araçları ile ümmet anlayışından ulus anlayışına geçişihızlandıracaktı.

1924’te çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu, eğitim üzerinde tekel oluşturmuş, mektep-medrese çeşitliliği bitirilmiş, CHP’nin kurgulanan “Milli Eğitim Sistemi” ile bu ülkenin çocuklarının zihinleri işgal edilmiş, bir “ulus dini” yaratılmış, öğretmenlerde bu ideolojinin misyonerleri kılınmışlardır.

Konumuz Kemalist ideolojinin kimlik kodlarını analiz etmek değil elbet, lakin toplum mühendisliği bağlamında iktidar-ideoloji ilişkisinde eğitimin başat rolünü izah etmek gerekir. 1924 model eğitim anlayışının karakteri, ulusalcı Tük milliyetçisi, şekilci Batı taklitçisi, laik, seküler, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” diyerek tecrübî bilgiyi referans alan pozitivist, okula düşük yoğunluklu kışla rolünü biçen otoriter-militarist, tek-tipçi, merkeziyetçi, emperyalizm işbirlikçisi, Fikret Başkaya’ın tespitiyle kendini sömürüye açık hale getiren “otokolonizatör” ve çoğulculuk karşıtı antipuluralisttir. Bütün bu tanımlamalar Türk milli eğitiminin ideolojik kimliğini çeşitli yönlerden açılayan, toplamda bir dünya görüşünü, yaşama amacını ortaya döken bir “din”in göstergeleridir. Ve bu “ulus dini” eğitim yoluyla 94 yıldır bu topluma dayatılmaktadır.

AK Parti Dönemi Eğitim Politikaları

- 15 Temmuz Darbe Girişiminden Önce

Eğitimin ideolojik endoktrinasyon aracı olduğunu AK Parti kadroları da ifade etmiştir. AK Parti’nin eğitim bakanlarınca eğitimin bu yapısal-kurgusal yönüne dikkat çekilmiş, Erkan Mumcu’nun “Bu eğitim sistemi ancak ideolojik mankurtlar üretir.” tespiti bu gerçeğin farkında olduklarını göstermiştir. AK Parti döneminde Kemalist vesayetin kırılması adına ürkek ve yavaş adımlar atılsa da önemli mesafeler alınmıştır. AK Parti, 2010 yılından sonra bir yandan kendi tabanının da beklentilerini karşılamaya diğer yandan özgürlük alanlarının güçlenmesine yönelik takdir edilecek ve geleceğe dair umut verecek son derece önemli girişimlerde bulundu. Katsayı haksızlığının bitmesi, başörtüsü serbestîyeti, imam hatiplerin önünün açılması, 4+4+4 sistemi, ‘Andımız’ın ve Milli Güvenlik Dersinin kaldırılması, Kürtçe, Siyer, Kur’an gibi dersler eklenerek seçmeli ders portföyünün çeşitlenmesi gibi düzenlemeler devrim niteliğinde olmuştur.

CHP’nin milli eğitim sistemiyle kıyas edilmeyecek kadar önemli girişimler olsa da ölümü görüp sıtmaya razı olmak başka türlü bir sapmadır. Zamanın ruhuna ve toplum gerçekliğine uygun bir eğitim idealini gerçekleştirmek her iktidarın görevidir. Bu bağlamda eğitimin üzerine kurgulandığı ideolojik sacayaklarına dönük cesur operasyonlar yapılmadığı sürece suya tirit öneriler, eğitime bir yama daha eklemekten öte bir anlam ifade etmeyecektir. Hastalığın teşhisini doğru yapmak, doğru ilaçlara götürecektir. Eğitimin sorunlarını sadece okul-derslik sayısının artırılmasında, ‘Fatih Projesi’ gibi araç gereç modernizasyonunda, öğretmen yetiştirme politikalarında aramak anahtarı dışarıda aramaya benzer. Sorun pedagojik değil tamamen ideolojiktir. Nitekim AK Parti’nin bütün eğitim bakanları bunu görmüş ama sorunun kaynağına dönük bir çözüm üret(e)memişlerdir. “Yetmez ama evet” klişesi darbe girişimi sürecinden önceki eğitim politikalarını da özetleyecektir.

