11 Eylül olaylarının ardında yıkılan 'süper güç' İmajını ve kaybettiği prestiji yeniden kazanmak isteyen ABD'nin önümüzdeki aylar içinde Irak'a saldırması bekleniyor. Terörle mücadele, nükleer silah üretimini engelleme gibi -kendisine dünya jandarmalığı misyonunun vermiş olduğu hakları(!)- bahanelerle gerçekleştirilecek saldırının asıl hedefinin ABD'nin dünya hakimiyetini tekeline alarak modern imparatorluğunu pekiştirme olduğu tartışma götürmez bir gerçek. Ortadoğu hakimiyeti ise bu hedef için olmazsa olmaz bir Şart ABD, İngiltere haricinde destekçi bulamamasına ve dünyadaki geniş savaş karşıtı söyleme rağmen, saldırıdan vazgeçmeyeceğini açıkça ortaya koyuyor.
Uluslararası silah sınırlandırma anlaşmalarını tek taraflı ihlal ve iptal eden (Kyoto Anlaşması) ve hatta anlaşma yapılmasına mani olan, Çin'in kürtaj politikasını bahane ederek BM'nin nüfus fonunu kesen ABD, benzeri bir çok dayatmacı ve küstah tavırlarıyla dünyanın tek hakimi olma hedefini öne çıkarıyor.
Beklenen saldırıyla ilgili yaşadığımız coğrafya halkını daha da ilgilendirmesi gereken bir husus var ki işbirlikçi yerli egemenlerin gerçek yüzünü yansıtıyor. Yarı emperyal yerli egemenlerin çıkarlarıyla imparatorluğun çıkarları çatıştığında, kendi halklarına karşı gösterdikleri "aslanlık" yerini "süt dökmüş kediliğe" bırakıveriyor. Cılız miyavlar duyulsa da sesleri yükselirse biliyorlar ki 'evden' kovulacaklar.
1991 Körfez Savaşı sonrası Türkiye ekonomisi, tarihinin ikinci büyük çöküşünü yaşamıştı. Bugün ise beklenen saldırının halihazırda bir kriz içinde olan ülke ekonomisini nasıl etkileyeceği, yaşadığımız coğrafya halkı açısından hayati öneme sahiptir.
Petrol Meselesi ve Dünya Ekonomisi
6 Ağustos tarihli Washington Post gazetesinin bir haberinde, ABD'li şahinlerin Pentagon'a 10 Temmuz'da bir brifing verdiğinden bahsediliyordu. Brifingde Suudi Arabistan Ortadoğu'daki en tehlikeli muhalif olarak gösteriliyor ve "terörist örgütlerin ideologlarının, yandaşlarının, finansmanlarını sağlayanların çoğunun Suudi Arabistan'dan çıktığı ve yönetimin bunlara göz yumduğu vurgulanıyor. Suudlara gözdağı verilen brifingde yönetimin yerine getirmesi gereken bir dizi istek sıralanıyor, aksi takdirde özellikle petrol alanlarının hedef alınacağı bir saldırı ile tehdit edilmesi isteniyor.
ABD'nin Irak'a saldırı hedefleri arasında hiç şüphesiz petrol rezervlerini kontrol etmek, bu konuda Suudi Arabistan'a bağımlılıktan kurtulmak da var. Tabii ki Suudi Arabistan'ın tehdit edilmesinin başka boyutları da var ancak bu başka bir araştırma konusu.
