Bir Düşün(eneme)me Tarzı Olarak Komplo Teorileri

Erkam Kuşçu

İnsanın düşünme melekesi en temelde olay ve olgu arasındaki ilişkileri sağlıklı kurmasına bağlıdır. Siyasal, sosyal bir olayın olguları onu oluşturan toplumsal ve tarihî bağlamı içerisinde ele alınır ve buradan hareketle düşünce geliştirilir. Zikredilen bu işleyiş her zaman “sağlıklı” olmayabilir. Niçin bazı durumlarda sağlıksız bir işleyiş olduğu sorusu bizi, düşünme eyleminin kendisi üzerine düşünmeye sevk edecektir. Bu soruya tarih boyunca farklı cevaplar verilebilir.

Yaşadığımız zaman diliminde bu sorunun en öncelikli cevabı komplo teorileri olabilir. Komplonun tarihine yakından bakmak gerekirse onun son yüzyıldan daha gerilerde hatta en başta var olduğunu söylemek anakronik bir okuma olmayacaktır. Felsefe veya düşünce tarihi içerisinde mitoloji, logos yani akıl, mantık öncesi evre olarak kullanılmaktadır. Mitolojilerin yapısı ise aklın ötelenmesi ve olay-olgu arasındaki bağın bir anlamıyla akıl dışı “şeylerle” izah edilmesidir. Bu anlamıyla mitoloji aslında bir düşünme biçimidir. Mitolojilerin en ortak/temel özelliği ise gizem meselesidir.

Komploların ortaya çıkışı üzerine düşündüğümüzde bizce en önemli izah gizem ve esrarengiz hale getirme isteğinde yatmaktadır. İnsanlar hikâye anlatmaya başladığından beri gündelik olayları gizemli, esrarengiz bir perdenin arkasından anlamaya ve bilmeye çaba göstermektedir. Bu durum insanın yaratılışından gelen bir özellik olmalıdır. Bu aşamada bir dikkat noktası olarak tahrif edilmiş kutsal kitaplar incelenebilir. Tahrif edilmiş metinlerde hep bir bilinmezlik ve anlam bulma çabası dikkat çekmektedir. Bu kitaplardan ilhamla oluşturulan itikatlarda da belli bir muğlaklık söz konusudur. Vahyin apaçık bir beyan oluşu insan eliyle bir gizem perdesine büründürülmüş ve söz konusu apaçıklık zedelenmiştir. Hristiyanlığın teslis inancı bunun büyük göstergelerinden birisidir. Ancak Kitab-ı Kerim bu noktada son derece beliğ ve anlaşılır bir şekilde inanç esaslarını açıklar ve aslına bakılırsa dinler açısından tartışmaya da son noktayı koyar. Bu noktada müteşabihata yönelik vurgular Kitab-ı Kerim’de insanın haddini bilmesine yönelik uyarılarla beraber yapılmaktadır ve kitabın anası ise muhkem ayetler olarak vurgulanmaktadır.1

İnsanın gizeme duyduğu bu ilgi, ilahi metinlere yaptıklarının ötesinde siyasal-sosyal olayları izahında doruk noktasına ulaşmıştır. Bu açıdan bakıldığında komploların varlığı mitolojik düşünmeye kadar götürülebilir. Ancak bugünkü anlamıyla komplo modern bir olgudur. Bu anlamıyla komplolar modern gizem/hikâye anlatma araçlarıdır.2 Denilebilir ki komplonun modern oluşu yapısının mitolojiden çok daha girift ve içerisinden çıkılamaz bir hal almasını sağlamıştır.

