Yerel yönetim reformuyla birlikte valilik emrinde çalışan kamu personeli ve kurumlar il meclisinin emrine girecek. Yerel sorunların daha rahat aşılması ve kırtasiyeci bürokrasinin kalkmasını kolaylaştıran bir gelişme bu. Ancak Radikal gazetesi yazarı İsmet Berkan'ın da dediği gibi valilik, kaymakamlık gibi makamlar seçilenleri denetlemek ve kontrol altında tutmak dışında bir işlevi olmayan kurumlar. Dolayısıyla böyle bir reformun gerçekleşmesi, devletin bölgedeki seçilmişleri kısmen de olsa kontrol edememe gibi bir durumu doğuracak. İl meclisini halk seçecek ve vali olsa bile bu meclisin kararlarını uygulamaya mecbur olacak. Ortaya çıkan bu tablo, gerek Ak Parti gerekse bazı uzmanlar tarafından yalanlansa da devletin esas paranoyası yine gün yüzüne çıktı.
Reformla geleceği ifade edilen yenilikler şunlar:
- Büyükşehir belediyelerinin bünyesine belde belediyeleri de dahil edilecek.
- Büyükşehir belediyeleri metropoliten planı ve ulaşım master planı yapabilecek.
- İl Özel İdaresi yerine genel sekreterlik sistemi getirilecek.
- Valinin başkanlık ettiği il genel meclisine, meclis üyeleri arasından başkan seçilecek.
- Belediyelerin kurulması için gerekli asgari nüfus 5 bine çıkarılıyor.
- Gece kulüplerinden alınan vergi, Hazine yerine belediyelere aktarılacak.
- Kayıt - suret harcı, tatil günlerinde çalışma harcı gibi bazı vergi dilimleri kaldırılacak.
- Konaklama, seyahat, köprü ve paralı geçiş yerleri, radyo-TV reklam gelirleri, araç muayene ücretleri, yangın sigortaları, LPG, cep telefonu, ATM makineleri vs.den alınan ve çeşitli kurumlara giden vergiler belediyelere aktarılacak.
- Belediye başkanlarına, personele ikramiye verme yetkisi verilecek.
- Belediye başkanlarına, başkan yardımcıları ve meclis üyelerinin özlük haklarını belirleme yetkisi verilecek.
- Belediye başkanlarının görevden alınması yargı organlarının yetkisine bırakılacak.
- Belediyeler Sayıştay'ın denetimine girecek.
Bu konu dönem dönem tartışılıp gündeme geldiğinde şöyle bir kavramla karşılaşıyoruz: "Üniter devlet". Herkes üniter devlet yapısının ne olursa olsun bozulmamasından yana. Merkeziyetçi, her gelişmeyi kontrol altında tutan bir model bu. Halka rağmen bir "devlet politikası" oluşturup bunu dayatmanın aracı. Mesele mevcut düzenin ahenkli çalışması bile olsa, totaliter devlet konumunu kesinlikle sorgulatmıyor.
Yaşanan Bingöl depremi buna iyi bir örnek. Depremden sonra afet bölgesine gelen devlet yetkilileri sadece validen brifing alıyor. Daha doğru bir ifadeyle, devlet bölgede sadece kendi valisini muhatap alıyor. Çadırları vali dağıtıyor. Nitekim organizasyonda bir hata olduğunda halk da valiyi muhatap alıyor. Fakat vali devletin temsilcisi olduğu için vatandaşa silah sesleri ve polis araçlarıyla gözdağı veriliyor. Dikkat edilirse olayların içinde belediyenin hiç adı geçmiyor. Yerel yönetim reformuyla birlikte çadırı belediye dağıtacak. Yerel sorunları validen daha iyi tanıdığı için daha esnek ve seri hareket edebilecek. Halk aleyhine bir hata yaptığında da bir daha seçilememe gibi bir yaptırımla karşı karşıya.
Bingöl örneğindeki problemleri düzen kendi içinde oluşturuyor. Yerel yönetim reformu kısmen bir ilerleme sayılsa da, aslında düzenin baskıcı yönü aşınmadıkça sorunlar çözüme kavuşamaz. Ancak, adı üzerinde "reform" olan bir konuda bile devletin konumundan vazgeçmemek konusunda takındığı tutum artık bir Türkiye klasiği oldu. Anlaşılan o ki önümüzdeki günlerde bu konu gündeme çok gelecek ve biz bu mide bulandıran klasiği tekrar tekrar izleyeceğiz.