Araştırmacılar ve ekonomistlerin genel kanısı ABD'nin Irak saldırısının petrol üretimini azaltacağı ve dolayısıyla petrol fiyatlarının yükseleceği şeklinde. Bu, enerji fiyatlarının da yükseleceği anlamına geliyor. 2001 yılında tarihinde ilk kez ürettiğinden fazlasını tüketen dünya için enerji fiyatlarının yükselmesi, -birkaç ülke hariç- genel olarak zaten durgunluk yaşayan ekonomilerin durumunu daha da kötüleştirecektir. Bu gelişmeden sadece birkaç ülke değil bütün dünya olumsuz etkilenecektir. ABD Enerji Bakanı Spencer Abraham'ın İngiltere'ye yaptığı gezide İngiltere ve diğer Avrupalı ülkelere petrol stoklamalarını önermesi bu bakımdan manidardır (6 Ağustos 2002 The Guardian Gazetesi). Abraham, kendilerinin bunu yaptıklarını Avrupalıların da yapması gerektiğini söylüyor. Çünkü biliyor ki, ABD'nin muhtemel saldırısı dünyada bir enerji krizi yaratacak. 20 Ağustos'ta uluslararası piyasalarda 15 yıldır ilk defa petrol fiyatlarının 30 $'ı bulması söylediklerimizi destekler mahiyette. Daha sonra tekrar 27 $'a gerilemesi, bu artışın savaşa piyasaların vereceği tepkiyi ölçmek için yapıldığı şeklinde yorumlanmasına neden oldu.
Savaş ekonomisiyle kendi ekonomik durgunluğunu aşmayı da hedefleyen ABD'nin savaşla birlikte çıkabilecek enerji krizinden etkilenmesi de söz konusu. Afganistan saldırısından sonra savaşa harcanan paralar ile nisbi bir hareketlenme görülen ABD ekonomisinin bu savaştan sonra nasıl bir seyir izleyeceği merak konusu.
Türkiye cihetinden olaya bakıldığında ise; petrol fiyatlarının yükselmesi enerjisinin % 80'ine yakınını dışarıdan alan bir ülke için çok ağır bir bedel olarak değerlendirilmelidir. Körfez Savaşı ve sonrası uygulanan ambargo Türkiye'nin enerji maliyetini kat kat yükseltmişti. Ayrıca bu artışın hükümetin bulunmaz Hint kumaşı misali dört elle sarıldığı IMF programını da olumsuz yönde etkilemesi bekleniyor.
Yakın Geçmiş Dersi: Körfez Savaşı
1990 yılı 2 Ağustos'ta Irak'ın Kuveyt'i işgali ile "Körfez krizi" patlak verdi. ABD'nin Ortadoğu'nun asi çocuğu Saddam'a dersini vermek üzere harekete geçmesi çok gecikmedi. Tesadüfe bakın ki, o zaman da baba Bush ABD başkanıydı. Bütün dünyanın TV'lerden canlı olarak izlediği saldırıda milyonlarca Iraklı masum insanın üzerine bomlar yağdırılmış. Iraklı esirler diri diri kumlara gömülmüştü. Türkiye, Suud, Kıbrıs üsleri; körfezde savaş gemileri kullanılmış, kara harekatı düzenlenmiş ve "ABD'nin zaferi" ile sonuçlanan saldırının sonunda Saddam'ı devirmek mümkün olmamıştı.
Türkiye savaşa fiili olarak katılmamasına karşın savaş sonunda gerek ekonomik, gerek toplumsal açıdan en fazla zararı gören ülkelerden biri olmuştu.
1990'da % 9.7 gibi bir büyüme hızı yakalamışken 91'in sonunda bu oran % 0.3 olarak tesbit edildi. 90'da kişi başına düşen toplam gelir 2706 $ iken 92'de 2600 $'a indi. 1990'dan 91'e iç borç yükü % 63, bütçe açığa da % 209 arttı. 90'da % 60 olan enflasyon 92'de % 72.3'e çıktı.
Körfez kriziyle birlikte endeks beş ay içinde yaklaşık % 50'lik bir düşükle 5750 puandan 2823 puana geriledi. 2 Ağustos 90'da 2.15 cent ile zirveyi bulan endeks, 17 Kasım 92'de 0.42 cent ile dibe vurdu, hisse senetlerinin değer kaybı dolar bazında % 80.4'e ulaştı.
