“Şeytan fakirlikle korkutarak size cimriliği, kötülük işlemeyi emreder. Oysa Allah size kendi katından bağışlanma ve bol nimet vadeder. Allah’ın lütfu geniştir. O, her şeyi bilir.” (Bakara, 268)
İçinde bulunduğumuz müfsid atmosfer bizleri her alanda kuşatıyor fakat şüphesiz bunların en belirginlerinden bir tanesi mal hırsı. Her birimiz çeşitli saiklerle bize emanet verilen emtiayı ölesiye sahipleniyoruz. Sanki bütün dünya nimetleri kalıcı ve ilanihaye bizlerinmiş gibi davranıyoruz. Hayatımızın küçük bir bölümünü oluşturan dünya imtihanını esasmış gibi farz ediyor ve tüm ‘birikimimizi’ buraya yığıyoruz. Oysa ahiret heybemize tek bir lira koymamız bile mümkün olmayacak.
Modern ekonomi sisteminin bizlere süslü şekilde dayattığı en önemli araçlardan birisi “tasarruf”. Tasarruf, kabaca, ihtiyaçların ardından elde kalan meblağın kenara konması anlamına geliyor. Oysa Yüce Rabbimiz bize bir ayet-i kerimesinde “Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: İhtiyaçtan fazlasını infak edin.” diye buyuruyor. İhtiyaçtan arta kalan miktarı kenara koymayı öneren ekonomistlere karşın Rabbimiz dağıtmayı emrediyor.
Nasıl ki ihtiyaç kavramının sınırlarını net bir şekilde çizemiyorsak, infak da namaz ve oruç gibi sınırları net olan bir emir değildir. Fakat bizler bu meseleyi kendimize yontarak çok ihtiyaç / az infak düsturuyla hareket ediyoruz. İhtiyaç çuvalını büyüttükçe infak bütçesi küçülüyor. Kaçımız gelirlerimizin belirli bir yüzdesini peşinen infaka ayırabiliyoruz? Kaçımız alışveriş yaptığımız hesapsızlıkta infak da edebiliyoruz? Kaçımız bir evladımızın kalbini kırmamak adına yaptığımız bir harcama nispetince bir yetim için de fedakârlık gösterebiliyoruz?
Ne ayetlerde ne de Hz. Peygamber’in (sav) sünnetinde tasarruf gibi bir mesele ile karşılaşmıyoruz. Yüce Allah ayetlerinde biriktirmeyle ilgili ciddi uyarılarda bulunuyor ve bu hareketin güzel bir davranış olmadığını bildiriyor. Hz. Peygamber de örnekliğinde biriktirmeyi değil paylaşmayı tavsiye ediyor. Taberani’de geçen bir rivayette Bilal’in kış ayları için tedbiren biriktirdiği hurmalar hakkında Hz. Peygamber “Biriktirmekten dolayı Allah’tan korkmuyor musun? Dağıt bunları ya Bilal! Arş’ın sahibinin malının eksileceğinden korkma!” buyuruyor. Müslümanlar rızık verenin Allah olduğuna iman ederler, bizler gelecekte karşımıza çıkabilecek bir sıkıntı sebebiyle rızkımızdan şüphe edemeyiz. Kaldı ki bu şüpheyle alacağımız tedbirler de rızık sahibinin vereceği bir darlıkla işlevsiz kalmaya mahkûmdur.
Yazar Senai Demirci bir bahiste şu ifadeyi kullanıyor: “Bugüne kadar hiç aç kalmadıysan, hep aç kalanların ekmeğini yemiş olabilirsin. Birilerini aşırı doyuran, birilerini de aç bırakanbu zalim paylaşımın aşırı doyanları arasında kalma. Dağıt! Nasılsa dağılacaksın!” Hedefimiz nihai bir tokluk değil nihayette kurtuluşa erenlerden olmaktır.
