1940 doğumlu olan Kiarostami 18 yaşında iken bir resim yarışmasında birincilik ödülünü kazandı. Tahran Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde okuyabilmek için evinden ayrıldı ve 1969'da Şah'ın karısı tarafından kurulan "Çocuklar ve Gençler için Entellektüel Gelişim Enstitüsü"nde film yapımı için bir bölüm kurulmasına öncülük etti. O zamandan beri çeşitli alanlarda 24 tane film yaptı. Uluslararası alanda, çektiği üçleme ile adını duyurdu: Arkadaşım Nerede? (1987) Ve Hayat Devam Ediyor... (1992) Zeytinlikler Altında (1994).
İranlı film yönetmeni Abbas Kiarostami, sinema dünyasında oldukça tanınan bir isim. Sinema çevrelerinde ilgiyle İzlenen Kiarostami ile geçtiğimiz senelerde Toronto Film Festivali'nde yapılan aşağıdaki röportaj, gerek İran sinemasını tanıtması ve gerekse de genel bir sinema bakışı sunması noktasında ilgi çekici bir içeriğe sahip.
- Sinema ya da sanat, sıradan insanların hayatlarına genelde nasıl bir katkıda bulunur?
- Öncelikle, köydeki insanlar sinemadan ya da sanat dünyasından çok uzaktadırlar. Yılda yalnızca birkaç film gördükleri zaman, bu filmler onların üzerinde önemli bir etki bırakamaz. Sinemanın seyirci üzerindeki en büyük etkisi, seyircinin hayal (yaratma) gücünü harekete geçirebilmesinde yatar. Bunun iki muhtemel sonucu vardır. Bir yandan insanların gündelik yaşamını daha çekilir hale getirecektir; öte yandan, belki de insanlar gündelik yaşamlarının ne kadar kötü olduğunu görecekler ve bunun sonucu olarak yaşamlarını değiştirmeye karar vereceklerdir. Sinema ile günlük sıkıntıların daha çok farkına varmaya başlıyoruz. Shakespeare'in dediği gibi "gerçek yaşamlarımızdan çok hayallerimize benziyoruz".
- Sıradan insanlar, yoksullar hakkında film yapmayı tercih ediyorsunuz. Bugünlerde bu bile az görülen bir şey. Sizi böyle bir tercihe iten sebep nedir?
- Malzememi etrafımdan topluyorum. Sabahleyin evimden çıktığım zaman o insanlarla karşılaşıyorum. Tüm hayatım boyunca bir yıldızla -yani ekranlarda gördüğüm birisiyle- karşılaşmadım. Ve inanıyorum ki her sanatçı malzemesini çevresinden elde eder. Bir film için insanlar ve onların sorunları en önemli hammaddedir. Böylece ben de bir film yaptığım zaman, başrolde oynayanların -sıradan insanların- sorunlarını görmezden gelemedim. Yine bu yüzden üçüncü filmimi -Zeytinlikler Altında- yapmaya karar verdim. Cannes'da birçok kişi benimle röportaj yaptı ve neden bir üçleme yaptığımı sordu. Her-gün birçok cevap verdim. Ama en önemli cevabımı son gün buldum: Halkla olan bağlantılarım hiç kesilmemişti. Ne zaman köyde bir film çekimini bitirip geri dönsem, bahsedemediğim daha onlarca konu olduğunun farkına varırım. Bu insanları unutmak benim için zordur. Bu yüzden bu filmi -Zeytinliklerin Altında- bitirdiğim ilk zamanlar, bunun bir üçleme olduğunu ve artık bu işin bittiğini düşündüm ama geçen aylar içerisinde üzerinde biraz düşününce gelecek filmi de orada yapmaya karar verdim.
- Bir filmin çekilme öyküsünü filmleştirmenizin amacı nedir?
- Niyetim bir film hakkında film yapmak değildi, yalnızca bir hikaye anlatmak istedim. Çünkü bir film hakkında film yapmanın çok riskli olduğunu biliyordum. Bu, insanların çok aşina olduğu bir şeydir ve birçok film yapımcısı bunu daha önce yapmıştır. Ancak hikayeyi anlatmak için başka bir araç bulamadım; sonunda hoşnutsuz bir sonuç da ortaya çıkmadı.
- Film ekibinin varlığı köydeki yaşamı nasıl değiştirdi, ya da değiştirdi mi?
- Bu köyde beş yıllık bir dönemde üç film çektim. Bu insanlar çok akıllı insanlardır ve kısa sürede sinemanın gerçek değil yanlızca kurgu bir dünya olduğunu hemen anladılar. Başlangıçta kendileri gibi insanların büyük bir filmde oynayabileceklerine inanmaları zor oldu. Her zaman oyuncuların büyük şehirlerden olması gerekliğine inanmışlardı. Buraya gelmeden iki gün önce filmi oyunculara gösterdim. Başlangıçta ekranda gördükleri kendilerine güldüler ama film bittiğinde tıpkı tüm diğer oyuncular ve seyirciler gibi davrandılar ve filmde gördüklerine üzüldüler.
- Son bölümde bir belirsizlik var mı?
- Evet, hem bir belirsizlik var hem de yok. Hikayeyi takip ederseniz filmdeki durumun karmaşık olduğunu görürsünüz. Çift için beraber olmak mümkün değildir, çünkü sosyal normlar ve gelenekler çok güçlü ve yerleşiktir ve bir soruna yol açmaktadırlar. Ama filmde soğuk bir son olmasını istemedim. Bu yüzden kendi hayalimde kurduğum sonu ekledim. Bir bakıma daha parlak bir şey ümit ediyordum. Aklıma Jean-Claude Carriere'nin bir sözü geldi: "Hayallerimize göre gerçek dünyayı değiştirene kadar hayal etmeye devam etmeliyiz". İşte bu yüzden filmin sonu gerçek yaşamda gerçekleşebilecek birşey olmaktan çok hayal edilebilecek birşey. Çünkü iki insan doğaya çok fazla yakınlaştılar ve küçük beyaz çiçeklere dönüştüler, Sonra yavaşça ve birbirlerine yakınlaşarak Öyle büyüdüler ki sonunda neredeyse tek bir varlık haline geldiler.