2 Ağustos 1990'da % 50'ler civarında olan hazine faizleri savaşın başlamasıyla % 120'lere fırladı. Ağustos başında 2669 TL olan $, yılsonunda 2927 TL'ye 9Tin sonunda ise 5074 TL'ye çıkmıştı. 90'da % 22.95 olan dolar kurundaki değişim de 92'de % 65.17'ye yükseldi. (1991-93 DİE Ekonomi Raporları)
Körfez Savaşından bir süre sonra Türkiye ekonomisi çökmüş durumda idi. Üstelik savaşın bitimiyle ABD'nin/BM'nin Irak'a uyguladığı ambargo ve bütün müttefiklerin katılma zorunluluğu Türkiye'nin sınır ticaretini çöküntüye uğrattı. Ayrıca Irak'tan alamadığı petrolü daha pahalıya getirmek zorunda kaldı. Ambargonun Türkiye'ye maliyeti 100 milyar dolarla ifade edilmekte ve hala Türkiye halkı ambargonun bedelini ödemektedir.
Muhtemel Saldırı ve Türkiye Ekonomisi
Yıllardır IMF ve Dünya Bankası programlarıyla, içerde hortumcular, yiyiciler, talancıların devlet eliyle yaptığı soygunlarla süregelen bir ekonomik yapıya sahip Türkiye. Reel sektör, IMF politikalarıyla yok olmaya yüz tutmuş durumda. Faiz ve rantın, para ile para kazanmanın yani finans sektörünün öne çıkarıldığı politikalar ile yürütülmeye çalışılan ekonomide, gelirin % 80'ini % 2O'lik bir zümrenin, % 20'sini % 80'lik halkın paylaşımı gibi adaletsiz bir dağılım söz konusu.
21 Ağustos'ta açıklanan Dünya Bankası raporuna göre borçlu ülkeler sıralamasında Türkiye dünyada 4. sırada. Raporda halkın % 18'inin günde 2 $'ın altında bir parayla geçinmek zorunda kaldığı da belirtiliyor (NTVMSNBC.com 22 Ağustos).
Böyle bir pozisyonda halihazırda kriz içinde bulunan ülke ekonomisinin ABD'nin Irak saldırısından çok olumsuz yönde etkileneceği devlet tarafından da açıklanmış durumda. 14 Ağustos'ta Başbakanın da imzaladığı DPT (Devlet Planlama Teşkilatı) raporunda ABD'nin Irak'a saldırması halinde ekonominin bundan 5 milyar $ gibi bir zarar göreceği ekonomik verilerin hedeflenenin çok altında gerçekleşeceği belirtildi. Rapora göre, bir sonraki ekonomik dönemde tahmin edilen veriler:
DPT'nin hazırladığı bu rapordaki rakamların gerçekleri yansıtacak şekilde verildiği söylenemez. Ancak yine de durumu anlamak açısından manidardır.
Bizce muhtemel saldırıdan Türkiye ekonomisi nasıl etkilenir sorusuna verilebilecek cevaplar şöyle sıralanabilir:
1. Askeri harcamalar mecburen artacaktır. ABD'nin yardım vaadi ne olursa olsun ülkenin kendisinin olmayan her kaynak yok edilecek şekilde harcama zorunluluğu doğacaktır. Bu daha fazla borçlanma anlamına gelir.
2. Savaşın başlaması insanların "savaş psikolojisi" ile hareket etmelerine neden olacaktır. Dolayısıyla insanlar zorunlu harcamalarında dahi kısıntıya gidecektir. Bu da talebin azalması demektir ki, iç piyasaların çöküşüne neden olur.
3. Savaş psikolojisi ile hareket eden insanlar yatırım ve üretimde de kısıtlamalara gideceklerdir. Böylece reel ekonomi gerileyecek, istihdam oranı düşecek yani işsizlik artacaktır.