- 15 Temmuz Darbe Girişiminden Sonra

Sorunun temeline müdahale etmek yerine AK Partide her devlet/iktidar gibi kolay olanı tercih ederek kendi değerlerini (ideolojisini) üretip topluma taşımanın cazibesine kapılmıştır. Kemalist, Batıcı, seküler değerlerin yerine muhafazakâr, milliyetçi ya da popüler ifade ile yerli ve milli değerler üreterek bütün kurumlar üzerinden toplumu yeniden standardize etmeye girişmiştir. 15 Temmuz Gülenist darbe girişimi sonrası oluşan anormal atmosfer, mağduriyet psikolojisinin yarattığı meşruiyet ve cesaret zemini kendi politikalarına hız verdirmiştir. Toplumda karşılık buldukça daha bir özgüvenle, Atatürkçü nesil yerine dindar nesil tasavvuru geliştirmiş, ‘Atatürk’ten ‘Gazi Mustafa Kemal’e Kemalizm yeniden formatlanmış, vatan-millet ve Osmanlıcılık senteziyle etnik kimlikten ziyade din soslu, öykünmeci romantik bir milliyetçilik üretilmiştir. Türkiye’de özgürleşmenin önünde engel teşkil eden bu kronik hastalıkları tedavi etmeye devam etmek yerine, eski değerlerin içini Kemal İnal’ın kavramsalıyla “yeni meşruiyet simgeleriyle” doldurarak hayat vermiştir.

Tam da bu atmosferde eğitim asıl rolüne hizmet ettirilmiş, ideolojik araç olarak, müfredatından ders kitaplarına, okul kültüründen öğretmen atama biçimlerine kadar merkezî yönetimin pedagojik sopasına dönüşmüştür. Okul, Foucault’nun ifadesiyle hâlâ “terbiye etme işlemcisi pedagojik bir makine” işlevi görmektedir. Resmî bayramlardaki coşku, Atatürkçülüğün müfredatlardaki yoğunluğu, vatan, bayrak ve milliyetçi resmî söylem yeniden üretilerek meşrulaştırılmıştır.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu Kaldırılmalı

3 Mart 1924’te Kemalist darbenin bir ürünü olarak çıkarılan bu yasa, eğitimi ve bütün kurumlarını tekelde toplamış, bürokratik bir yapılanmayı beraberinde getirmiş, mektep-medrese çeşitliliği okul gibi modern öğütüm fabrikalarına dönüştürülerek bitirilmiş, eğitim CHP’nin ideolojik zihniyetiyle yürütülmüştür. Eğitimde çeşitliliğin ve zenginliğin önünde hâlâ ciddi bir engel olarak duran, alternatif eğitim modellerinin ve farklı okul türlerinin önünü tıkayan bu yasanın kaldırılması gerekmektedir. Sosyal, kültürel, iktisadi, siyasi farklılıklar gözetilmeden monolitik bir toplum inşa etmek adına eğitimi kurgulamak toplumsal barışı zedeleyecektir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu hâlâ Türkiye’deki eğitimin temel mantığını oluşturmaktadır.

Din Eğitimi ve “Dindar Nesil” Söylemi

Türkiye’de çok partili hayata geçiş sürecine kadar, din ve dindarlar rejim için tehlike olarak görülmüş, hayatın her alanında adeta silinmişlerdir. Harf inkılâbı, şapka kanunu, tevhid-i tedrisat, tekke ve zaviyelerin kapatılması, halifeliğin kaldırılması, laikliğin anayasaya girmesi gibi başat inkılâplar toplumun değerlerini sıfırlamak, geçmişle bağını koparmak adına yapılmış, İslami değerler halkın bağrından sökülüp atılmaya çalışılmıştır. Silemediğin dini kontrol altında tutma stratejisiyle 1946’dan sonra dine görece hareket alanı tanınmış,ilahiyat fakülteleri ve imam hatip okulları açılmıştır. Yine bir darbe sonrasında din dersleri kültür ve ahlak seviyesinde tutularak müfredata sokulmuştur. Dindar ailelerin kendi çocuklarına,değer yargılarının içinde olduğu eğitim talepleri görmezden gelinmiş, devlet herkese yeter dozda din eğitimi vererek vesayetini sürdürmüştür.

