Günlerdir çıkmıyorsun aklımdan. Senden aldığım son mektup satır satır zihnime işledi. Birlikte geçirdiğimiz sıkıntı, acı ve mutluluklar geldi aklıma. Aramızda 'biz' duygusunu yaşayarak gerçekleştirdiğimiz eylemlerimizi, hele yaşımıza ve tecrübemize bakmadan yüklendiğimiz sorumluluğun ağırlığını hissedişimizi ve bu ağır ama aynı zamanda kutsal emanetin verdiği hazzı düşündüm.
Hatırlar mısın; edinmiş olduğumuz bilgilerimize aykırı her kitap hakkında yaptığımız hararetli tartışmaları ve Kur'an'la her muhatap oluşumuzda gittikçe farklılaştığımız bilincini. Çileli yokuşu beraber çıkarken bu yokuşa kattığımız dostlarımızı. Ahitleşmelerimiz, ki tek başımıza kalsak bile 'biz' bilincine sahip olmaya azimli. "Gençken biz de böyleydik, geçer" diyen tecrübe sahiplerinin (!) sözlerine duyduğumuz nefreti. "Sizi de göreceğiz, hayatın farklı merhalelerinden geçerken değişecek ve bugünlerinizi gençlik heyecanı olarak değerlendireceksiniz" diyenlere cevap olarak onurlu bir tebessümle suskun kalışımızı... Hatırlıyorsun değil mi tüm bunları?
Ve ayrılık... Doğrusu mekansal ayrılığımız çok üzmemişti beni. İlkelerimiz aynı kaldıkça dostluğumuzun sıcaklığını her zaman hissedecektik çünkü. Ama son mektubun gerçek ayrılığın haberini veriyor gibiydi. İçim burkuldu. Hemen gözlerin aklıma geldi. Yüz ifadelerin ve bakışlarındaki mana, her şeye gülüp geçen, yaşamına anlam verememiş sıradan insanlardan nasıl da farklılaştırıyordu seni. O vakur bakışın, imandan güç alarak aktif mücadeleyi üstlenen her müslümanın bakışıyla aynıydı. Sıkıntılar karşısında yılmayan, azimli, direnen her müminin gözlerindeki çelik pırıltıydı sendeki.
Hiç tahammül edemezdin haksızlığa, tutarsızlıklara. Derste her söz almak isteyişinde hocalarımız tedirginlik duyardı. Sorun cevapsız kalmasın diye bir şeyler söylerlerdi de kendileri tatmin olurlar mıydı verdikleri cevaba bilemiyorum.
Mektubunu okurken bunları hatırladım. Allah için söyle, nedir sendeki bu yılgınlığın, çöküşün nedeni? Nasıl boyun eğdin hayatın akışına? Beni yanına çağırıyorsun ama seni görmeye asla hazırlıklı değilim. Geldiğimde gözlerindeki çelik ışıltının yerine boş vermişliğin buğusunu mu göreceğim?
Bitirmeyecektin dostluklarını. Çünkü seni sen yapan biz duygusuydu. Ne zaman ki, 'kendime vakit ayıramıyorum, birey olursam daha faydalı olurum' gibi düşüncelere kapıldın, bizlerden koptun, işte o zaman değişmeye başladın.
Şimdi ben sana ne yazabilirim ki, insanların İslami hareketlen ne için ve hangi bahanelerle geri kaldıklarını mı, yoksa okul yıllarında beraber okuyup tartıştığınız "Davet Yolunda Dökülenler" adlı kitabın içeriğini mi? Bunları sen biliyorsun. "Durmak gerilemektir" yazardık her defterimizin başına. Ne çok severdik bu ifadeyi, Doğrularımızı çevremize aktarırken ne isimler koyarlardı bize. Ama bunaltıcı yobaz tutumlar karşısında yılmamış aksine direncimizi bilemiştik bunlarla ve bir kere daha yazmıştık zihinlerimize durmak gerilemektir, 'durmak yok olmak demektir'.
Dostum, seni sen yapan ve kaybettiğin mücadele azminin oluşturduğu kocaman boşluğu nasıl dolduracaksın? Kitap okuduğunu söylüyorsun. Sonra ne yapıyorsun? Kimlerle niçin hangi konulan tartışıyorsun. Korkarım, o güzel, acemi biraz da çocuksu günlerimizi bugünler için basamak yapamadığın için, o günler gençlik heyecanımızdı diyenlerden olacaksın.
Hayata ve dine bakışımı birlikte şekillendirdiğim dostum, seni dünya üzerindeki zulme baş kaldıran muvahhidlerin selamıyla selamlıyorum ve içindeki yıkımların, umutsuzlukların, çöküşlerin yüreğine sapladığı hançerden kurtularak yeniden hayatın akışını değiştirmeye kararlı, yüreğinde baştan sona diriliş rüzgarlarının estiğini haber veren mektuplarını bekliyorum.