Bitmeyen İhtiyaçlar
Bugün günlük sohbetlerimizin hemen hepsi hayat pahalılığı, ev/araba alma telaşı, düğün yapma derdi, enflasyon, borç, maaş, zam gibi konulara yoğunlaşmış durumda. Barınma, binek, evlilik gibi fıtri ve temel ihtiyaçları karşılamakta elbette ki bir sorun bulunmamakta fakat zaman zaman önceliklerimizi sorgulamakta fayda bulunuyor. Bizim yaşamımızda olmazsa olmazımız bir ev ya da araba almak veyahut dillere destan bir düğün yapmak mıdır? Mesela birkaç eşyamız eski olsa hatta hiç olmasa ne kaybederiz? Yırtılan ayakkabı diktirilerek de bir müddet daha idare etse de ayakkabısı hiç olmayan bir yetim kışın üşümese; arabamızın modeli biraz düşük olsa da bir kardeşimiz çadırdan kurtulup bir çatının altında yatsa, soframız biraz mütevazı olsa da boş bir sofraya bir tabak yemek konsa… Bu adımları atmak zor görünmese de karar verme aşamasında maalesef “şeytanın korkutmasıyla” geri duruyoruz. Cebimizdeki her bir kuruş da bu koca arş da bize ait değil, ayağımızı bastığımız topraklarda bizden önce de insanlar var oldu, bizden sonra da olacak. Piramitler de diksek toprak olacağız. Peki, topu temeli birkaç on yıl olan bu yaşam için bu hırs niye?
Rabbimizin ayetlerinde en sık vurguladığı meselelerin başında infak, zekât ve sadaka gibi ameller yer alıyor. Habil ve Kabil kıssası hepimizim malumu. Peki, kaçımız fedakârlık anlamında Habil gibi davranıyoruz? Pek çoğumuz paramızın az bir kısmını, mallarımızın pek de hoşumuza gitmeyenlerini, vaktimizin de en boş olanını feda ediyoruz. Allah yolunda kaybolan bir şey yoktur elbet, her biri de takdire şayandır ancak anlatırken malını ümmete feda eden Ebubekir’den feyz alıyoruz, pratikte münafıkların zekât hesabı gibi ölçüp biçmekten de geri duramıyoruz. Habil’i örnek aldığımızı söylüyor ama Kabil gibi davranıyoruz.
Kazanç Nedir, Kaybeden Kimdir?
Kazanmak, kaybetmek gibi kavramlara çokça materyalist yaklaşıyoruz. Malını Allah yolunda harcayan kayıp mı etmiş olur? Kazanç nedir? Bereket hayatımızda nereye denk düşer? Açlık ve yoksulluk sınırı belirleyen kurumlar hesaplarına bereketi de eklerler mi? Bütçemizde kardeşlerimizin hakkı yok mu? Kardeşimize verdiğimiz bizi eksiltir mi?
Hayat bir finansal bilançodan ibaret olsa idi infak ettiğiniz her bir kuruş hesabınızda kırmızı birer eksi olarak yer alırdı. Her biri bizden eksilirdi. Peki, bizler maddi bilançolardan mı ibaretiz? Esas bilançonun yani mizanın sahibinin bize uyarılarını nereye koyacağız? Rabbimiz, Bakara Suresi’nde “Kim Allah’a güzel bir borç verirse Allah da bunu kat kat fazlasıyla öder. Daraltan da genişleten de Allah’tır ve O’na döndürüleceksiniz.” buyuruyor. Ahiret gününe inanan bizler için Rabbimizin “kat kat fazlasıyla ödeme” taahhüdü boş bir mesaj mıdır?
Bir rivayette kestiği bir kurbanı dağıtan Hz. Aişe’nin kürek kemiği haricinde bir şey bırakmaması üzerine Hz. Peygamber hepimiz tarafından örnek alınması gereken şu sözü söylüyor: “Desene kürek kemiği dışında hepsi bizim oldu.” Mallarımız bizlere emanettir ve geçicidir. Harcadığımız her bir kuruş elimizden çıkıp bir başkasına emanet olmaktadır. Oysa Allah yolunda sarf ettiğimiz bir kuruş silinmemek üzere hesabımıza kaydolmaktadır. Bizlere kalan, hesaplarımızdaki sayılar değil, hesaplarımızdan hak yoluna gidenlerdir.