Diğer hususa geçmeden önce inanmanın doğasında yer alan anlamlandıramama hali ile gizem bahsi arasındaki farka vurgu yapmak isteriz. Her inanç, yapısı gereği yani ilahi olan ile ilişkisinden dolayı bir “sırrı” içerisinde taşıyabilir ancak bu husus insan aklına dayalı bilginin sınırlı oluşundan ileri gelmektedir. Ancak mitoloji de komplo da bu anlamlandıramama sürecinde “sırrı faş etmeye” çalışarak absürt ve tamamen izahtan vareste izah çabalarının önünü açmaktadır. Şu husus böylece ortaya çıkmaktadır ki komplolar saçma deyip geçemeyeceğimiz bir sorunsalı içerisinde barındırmaktadır. Zira düşünmenin önünde oluşturdukları engellemelerden dolayı komploculuk ciddiye alınıp üzerinde tefekkür edilmesi gereken bir mevzu olarak önümüzde durmaktadır. Özellikle Müslüman tahayyüllün yaşadığı işgal ve sömürü süreçlerinin de etkisi olarak görülebilecek düşünememe veya sağlıklı düşünce üretememe problemini anlamak açısında komploculuk üzerinde tartışmak en azından yaşadığımız bu problemin mahiyeti hakkında bizlere ufuk açıcı veriler sunabilir.

Kerem Karaosmanoğlu’nun geçtiğimiz aylarda yayımlanan “Komplo Teorileri” isimli çalışması, komplonun nasıl bir düşünce tarzı olduğu konusunda önemli bir boşluğu dolduruyor.

Düşüncenin Panoptikonu

Panoptikon, İngiliz filozof Jeremy Bentham tarafından tasarlanan bir hapishane tasarımıdır. Bu yapı cam bir dış yüzeyden oluşan mahkûmların her daim gözlendiği bir kule şeklinde düşünülmüştür. Yapının merkezinde bir gözlem odası vardır. Bu odanın içi ise mahkûmlar tarafından görülemez. Var olduğu bilinen ancak ne olduğu bilinemeyen bu oda mahkûmların her daim gözlendiği hissinin oluşmasını sağlamaktadır. Yani gözlem odasının içi boş dahi olsa “gözetlenme” düşüncesinden dolayı mahkûmlar “kurallara uygun” davranmak durumunda kalacaklardır. Bentham, cezanın temeline de caydırmayı yerleştirmektedir.3

Panoptikonun işlevselliği otorite ne olursa olsun etkin bir şekilde orada olduğunu hissettirmesi ve mahkûmları “kendilerinin gardiyanları” haline getirmesidir. Bentham, planın özünde gözetlemenin olduğundan söz ederken bu gözetlemenin de en etkin ve iyi şekilde yapılabilmesi için ‘görünmeden gözetleme’ ilkesi ile oluşturulan, gözetleyicinin merkezliğinde olması gerektiğini söyler.4 Burada kurmak istediğimiz analoji komplocu düşünme tarzının da bizzat düşünmenin kendisi üzerinde panoptikon etkisi yapmasından ileri gelmektedir. Bu sayede komploların mahiyetleri de daha rahat anlaşılacaktır. Zira komplo teorileri kusursuz işleyişe sahip, rastlantılara yer olmayan, mekanik bir nedenselliğe dayanan ancak esnek bir kurgusallıkla örülü, bu sebeplerle doğrulanamayan ve yanlışlanamayan girift, absürt, çok katmanlı, mantıksal açıdan insanı çıkmaza sürükleyebilen bir yapı içerisindedirler. Bu anlamıyla komplolar düşünen kişinin kendi kendisini “düşünememe sarmalına” sürüklemesine sebep olmaktadır. Bu yüzden komplocu zihniyete sahip bir insanı ikna etmek oldukça zor hatta birçok zaman imkânsızdır.

Kitaptan bir örnekle izah etmek gerekirse, siyasal-sosyal bir meseleyi konuşurken “Kanıt nerede?” sorusunu muhatabınıza yönelttiğinizde alacağınız cevap “Onlar (Yahudiler, Sabetayistler, dönmeler, masonlar vs.) kanıtları saklamada ve iz bırakmamakta son derece ustalar!” şeklinde olacaktır. Böyle bir cevap aldıktan sonra tartışmaya devam etmek imkânsız hale gelmektedir. Buradan yola çıkarak komplo teorilerinin birkaç özelliğine maddeler halinde şöyle değinebiliriz:

1) Komplo teorileri, kendilerini yeniden üreten teorilerdir. Bu yüzden komployu ilk ortaya atanın kendi iddiasını yalanlaması dahi önemsizdir. O artık bu düşünme tarzının üretimi içerisinde yeniden çoğaltılmaya devam edecektir.

