takat ey derviş sözlü şairler
çoğunuz unuttunuz dönemeci
çakıldınız!..
Ölüm bir bilmeceydi hep çocuksu düşlerimi yoran
bir dönemeçtir derdi rahmetli dedem
yolumuzun üstünde bizi habersiz bekleyen
neden tüccar kesilirdi mezarlıkta imamlar
neden hep alıngandı suratlar
merasim sonu telkinleri sordukça
neden ilgisiz kalmazdım
dâvûdî makâmıyla arkaya atılana
inadına
ve neden ölüler, fatihalar dilenirdi dirilerden
neden ?
söyleyin bana ey derviş sözlü şairler
ölüm bana ne kadar uzak
ve ne kadar yakın bana ölüm
Derken
günler ve geceler hep böyle sürerken
bir kovalamaca noktalandı, bir gece mezarlıkta
korktum ilk kez ölümden
hangisini seçsem acaba, şu mezarlardan hangisine
yatsam, oracıkta donakalsam upuzun
farketmez hepsi birbirinden felaket!..
Kaçsam, nereye kaçsam?
bu sûr öncesi sessizlik yakalar boğar bent
oysa bir zamanlar sultan değil miydi
şimdi burada yatan bendegân...
zaman inadına akışkandır mezarlıkta
bir geriye akar, bir ileriye
meğer gurbetteymişim ben
mezara girmeden önce
isyankâr bedenim yavaş yavaş bükülür
anladım ki
işte bilmece böyle çözülür:
Şiirdeki mısra gibidir mezarlar
ardısıra gelen, birbirini bütünleyen
anlama anlam katan
anlamı çoğaltan
virgülse eğer, mezar taşları ölümün
şu selviler de ünlem işareti
hayat? hayat zaten üç noktadan ibaret
Beyhude deli gönlüm
beyhude debelenme
ramak kaldı artık hazırlan
bir tesadüf değil bu
bir lütuftur sana sunulan...
safra atıyorum artık nefsime, geçmişime gülerken
yapmalıyım artık bîr yığınak
ve boş kalmamalı bu sığınak
fakat ey bağışlaması bol rabbim
dinsin artık bu sağanak
dinsin.