AK Parti döneminde din-değer eğitimlerinin seçmeli ders düzeyinde müfredatlara konulması, imam hatip okullarının önünün açılması dindar tabanının beklentilerini nispeten karşılamıştır. Devletin isteyen vatandaşlarına, standart bir din eğitimi vermesi doğaldır. Doğal olmayan bunu zorunlu yapması ve din eğitimini de kendi tekelinde tutmasıdır. Sosyal, siyasal, dinî çoğulculuğa uygun bir anlayışla baskısız ve gönüllüğe dayalı din eğitimi, toplumun sosyal sermayesini artıracaktır. Din üzerinde vesayet kurma anlayışı terk edilmeli, Gülenizm gibi riskler taşısa da dinin sivil alanda örgütlenip kurumsallaşması engellenmemelidir. Hangi çocuğa nasıl ve ne yoğunlukta dinî eğitim verileceğine öncelikle çocuğun ailesi karar vermelidir. Dindar ailelere daha yoğun din eğitimi alabilecekleri resmî ya da özel eğitim kurumları (özel okul, medrese, cami, Kur’an kursu gibi) alternatif olanaklar sunulmalıdır. Her mezhep ve cemaatin kendi özel okullarını açabilmeleri için yasal zeminler sağlanmalıdır. Din eğitimi müfredatları, içinde ailenin, dinî önderlerin de olduğu ortak komisyonlarca hazırlanmalıdır. Dünyadaki örneklerinde de resmî din eğitimi isteğe bağlı verilirken, okul dışında her türlü din eğitimi rahatlıkla alınabilmektedir.

Din eğitimi gibi kapsamı geniş bir konu, haftada birkaç ders vermekle nasıl sağlanacak? Dinî eğitimden kast edilen daha derinlikli yoğun bir eğitim ise -ki bilinçli dindarların beklentisi bu yönde- bu nasıl karşılanacak? Dinî çeşitliğin, mezhep ve meşrep ayrımının çok olduğu Türkiye sosyolojisinde hangi standart makbul bilgi verilecek; gayri müslimler, Aleviler, sol ve ateist aileler sürece nasıl dâhil edilecek? Bu soruların cevabı zor ama şu kesin: Mevcut merkeziyetçi, tek-tipçi, zorunlu eğitim mantığı hiç kimseyi memnun etmeyecektir.

Özel Eğitimin Nesi Özel

Türkiye’de özel eğitim mantığı resmî eğitim sınırları içinde tasarlanmıştır, sanıldığı gibi özel ve sivil bir yanı yoktur. Devlet okullarının bağlı olduğu Milli Eğitim Temel Kanununun hepsi özel okullar içinde geçerlidir. Ortak müfredat, e-okul ve ders kitapları özel okullarda da uygulanmakta. Özel okulun tek özel tarafı, okul konseptinin ve eğitim ortamlarının kalitesidir. Daha çok fiziki mekânların kalitesine indirgenmiş, akademik başarıları çoğu zaman iyi devlet okullarının bile gerisinde kalmış, ticari işletme mantığına sahip özel okul kültürü vardır. Oysa özel eğitim resmî ideolojik, merkeziyetçi prangalardan kurtulamadığı sürece, asla amacına hizmet etmeyecektir. Dünyadaki örneklerinde olduğu gibi devletin resmi okullarının yanında müşterek okullar, dinî okullar, çok dilli okullar, laik ve seküler okullar ile okul çeşitliliği oluşturulmalı, okullar kendi özerk müfredatlarıyla, öğretmen çeşitliliğiyle (örneğin din adamları da bu okullarda eğitim verebilmeli) var olmalı, toplumun çoğulcu yapısının ihtiyaçları karşılanmalıdır. Devlet, hizmet götüren, insan hakları çerçevesinde denetleyip güvenliği sağlayan, kamu fonlarından para aktaran, lojistik destek veren bir mesafede konumlanmalı, sivil toplum dinamiklerinin önünü açmalıdır.

Bir “Dil Yarası”: Anadil Eğitimi

Sosyal barışın sağlanması, eşit vatandaş algısının güçlenmesi adına anadil eğitimi önemli bir yerde duruyor. İnsanın en doğal hakkı olan anadilinde eğitim görme hakkı, anadiliyle kamusal alanda var olma talebi gerek devlet gerek PKK ve bileşenleri tarafından popülist politikaların hamle malzemesine dönüştürülmüş, mesele ciddiyetini kaybetmiştir. Devletin klasik yaklaşımı AK Parti’de ‘tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet’ söylemi olarak tezahür ederken, PKK kanadında da anadil eğitimi sadece Kürtçeye hasredilerek, politik malzemeye ve kitle motivasyon aracına indirgenmiştir. AK Parti’nin Kürtçeyi seçmeli ders düzeyine taşıması, Kürdoloji enstitüleri kurması, Kürtçe bölümler açması oldukça önemli olmuştur. Fakat iç politikanın seyriyle kuşa dönüştürülmüş, ötesine dönük ciddi adımlar atılmamıştır. Başta Kürtçe olmak üzere Türkiye’nin çok dilli yapısına uygun birkaç eğitim dilinin olduğu eğitim modelleri geliştirilmeli, dünyadaki örneklerden faydalanılmalıdır. Bu ülke, Kürt, Laz, Çerkez çocuklarına da saygı göstermelidir.