2) Komplolar bumerang misali iş görürler. Bumerang bilindiği üzere belirli mesafeye attığınızda aynı şekilde kavis alarak size dönen bir araçtır. Yani siz bir olayı komplo ile izah ettiğinizde sizi ilgilendiren hatta mağdur edildiğiniz bir başka olayda komplo ile izah edilebilir düzeye indirgenmiş demektir. Örneğin sol-Kemalist çevrelerin AK Parti’nin kuruluşunu BOP vs. ile izah etmesi ve karşı tarafın de Gezi Parkı olaylarını ele alışı bu şekilde görülebilir.

3) Komplolar düalist düşünme biçimini muhtevasında barındırır. Burada belli bir dikotomi üzerinden dünyada yaşananları izaha girişirler! Hep bir tarafın mağduriyeti diğer tarafın ise sömürüsü söz konusudur. Ancak bunun adilane bir yaklaşım olmadığı unutulmamalıdır. Bu bağlamda olay merkezli değerlendirmeler yapmak daha sahici ve adil neticelere ulaşmamızı sağlayacaktır. Ayrıca komplolar bu ikili ilişki içerisinde, komployu kuranın perspektifinden bakıldığında karşıtı/ötekisi ne ise onunla paranoyakça bir ilişki içerisine girer. Müslümanların Yahudilere bakışı bu anlamda özeleştiriye muhtaç gözükmektedir. Komplolarla oluşturulan algı sonucunda toptancı ve mahkûm edici bir perspektif oldukça sıkıntılı bir toplum, tarih ve siyaset okuması sunacaktır. Müslüman tahayyülün ötekisi ile olan ilişkisi “Ya benim gibi olacaksın ya da yok olacaksın!” seviyesizliğinde değil birçok konuda olduğu gibi hukuk çerçevesinde çizilir. Kitab-ı Kerim’de de bu bağlamda Yahudiler hem övgü hem yergiye söz konusu edilmişlerdir.5

4) Komplolar her zaman görünenin ötesinde görünmeyen bir gücün (‘Üst Akıl’ gibi) müdahalesine inanırlar. Bu husus Müslümanlar açısından oldukça problemli bir noktaya işaret etmektedir. Allah’ın gaybi yardımına iman eden Müslümanların, görünmeyen ve her şeye gücü yeten, egemen bir başka güce olan inançları itikadi açıdan problemli bir duruma işaret eder. Bunun neticesinde Müslümanlarda psikolojik olarak ümitsizlik ve güvensizlik halinin pekiştiğine şahit olmaktayız.6

Metodoloji Meselesi

Komplo teorilerinin az evvel zikredilen içinden çıkılmaz yapısı onları aşabilmek adına ortaya konulacak çabaları da zorlamaktadır. Ancak tüm bu engellemelere rağmen komplolar üzerine metodolojik/usuli bir çaba ortaya koymak kaçınılmazdır. Zira düşünmenin önünde bir engel olarak gördüğümüz komploları aşma çabası öncelikle düzgün/sağlıklı düşünce üretebilmek adına zaruridir. Aksi halde tutarsız/çelişik birtakım analizlere ulaşmak da kaçınılmaz hale gelecektir. Müslüman açısından doğru düşünmenin önemi öncelikli olarak kulluk vazifelerini doğru bir şekilde yerine getirebilmesi için gereklidir. Bu sayede âlem içerisindeki yerini anlamlandırabilecek ve içerisinde bulunduğu çağın anlamsızlık çemberinden kurtularak kalbi mutmain mertebesine ulaşabilecektir. Öteki halde ise insanlığın içerisinde çıkan hayırlı bir topluluk olma vazifesini yerine getiremeyecektir.

