1- Suriye’de yaşanan isyanı diğer Ortadoğu ülkelerinde gerçekleşen isyan dalgasından ayrı düşünmek doğal mı? Ayrım gözetenler haklı verilerden mi hareket ediyorlar yoksa çifte standartlı mı davranıyorlar?
2- Suriye devriminin temel dinamikleri nelerdir? Ayaklanmanın halkın iradesini yansıtmayıp, temelde harici güçlerin kışkırtma ve provokasyonlarından kaynaklandığına dair iddialara ne dersiniz?
3- İsyanın başından itibaren bazı çevreler Suriyeli muhaliflere “İsyan etmemeliydiler!”, “Silaha başvurmamalıydılar!” vb. eleştiriler yöneltmekteler. Genelde Suriye halkı ve özelde muhalif kesimler sizce ne yapmalıydılar? Bundan sonrasına ilişkin ne yapmaları gerektiğini düşünüyorsunuz?
4- Suriyeli direnişçilerin Batı’ya, Rusya’ya, BM, NATO, Arap Birliği gibi kuruluşlara, İran’a ve Türkiye’ye yönelik yaklaşım, tavır ve beklentilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
5- İslami camianın Suriyeli Müslümanların maruz kaldıkları zulümler, işkence ve katliamlar karşısında iyi bir sınav verdiğini/verdiğimizi düşünüyor musunuz? Neden?
6- Türkiyeli Müslümanlar olarak “Suriye meselesi”ne ilişkin olarak bundan sonrası için ne tür bir tavır takınmalı, neler yapmalıyız?
1- Suriye'de yaşanan isyan ve direnişi 'Arap Baharı' rüzgârından ayrı düşünmek iyi niyetle telif edilemez. 1982 öncesi ve sonrası olayları, Baas diktatöryasının uygulamaları dikkate alınırsa, vahşice sindirilmiş Müslüman halkın bu direniş dalgasını arkasına almaması düşünülemezdi. Ayrım gözetenler ideolojik, ekonomik, siyasi ve jeopolitik çıkarlarını insanlık haysiyet ve onurunun üstünde tutmayı ilke edinen emperyal iştahlılardır. İran faktörünü öne sürenler de aslında içten içe aynı saiklerle hareket ediyorlar diye düşünüyorum.
2- Suriye devriminin temel dinamiği tabii olarak İslam'dır. Bugüne kadar halka yapılan dayatma ve zulümlerin sebebi halkın İslami duyarlılığı ve direnişi idi zaten. I. Dünya Savaşı sonrasında İngiliz ve Fransız sömürgecilerin elinde yetiştirilen küçük bir azınlık olan Nusayri grup aracılığıyla sömürülen yüzde 85’ten fazlası Müslüman olan Suriye halkının, bunca saptırma ve baskılara rağmen direnebilmesi ancak 'medeniyet idraki'nden kaynaklanmaktadır. Bu idrak yok edilemediği sürece de bu direniş olacak ve devam edecektir. Bu, eşyanın tabiatına uygun olandır. Direnişi harici güçlere atfetmek Suriye gerçeğini bilmemek ve dahi art niyetten kaynaklanmaktadır. Tabii ki dış güçler olaylara seyirci kalmazlar, sonrasında çıkarlarına uygun ortamlar oluşturmak için olayları yönlendirmek, asli mecrasından çıkarmak isteyeceklerdir. Bu da onlar açısından doğaldır. Bu bir savaştır, direniştir. Bu tür girişimlere karşı plan ve projeler geliştirmeli, taktik ve stratejik savaşım verilmelidir.
Türkiye'de İslami camia dışındakilerin Suriye direnişini dış kışkırtma ve provokasyona bağlama sebepleri bellidir. Ancak İslami kesimden bazılarının aynı argümanları kullanması içler acısı bir durumdur. Bu ideolojik bir körlüktür. İran'a duyulan platonik aşktan kaynaklansa gerektir. İran maalesef asri bir devlet tecrübesi ve medeniyet tarihi ve bilinci açısından meseleyi ele alamamış, köşeye sıkışmışlık refleksiyle zalim ve ceberut bir yönetimin acemi icraatlarına ortak olmuştur. Bu, İran İslam Cumhuriyeti için bir züldür, derhal düzeltilmesi gereken bir tavırdır. Bir toplumun maksimum yüzde 10 azınlık iktidarıyla ilelebet yönetilemeyeceğini herkesten önce İran'ın akilleri bilmeli ve ona göre kısa ve uzun vadeli politikalar geliştirmeliydiler. Üzülerek söylüyorum ki, İran bu yarayı uzun yıllar saramaz ve gideremez.
3- İzleyebildiğim kadarıyla direniş uygun zeminlerde başladı ve toplumsal dinamizme uygun devam etmektedir. Halk, nefsi müdafaa hakkı verilmezse, her halükarda kendisini ifade etmek, hayatını sürdürmek, namusunu, haysiyetini korumak için sonuçta silaha da sarılacaktır. Bundan tabii bir şey olamaz. Ötesi İslam onuruna yakışmayan koyun sürüsü gibi boğazlanmak için sıra beklemek ve hem dünyasını hem de ahiretini heba etmek olurdu. Sözün bittiği yerde yaşama şansı kalmamışsa nefsi müdafaadan daha doğal ne olabilir ki?