Sonuç

- Her şeyden önce eğitim insan merkezli, insanı bir değer olarak gören, amacı ahlak, erdem, vicdan ve şahsiyet sahibi bireyler, -Fazlurrahman’ın ifadesiyle- “iyi insan” yetiştirmek olan temiz bir zihinle kurgulanmalıdır. İnsanın tabiatı üzerine bina edilmeli, insanın doğasına uygun olmalı, insanın anlam arayışına katkı sunacak tarzda dizayn edilmelidir.

- İdeolojik bir çerçevede düzenlenen, bireyi bir kalıba sokan eğitim sistemi, kendinden başkasına hoşgörüsüz/merhametsiz bireyler yetiştirecektir. Geniş hacimli Türkiye toplumunda farklı inanç, mezhep, ırk, dil ve düşüncelere hitap eden, kültür ve medeniyet kodlarımıza uygun, ayrıştırıcı-dışlayıcı değil, beraber yaşama kültürüne aracılık eden bir eğitim anlayışı olmalıdır.

- Zorunlu ve tek-tipleştirici olmamalı, öğrencilerin bölgesel, zihinsel ve fiziksel uygunluklarına dikkat edilerek, ilgi ve olanakları göz önünde bulundurularak kurgulanmalıdır.

- Merkezden kumanda edilerek değil, “âdem-i merkeziyetçi” bir anlayışla örgütlenilmeli, katı, merkeziyetçi ve hantal bürokratik hiyerarşiden kurtarılarak yerel yönetimlere yetki devri yapılmalıdır.

- Müfredatından ders kitaplarına, resmî törenlere kadar her türlü ideolojik dayatmalar kaldırılmalı. Bölge bölge hatta gerekirse farklı okul düzeylerinde müfredat çeşitliliğine gidilmeli, müfredat havuzları oluşturulmalıdır.

- Zorunlu din dersi uygulaması seçmeli hale getirilmeli, dinî eğitimin önü de açılmalıdır. Anadilde eğitim tanınmalı, çok dilli eğitim modelleri geliştirilmelidir.

- Atatürkçülük, eğitimin amentüsü olmaktan kurtarılmalı, mevzuattan tümüyle çıkarılmalıdır.

- Değişime öğretmen yetiştirme politikalarından başlanmalı, test çözme müptelası, bilgi hamalı gençler yetiştiren ezberci eğitim sorgulanmalı, bağımsız özerk ve özel eğitim geliştirilmelidir.

- Okul yönetimine öğretmenler, veliler ve öğrencilerin katılacağı okul meclisleri hayata geçirilmeli, Fransa’da uygulandığı gibi “evde eğitim” gibi alternatif modeller düşünülmelidir.

Yukarıda sıralanan bir dizi öneriyle birlikte, üniversitelerin, uzmanların, sivil toplumun, ailenin dâhil edildiği daha kapsamlı katılımcı bir mantıkla eğitim mevzusu yeniden kurgulanmalıdır. Kant’ın ifadesiyle “Kanser gülsuyuyla temizlenmez.” Yüzeysel palyatif çözümler değil, köklü değişikliklere gidilerek çözümler aranmalıdır. Eğitim modeline fazla dokunmadan toplumun bazı taleplerini karşılamak asla yeterli değildir. AK Parti iktidarın cazibesine kapılıp eğitimi ideolojik sopaya dönüştürmemelidir. Eğitim hâlâ devletçiliğini ve ideolojik kimliğini muhafaza ediyor. Dindar nesil beklerken kalbi mümin beyni seküler nesiller karşımıza çıkabilir. Buda muhafazakâr sığlaşmayı doğuracak, dindarlar sisteme çekilerek mevcut eğitimin meşrulaşmasını sağlayacaktır.

En önemli mektebin aile olduğunu, eğitimin ailede başladığını, çocuğun şahsiyetini evde kazandığını unutmadan, eğitimi sadece modern kurumlara ve belli zamanlara hasr etmeden temiz bir niyetle formel eğitim meselesini çözmek gerekmektedir. Nurettin Topçu’nun dediği gibi “Bir mektep lazım bize, bizi kendi ruhumuza kavuştursun, her hareketimizin ahlaki bir değeri olduğunu tanıtsın.”