Kerem Karaosmanoğlu çalışmasında metodoloji meselesini mantıksal safsatalar başlığı altında inceliyor. Farklı metodolojik yaklaşımları öne sunan yazar bir kısmını ise daha fazla ön plana çıkartmış. Örneğin 1) İspatlama mecburiyeti safsatası ile komplocular kendi teorilerini kanıtlamaktan ziyade karşı taraftan kendi teorilerini yanlışlamalarını talep ederler ancak ortada kanıt olmayınca yanlışlamak mümkün değildir.7 2) Orantılılık çarpıtma ise büyük hadiselerin sebepleri de bir o kadar büyük olmalıdır esasına dayanır. Örneğin 11 Eylül olaylarının arkasında İslamcı bir örgüt değil de çok daha gizemli uluslar üstü bir yapılanma olmasını zorunluluk olarak görmek. Ancak her olay için böyle bir orantısallık/büyütme kurmak doğru sonuç vermeyebilir.8 3) Bağlamından çıkarmak. Genellikle söylenmiş olan sözlerin bağlamları dışında değerlendirilerek anlamının kaydırılmasına neden olunmasıdır. G. Bush’un Yeni Dünya Düzeniyle kast ettiği Soğuk Savaş sonrası dönem komplocular tarafından Illuminate vs. ile izah edilmiştir. Bugün Yeni Dünya Düzeni deyince birçok insan bu anlama başvurmaktadır.9 4) Adam karalama safsatası ya da dolduruşa getirme, bir iddianın ya da önermenin kendisiyle ilgili konuşmayı bırakıp o iddiayı savunanı karalamak ve meseleyi kişisel bir saldırı haline getirmeye çalışmaktır. Örneğin “Suriye sorunu ancak Esed giderse çözülebilir!” diyen bir siyasetçiye “Sana güvenilmez çünkü sen yolsuzluklara bulaşmışsın!” diye tepki göstermek bunun tipik örneğidir.10 Bu safsata aynı zamanda “olay merkezli” değerlendirme yapmanın da önemini göstermektedir. Böyle bir tavır alış çok daha hakkaniyetli bir zemine denk gelmektedir.

Buraya kadar zikredilenler daha gündelik olayların etrafında örülmüş metodolojik çalışmaları kapsıyor. Ancak bizim üzerinde daha dikkatle düşünülmesi gerektiğini düşündüğümüz metodolojik ilke ise Ockham’ın usturası ilkesi. Ockhamlı William hem bir teolog hem de filozof olarak yaşadığı dönemde önemli kırılmalara şahit olmuş (Skolastik dönemin sonu olması)ve bu bağlamda Hristiyan teolojisini belli bir kuramsal düzleme yerleştirmeye çalışmıştır. O, çareyi felsefe ve teolojinin birbirinden kesin olarak ayrıldığı iki farklı alan olarak tasarlama gayreti içerisine girdi.11 Onun bu çabası mantık ve metodoloji konularında yoğun bir arayışa girmesini sağlamıştır denilebilir. Bu noktada anlama çabasını kavramların kendileriyle ilgili olduğu düşüncesi onun “var olanların sayısının gereksizce çoğaltılmaması gerektiği” şeklindeki tasarruf ilkesi olarak da bilinen “Ockham’ın usturası” düşüncesine götürür. Yani bir şeyin daha basit olanı varsa daha karmaşık olan tercih edilmemelidir. Ockhamlı için daha az (sade) olan daha değerlidir.12

Yazar buradan yola çıkarak doğru sonuçlara yol açsa dahi komplo teorilerinin metodolojik açıdan sakat olduklarını vurgulamak ister ve siyasal-sosyal bir olayı ele alırken Ockham’ın usturasının elverişli bir zemin oluşturduğunu vurgular. Elimizde iki aynı derecede inandırıcı açıklama varsa ve test etme imkânlarımız aynı derecede kısıtlıysa her zaman basit olanını seçmeliyiz. Çünkü karmaşık olan açıklamalar meseleyi tamamen işin içinden çıkılmaz hale getirmektedir. Daha basit olan açıklama ile ilgili şüpheler olsa dahi daha açıklayıcı, mantıklı ve akla yatkın izahlara ulaşmamızı mümkündür. Bu metot akla yakınlıkla yalınlık arasında paralel bir ilişki kuruyor. Çünkü karmaşık olan açıklamalar -tıpkı komplonun yapısındaki gibi- karmaşıklığı ortadan kaldırmak için sorulan sorularla daha da karmaşık hale geliyor. Bu sayede büyük olayları izah etmek için yola çıkan komplolar, olayın kendisinden daha büyük hale gelerek ve söz konusu olayın onun önüne de geçerek anlaşılmasını tamamen imkânsız hale getiriyor.13