Hesapsız Vermek
Bereket genel olarak bolluk ve refah olarak kullanılmaktadır. Gündelik hayatta sık sık “Allah bereket versin!”, “Bereketli olsun!” gibi ifadelere başvurmaktayız. Peki bereket hayatımızda nereye denk düşmektedir? Rabbimiz yine Bakara Suresi’nde “Allah yolunda mallarını harcayanların durumu, kendisinden yedi başak çıkan ve her başakta yüz tane bulunan bir buğday tohumuna benzer.” diye buyuruyor. Maalesef seküler bilgi ile inşa olan zihinlerimiz bereket bahsini ıskalıyor. Tüm bu arş ve nimetlerin sahibi, günde en az beş ayrı defa önünde secde ettiğimiz âlemlerin rabbi olan Yüce Allah’tır. O’nun hazineleri bizim tahayyüllerimizin ötesindedir.
Rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber “İnfak et, sayıp durma, sana da sayı ile verilir, fazlalık malını ve paranı muhtaç kimselerden esirgeme, senin de rızkın engellenir.” buyurmaktadır. İnfak ettiklerimizin bereketini hesap edemediğimiz gibi infak etmediklerimizin yol açtığı darlığın da farkında değiliz. Elimize geçen hangi nimetin, hangi hayrımızın neticesi olduğunu bilmiyoruz. Kazanınca biz kazandık sanıyoruz. Oysa yokluk da varlık da birer imtihan. Bakara Suresi’ne adını veren hadisede malumunuz üzere bir kurban emrini bin bir soruyla zora sokanlar hakkında Allah uyarılarda bulunuyor. Dağıtırken hesap gütmek, kuruş kuruş sayıp dökmek de içine düştüğümüz bir başka şeytani tuzak. Bizi her daim fakirlikle kandıran şeytan artık yardım etmeye karar verme anımızda da bizi türlü dolambaçlara sokarak yaptığımız yardımın anlamının yitmesine sebep olabiliyor.
Şüphesiz cimrilik gibi cömertlik de bir alışkanlık. Ne kadar verir ve ne kadar hesapsız şekilde dağıtırsak o kadar bu alışkanlığı düstur ediniyoruz. Aile efradımıza da bu alışkanlığı kazandırarak onları ateşten korumalıyız. Çocuklarımızı küçüklüklerinden itibaren bir başkasını rakip gören maddeci ve cimri birer birey olarak değil, kardeşlerinin eksiklerini görüp tamamlamaya çalışan birer mümin olarak yetiştirmeliyiz. Rabbimiz, Bakara Suresi 195. ayetinde “Allah yolunda infak edin ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever.” diye buyurarak infak etmemenin tehlikeli bir durum olduğunu bildiriyor.
İdlib’in Soğuğu Bize Ateş Olmasın
Dünyanın her yerinde yakın ve uzak tüm coğrafyamızda yardımlarımızı bekleyen kardeşlerimiz bulunuyor. Rabbimiz yakınlarımızdan başlayarak infakı salık veriyor. Bu anlamda hemen yakınlarımızda yer alan İdlib acil yardımlarımızı bekliyor. Bastıran kış şartları ile birlikte zaten çetin zorluklarla boğuşan kardeşlerimizin imtihanları ağırlaştı. Bizler de kendi imtihanımızın gereği olarak kardeşlerimize ivedi olarak el uzatmakla mükellefiz.
Erzak, battaniye, briket ev gibi geçici ve kalıcı pek çok ihtiyacı gidermek için birçok kurumun yardım kampanyaları bulunuyor. Hesapsızca, ihtiyaçlarımızın endişesine kapılmadan, biriktirdiklerimizin esiri olmadan kardeşlerimizin yaralarını sarmaya koşmalıyız. Kışı bahara çevirmek elimizde.
“Ey iman edenler, hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin.” (Bakara, 254)