Soruşturma: AİHM Kararları Ne İfade Ediyor?
1. AİHM'in başörtüsü ile ilgili almış olduğu karar hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Kararın Türkiye'de sürmekte olan başörtüsü sorununa ne tür etkilerinin olacağını düşünüyorsunuz? Karar ile birlikte başörtüsü sorununa son noktanın konulduğu iddialarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
2. Başörtüsü yasağı konusunda AİHM'e başvurulmasının zaten yanlış olduğu iddiaları karar ile birlikte arttı. Sonuca bakıldığında bu yaklaşımın haklı olduğu söylenebilir mi?
3. İslami içerikli davalar konusunda bundan sonra AİHM'e ilişkin nasıl bir tutum izlenmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
4. Karara ilişkin AK Parti hükümetinin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Hükümetin bundan sonra yapması gerekenler ve yapabilecekleri nelerdir? Meclis Başkanı Bülent Arınç'ın YÖK'e yasak olmayan türban modeli hazırlama önerisinde bulunmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
1. Müslümanca düşünüldüğünde AİHM'in başörtüsü ile ilgili vermiş olduğu karar; Batılı perspektifin İslam'a bakışının bir tezahürünün yansıması olması nedeniyle pek şaşırtıcı gelmemektedir. Mahkemenin devlet aygıtlarının bireye ilişkin insan hak ihlallerini koruması gereken tutumu; burada kendini göstermemiş, "insan" ve "hak" merkezli bir karardan çok, devlet yasağını benimseyen bir karar vermesi hasebiyle, hukuki boyuttan çok siyasi bir boyutu olduğu düşüncesi hakim olmaktadır. Mahkemenin bu kararı, çifte standardı ve hukuki samimiyeti sorgular nitelikte bir karardır. Karar, Batının evrensel değerlerinin ve adalet anlayışının Müslümanlar söz konusu olunca, pek işlemediğini ve önyargılar, korkular ile şüphelerle hareket edildiğini göstermesi açısından manidardır.
Kararın, Türkiye'de sürmekte olan başörtüsü sorununa olumlu etkilerinin olacağını düşünüyorum. Halkın çoğunluğunun geleneksel dini anlayışa sahip olmasına rağmen başörtüsünün farklı bir hassasiyetle değerlendirdiğini, halkın bunu iyi okuduğunu, bir yara ve sorun olarak politik-siyasi tercihlerine bile yansıttığını, bir mağduriyet ve mazlumiyet kimliği oluşturduğu, örtünün kendi özünde saklı olan iffet, teslimiyet, kimlik ve özgürlük gibi dinamikleri çok katıksız duygularla algılamalarına yol açtığı ve açacağı için bu kararın olumlu bir sürece dönüşebileceğini umuyorum. Avrupa'daki bir üst mahkemenin söz konusu kararının; toplumun orta tabakasında İslam'ın kutsallarına karşı, yerli egemenlerle birlikte mahkemenin hareket ettiği gibi bir izlenimi verdiği de bilinmektedir. Bu kararla halkın algı dünyasında, haçlı ruhu tekrar hatırlanmıştır. Bu kimi batı medyasında da böyle işlenmiştir.
Bu çerçevede gerek merkez medyanın, gerekse de laik elitlerin kararla birlikte adeta başörtüsü yasağını bir an önce kapatmak istercesine dillendirdikleri "son nokta" veya "bu defter kapandı" tutumları, halktaki dini hassasiyetlerin karşısında köksüz bir girişimden öteye geçmeyeceği de bir gerçektir. Hakların ve mücadelenin bitmeyeceği, onlara son nokta konulamayacağı da unutulmamalıdır.
2.-3. İki ve üçüncü soruların birbirleriyle bağlantılı olması ve konu bütünlüğünün bozulmayacağını düşünerek, birlikte cevaplamayı uygun buluyorum: Her ne kadar mahkemenin kararı İslam'a ve Müslümanlara yönelik hukuk dışı, çifte standarda dayalı bir kararı açıkça taşıyor olmasına rağmen, bu tür uluslararası kurumlara karşı hak mücadelesinde bulunulmayacağı gibi bir noktaya sürüklememeli. Bu söylem, Müslümanların Avrupa'daki kurumlarda haksızlıkları ve zulümleri afişe etmek bakımından uluslararası bir kazanıma dönüştürmeden alıkoymamalı. Haklılığı coğrafya ve zamana yaymanın haklı mücadelesi içinde olunulmalıdır. Tümüyle de bu toptancı reddediş ve tümüyle hakların oradan beklentisi içine girmek gibi iki uç tutumda; bizleri gezdirmemeli. Bu tutumlardan herhangi biri, Müslümanların Avrupa'nın gerek sömürgeci kimliğinden, gerekse de insan hak ve ihlalleri sicili açısından pek temiz olmadığı düşüncesinden bizleri alıkoymamalıdır. Dolayısıyla AİHM'e başvurunun haklılığı-haksızlığı ikilemine girilmemelidir. Ayrıca hakların meşruiyeti, kurumlarla belirlenemez. Haklar doğası gereği, ilahi yasaların (hukukun) bir sonucudur. Bizler, bu mahkemeler ve kurumlar aleyhte kararlar verseler bile, bu haklarımızı savunmaktan, talep etmekten vazgeçmemeliyiz. Kendi iradi çabalarımız ve dinamiklerimizle haklarımızın mücadelesini vermekten kaçınmamalıyız. Çünkü haklar, anlamlı birliktelikler ve kolektif bilinçler ile kendi değerlerini merkeze alan bir mücadele ile kazanılır.
4. Gerek AK Parti'nin gerekse de TBMM Başkanının yasak kararına ilişkin tavır ve açıklamaları, edilgen, silik ve sağlıklı bir çözüm olmaktan uzak, erteleyici tutumlarla malul olduğu göze çarpmaktadır. AK Parti'nin sayısal çoğunluğa ve sahip olunan iktidara rağmen net ve cesaret verici çözümler ortaya koymamaları geleneksel muhafazakar partilerin, statüko karşısındaki tipik davranış tarzıdır. Oysa yasaktan kaynaklanan mazlum kitlenin bir tür tabanı olmasına rağmen gereken onurlu duruşu sergilemekten uzaktırlar bu partinin kurmayları ve elitleri. Sorunun toplumsal mutabakat, hakların referanduma getirilmesi ve YÖK'e siyasal olmayan bir başörtüsü modeli istenmesi tipik uzlaşmacı, sorunu erteleyici ve kendi değerlerini merkeze alan bir çözüm olmaktan çok, çözümün adresinin yasak yanlısı taraflarca belirlenmek istenmesi bile onur kırıcı bir tutumdur. "Bunu biz çözemedik, haydi bakalım siz bize bir öneri sunun" yaklaşımıdır ki, egemenlerden medet umma, egemenlerin yasakçı karakterini yeterince tanıyamama gibi birçok açıdan değerlendirilebilecek tarafı vardır. Sistemi ve karakterini, sistem savunucularını tanıyamama ve bunlara ilişkin onurlu tavır alamamanın bir sonucudur; sorunun ve yasağın devam ediyor olması. Bu açıdan toplumda yasağa karşı bir tepki olmasına rağmen, hala kurumlar arası bir mutabakatı beklemek, halktan sisteme gidecek bir sinerjiyi (değişimi) değil, sistemden icazet aldıktan sonra halkı dikkate alma gibi ne "muhafazakar"lıkla ne de "demokrat"lıkla açıklanması güç olan bir konuma düşürmektedir iktidarı.