İslam düşüncesinin usul bağlamında ortaya koyduğu örneklere değinmek gerekirse, öncelikle İmam Gazali’nin klasik dönem içerisinde mantığı medrese müfredatına yerleştirmesi ve “mantık bilmeyenin ilmine güvenilemeyeceğini” ifade etmesi mantığın ilm-i alet olarak önemini anlamak açısından önemli bir yerde duruyor. Bunu aklımızın bir ucunda tutmak siyasal-sosyal bir olayı ele alırken ufuk açıcı bir usul çabası olarak akaid ve hadis usulündeki bazı yöntemlerde pekâlâ kullanışlı olabilir. Musa Üzer’in vurguladığı bu hususlar, usul noktasındaki eksikliğimizi görmemiz ve düşünme biçimimize dair esaslı bir muhasebeye girişmemiz açısından önem arz ediyor.

Başta komploculuk olmak üzere yaygın bir hastalık şeklinde her şeye yansıyan bu eksiklikler bizleri çok zor ve yer yer komik durumlarda bırakabiliyor. Öncelikli olarak akaid usulünde uyguladığımız delalet-i kat’i, subutu kat’i kriterlerini siyasal-sosyal meselelere ilişkin yaklaşımlarımızda uygularsak daha berrak ve mantıklı neticeler elde edebiliriz. Aynı şekilde hadis usulündeki senet ve metin tenkidi kriterlerini de bu şizofrenik, problemli yaklaşımlarımızı ortadan kaldırmak için tekrardan işlevsel hale getirmeye çaba gösterebiliriz.14

Sağlıklı düşünce üretebilmek adına tek başına hiçbirisinin yeterli olmayacağı bu metodolojik kriterler en azından sorunlarımız üzerine düşünme imkanı sağlamaları ihtimalinden dolayı bile değerli çabalar olarak görülebilir. Düşünme problemlerimize dönük farkındalık hali öncelikle sorunlarımızı aşmak için en önemli husus olarak önümüzde duruyor.


Dipnotlar:

1- “Kitabı indiren O'dur. O'ndan, kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkemdir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise 'Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır.' derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.” (Âl-i İmran, 7)

2- Kerem Karaosmanoğlu, Komplo Teorileri, İletişim Yayınları, s.138

3- R. C. Solomon&K. M. Higgins, Felsefenin Kısa Tarihi, İletişim Yayınları, s. 298

4- Foucault Bağlamında İktidarın Görünmezliği ve ‘Panoptikon’ ile ‘İktidarın Gözü’ Göstergeleri, Gizem Özdel, İstanbul Kültür Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İletişim Sanatları Anabilim Dalı, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/138301

5- “İçlerinde zulmedenleri hariç olmak üzere, Kitap Ehliyle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin. Ve deyin ki: Bize ve size indirilene iman ettik; bizim ilahımız da sizin ilahınız da birdir ve biz O'na teslim olmuşuz.” (Ankebut, 46) “Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehlinden bir topluluk vardır ki gece vaktinde ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar.” (Âl-i İmran, 113) “Kitap ehlinden öylesi vardır ki ona yüklerle mal emanet etsen, onu sana eksiksiz iade eder. Fakat öylesi de vardır ki ona bir dinar emanet etsen, tepesine dikilip durmadıkça onu sana iade etmez.” (Âl-i İmran, 75)

6- Şuayb Mekeç, Allah’ın İradesi ve Sünnetullah Karşısında Komploculuğun İflası, Haksöz Dergisi, Sayı: 272, Kasım 2013

7- Kerem Karaosmanoğlu, A.g.e., s.95

8- Kerem Karaosmanoğlu, A.g.e., s.97

9- Kerem Karaosmanoğlu, A.g.e., s.104

10- Kerem Karaosmanoğlu, A.g.e., s.106

11- Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, Say Yayınları, s.368

12- R. C. Solomon&K. M. Higgins, A.g.e., s.198

13- Kerem Karaosmanoğlu, A.g.e., s.108-109

14- Musa Üzer, Siyasal-Sosyal Olay ve Metodoloji Sorunumuz, Haksöz Dergisi, Sayı: 306, Eylül 2016