Birleşmiş Milletler kararlarını bile takmayan Amerika, bütün dünyaya pervasızca nizamat vermeye kalkışıyor artık.
Yeryüzünün neredeyse her yerinde onun gölgesi, onun kirli nefesi var. Ne müttefik bulmakta zorlanıyor ne de saldırıp sömürmek için bahane üretmekte. "Barış için savaş" demeyi bile lüzumsuz bir gerekçe olarak görüyor olacak ki kana susamış bir vampir gibi dünyanın neresini dişleyeceği belli olmuyor. Ne açlıktan, ilaçsızlıktan ölen çocuklar umurunda ne de her gün gazetelere, ekranlara çarpan kitlesel trajediler!
***
Yazık ki iyiliğin, onurun, İnsan olabilmenin, adaletin gücü yok denecek kadar az artık.
Şehrin bir ucundan mümin ve mutmain bir kalple koşup gelen ve Sûra inanmayanları uyaran insanlar yok!
Mahrumları, müstez'afları; bir koruyucu, bir sahip bekleyenleri umutlandıran bahadır yürekler, yiğit duruşlar ne kadar mecalsiz, ne denli cılız!
Zulmün murdar sözlüğünü okşamaktan, fildişi kulelerde kırılgan düşlerle oynaşmaktan vazgeçmiyor kimse. Yüreği yangın yerine dönmüş çocuklar, aymazlığı ve müstekbirlerin kanlı bakracından içmeyi bırakan dostlar arıyor oysa. Ulûfecilerin, vicdanlarını yutkunanların, beleş cennet yolcularının, petrol ve dolar zenginlerinin özürlü muskalarından; uyuşmuş, zehirlenmiş heybelerinden arınmalarını beklemek boşuna.
Salihlerin yurdunda, yeryüzünün en bilge ve en acılı topraklarında, Ortadoğu'da zorbalık etini kolunu sallayarak dolaşıyor nicedir. Yıllardır kurşunlar yağıyor üstümüze, umudumuza devasa baltalar iniyor. Darağaçları kuruluyor, yağlı urganlar; incecik boyunlarımızı koparmak için. Binlerce insandan boşalan oluk oluk kan, bir damla petrol etmiyor. Rızkımıza binlerce doyumsuz kursağın, binlerce sapkın planın zulmü düşüyor. Süngüler parçalıyor duvağını her bir sevdanın. Çirkin bakışlar fırlatılıyor üzerimize, bileklerimize prangalar düşüyor. Ah! Kurşunla doluyor kalbimiz bizim! Ateş ve barutla! Satılmışlığın, sinsiliğin, arkadan vuranların, ihtirasın, vurdumduymazlığın gölgesi düşüyor Ortadoğu'nun sahipsiz çatılarına. Gençliğimize, güzelliğimize ne çok kıyılıyor! Sığmıyoruz artık tabutlara. Sadece ölerek, ölüme yatırılarak çoğalıyoruz kollarında gün yüzü görmemiş annelerin. Ağıtlara sığmıyoruz, ırmak gibi hüzünle uzayıp giden şiirlere, diri ve yasak marşlara.
Musa ile direnişi kuşanan, İsa ile uyaran, Yakup'la ağlayan, Davut'la sesini ateşe veren ve Muhammed'İn devrimci mesajıyla ayağa kalkan erkekler, kadınlar nerede? Salihler, şahitler, öncüler nerede?
Nice büyük tabutlar, nice büyük acılarla yollara düşmeye hazırlanıyor yine. Kentler kefen giymiş gibi bir ölüm sessizliğine bürünmeye şimdiden hazır. Üstü başı dökük, yoksul, her şeye kırgın erkekleri ve en çok çocuk doğuran ve çocukları en çok ölen kadınlarıyla Ortadoğu son bir kez yutkunup ürperiyor, İçine kapanıyor işte.
***
Evet. Kargaların bile güleceği bahaneler ileri sürülerek bir halk ikinci kez yıkımın, yoksulluğun, katliamın eşiğinde bekletiliyor. Bütün dünyaya gözdağı veriliyor aslında. "Yeryüzünde niçin bozgunculuk yapıyorsunuz?" sorusuna muhatap olanlar; "Biz yalnızca ıslah edicileriz!" derken utanmıyor bile. Şeytan, kendi şerli ıslığından başka bir ses duymak istemiyor.
Bir halk, şarkısını toprağa gömmeye hazırlanıyor işte. Bir ülkenin ışıkları bir anda, topluca söndürülmek isteniyor. Savaş, bütün iğrençliğiyle kapımıza dadanıyor yine. Herkesin gözleri önünde.
Korku, arz içre bir hurafe gibi yayılıyor. Her yerde bir hüzün yumağı, utanç ve gözyaşıyla büyüyen bir tufan.
Ey gövdeye can veren,
Ey balçıktan yaratan!..