Bu aşamadan sonra Suriyeli kardeşlerimizden inşallah dış müdahaleye gerek bırakmadan askerî ve sivil her alanda daha yaygın ve olabildiğince düzenli, dayanışma içinde direnişi zalim rejim ve destekçilerinin cezalandırılmasına kadar devam ettirmeleri gerektiğini umuyorum ve bekliyorum.
4- Arap Birliği, İran ve Türkiye’den beklentiler ile Batılı ülkeler ve NATO gibi kuruluşlardan beklentiler farklı olacaktır. Ancak halkı Müslüman olan ülkelerin bu açık vahşete dur diyememesi ve hatta basiretsizlik ve lokal politikalar sebebiyle körüklemesi, menfaat devşirmeye yönelmesi direnişçileri hayal kırıklığına uğratmış ve NATO gündemi ortaya çıkmıştır. Aslında bu, Müslümanlar açısından istenmeyen bir durumdur. Fakat sistematik bir şekilde devam eden halkın sindirilmesi, yok edilmesi süreci sebebiyle eğer Müslümanlar yardıma koşmazlarsa son çare olarak NATO’dan destek istemelerine de sözümüz olamaz diye düşünüyorum. Şartlara göre ehven-i şer siyaseti güdülmesinde zaruretler menzilesinde mahzur görme hakkımız olmaz.
5- Üzülerek söylüyorum, maalesef Türkiyeli Müslümanlar olarak iyi bir sınav veremedik. Hatta biz kafa karışıklıklarımızı giderene kadar direnişçiler daha ilerleyecek, belki de muvaffak olacaklar, bizler de ya zafere ya da halkın yok edilmesine seyirci kalacağız gibi geliyor bana. Ta başından beri İran İslam Cumhuriyeti'nin Suriye diktatöryasının yanında yer alması, ona platonik aşkla bağlı olan Müslüman kesimlerin zihninde “İran destekliyorsa muhakkak bunun haklı gerekçeleri vardır!” peşin ön kabulünü doğurdu. Bir de İran'ın yaptığı bilgi dezenformasyonunu da eklersek bunun üzerine bu kesimlerin sağlıklı düşünmesi zaten mümkün olmayacaktı. Öyle de oldu... Bu vaziyet karşısında özellikle yine İran'ın hangi gerekçeyle olursa olsun Filistin davasına sahip çıkması ve büyük maddi yardımlarda bulunması ve dünya istikbarı karşısında bazı tavırlar alması da bazı kesimlerde kafa karışıklığına sebep olmuştur. Ve Suriye direnişinin gerekçelerinin haklılığı ve İslami niteliği bize ulaşabilen direniş temsilcilerinin canhıraş uğraşılarına rağmen sorgulanmış, gözlerimizin önünde gerçekleşen bu vahşi katliamın faillerine karşı net bir duruş sahibi olunamamıştır. Hatta denilebilir ki, hükümet söylem düzeyinde olduğu kabul edilse bile İslami camianın genelinden çok daha net olarak bu vahşete karşı bir duruş sergilemiştir. Bu durum Türkiyeli Müslümanlar olarak bizlerin daha çoook düşünmemiz ve İslami duruşumuzu gözden geçirmemiz gerektiğini ortaya koymuştur. Rusya ve Çin yanlılarının da katliamı görmezden gelmesi, sanki basit bir olaymış gibi göstermeye çalışması da Türkiye insanının meseleyi iyi değerlendirememesine sebep olduğu söylenebilir. Yine de halkın hiçbir hukuk, kutsal vs. gözetilmeden katledilmesi ve bunun basın yayın yoluyla insanların gözleri önüne serilmesi tabii olarak insanımızın o kadim mazluma karşı hassasiyet ve yardım, yani mazlumun yanında zalime karşı olma refleksinin devreye girmesine yol açtı. Halk hiç olmazsa vicdanen katliamın durmasını ve direnişin başarılı olmasını istiyor.
6- Türkiyeli Müslümanlar, bu vahşetin durdurulması ve sorumluların cezalandırılması için ellerinden ne geliyorsa yapmalıdırlar. Sonuçta öyle veya böyle katledilenler öncelikle insan ve de İslam kardeşlerimizdir. Hiçbir şey bu vahşetin gerekçesi olamaz. Bazıları hâlâ utanmadan bir gerekçelendirme gayretinde bulunuyorsalar da bunların İslam'dan önce insanlıktan bile nasipleri olmadığını düşünüyorum.
Bizler mazlum ve mağdur halka her şeyden önce moral destek olacak toplumsal gösteri, yürüyüş ve programlar düzenleyebiliriz. Her türlü maddi yardımda bulunabiliriz. Basın yayındaki bu bilgi kirliliğinin önüne geçebiliriz. Kamuoyunu doğru bilgilendirerek Suriye direnişine karşı ilgi ve hassasiyeti artırabiliriz. Hiç olmazsa Türkiyeli Müslümanların direnen Suriye halkının yanında olduğunu gösterebiliriz.
Sonuç olarak böyle bir soruşturma yaptığınız ve görüşlerimizi paylaştığınız için sizleri kutluyor ve teşekkür ediyorum. Allah (c) bizlere basiret, küresel istikbara karşı direnen halklara direniş azmi versin ve yardımını esirgemesin.