Gündüzlerimizde karanlıklar
soluklarımızda hasret var
ah
çekip alan bizi kuyularımızdan
ey yıldırım aşkıyla yanan çocukluğumuz
kalbimizin neresinde saklardık seni
seni neresinde bulurduk ölümün
o bozguna uğramış mevsimlerin arefesinde
o kıpkızıl akşamların ertesinde
seni nasıl yakalardık bulutlarda biz
Seni nasıl
seni nasıl öpüp öpüp koklardık
yanaklarımızdaki kızarıklık alev saçan iştihamızdı
ve yepyeni sabahların özlemini bekleyen bir şafak
ve adına adanmış geleceğin beklenişindeki ihtişam
ama yalnız duymak değil
yalnız gökyüzüne uzanan ıssız bekleyişler değildi elbet
bir olurun ölümüne yaşandığı
bir haykırışın şakaklarımıza dayandığı andı
Bana bak
alnıma bak
en mahrem yaralarıma bak ki nasıl
nasıl köpürtür sevdalarım denizlerini
nasıl dağlarını indirir şehre
suyuyla
çiçeğiyle
baharıyla
aşkıyla
onbinlerce yılın ihtişamıyla
o çelik bilek
o demir delik
hayallerimizde yaşayan dağların tarihi
bir daha gel
şehre gel
ey koynunda nice mazlumların barındığı
ey bacılarımıza analarımıza sığınak
ölümüne gel
umut saçan rüzgarlarınla baharınla
kente gel
gel dipsiz kuyuları aydınlatan ışığınla gel
gel ki yarınlara uzanan aşkımız
seninle perçinleşsin
gel ki gerillanın damarlarında dolaşan kan
seninle bilinçleşsin
ah düşüncelerimizi karartan kölelikler
düşlerimizi boğazlayan kabus
ah duvarlara çivilediğimiz buyruk
gönder ışığını
ruhlarımızı dirilt
en çok muhtaç olduğumuz andır sana
dirilt birer birer toprağa gömdüğümüz
ölsün diye gömdüğümüz yarınlarımızı
ve bir daha
bir daha görsün gözlerimiz
kurşun yaralarını