4. Savaş hali ülkenin ihracatını da etkileyecektir. Savaşa fiilen katılsın ya da katılmasın, hiç bir alıcı sınırlarında savaş olan bir ülke İle iş bağlantısı yapma riskini almak istemez.
5. TL'nin dövize dönüşü hızlanacaktır. Dövize dönen fonların önemli bir kısmı yurtdışına çıkacaktır. Bu ülkede dolaşan paranın/paranın dolanım hızının düşmesine neden olacaktır ki, bunun sonucunda tüketicinin alım gücü düşecektir.
6. Savaş sadece Irak pazarını yok etmekle kalmayıp İran, Suriye, Ürdün ve hatta Rus Cumhuriyetleri ile sınır ticaretini sekteye uğratacaktır.
7. Hazine, içerde ve dışarıda borç bulmakta zorlanacaktır. Bulduğu borçlarda ise çok yüksek faiz ödemek zorunda kalacaktır. Bu durum borç alarak borç ödeyen hazinenin mevcut borcu çevirmesini oldukça güçleştirecektir.
8. Tabii olarak turizm sektöründe rezervasyonlar "bekle gör" anlayışı ile dondurulacak, muhtemel savaşın ilkbahara sarkması halinde ülke turizm açısından tamamen güvensiz bir konuma gelecektir.
9. Ekonomik buhran, can ve mal güvenliğinin olmaması gibi nedenlerden Doğu ve Güneydoğu insanı Batıya doğru göçe başlayacak.
10. Savaştan kaçan binlerce Iraklı Türkiye sınırına yığılacaktır. Mültecilerin ihtiyaçlarının karşılanması için yeni ödenekler gerekecektir. Bu da yeni vergiler, vergilerin arttırılması, kamu çalışanlarından yapılan yeni kesintiler şeklinde tezahür edebilir.
11. Siyasilerin çok önemsedikleri IMF programının uygulanması aksayacak ve hatta uygulanamayacak hale gelebilecektir.
12. Bütçe açığı oldukça büyüyecek, faiz dışı harcamalar küçülecek, döviz fiyatlarındaki nisbi istikrar yok olacak ve enflasyon artmaya başlayacaktır.
Sonuç
Sınırlarında Körfez Savaşı gibi bir tecrübe yaşamış Türkiye'nin Irak'a düzenlenmesi beklenen muhtemel saldırıdan nasıl etkileneceğini görmek pek zor değil. Zaten ekonomik kriz altında ezilen halkın bu saldırıdan sonra tabiri caizse belini çok uzun süre doğrultamayacağını söylemek müneccimlik olmasa gerek.
Bu saldırının Türkiye halkına yansıması, ödemek zorunda kalacağı çok ağır bedeller şeklinde olacaktır. Yoksulluk artacak, çoğu insan evine ekmek götüremez hale gelecektir. Çöplükten yiyecek arayan insan sahneleri sık sık görülmeye başlanacaktır. DİE'nin Ağustos ayındaki açıklaması ülkede gizli işsizlerle beraber 9 milyona yaklaşık işsizin olduğu şeklindeydi (NTMSNBC.com). Bu oran daha fazla artacak iş bulmak hayal haline gelecek. Daha fazla esnaf kepenk kapatmak zorunda kalacaktır.
Ekonominin bu hali toplumun psikolojisini iyice bozacaktır. Akşam evine ekmek getiremeyen insanlar cinnet geçirerek dehşet verici görüntüler oluşturacaklar. Gasp, hırsızlık, cinayet, fuhuş, intihar gibi toplumsal suçlar artacaktır. Toplumsal bir travma halinin ortaya çıkabilmesi olasıdır.
Görünen o ki; beklenen saldırı Körfez Savaşından daha fazla etkileyecek Türkiye halkını. Tabii ki sadece Türkiye halkını değil. Bu savaş sadece Irak'a/Saddam'a karşı değil Filistin, Ürdün, Suudi Arabistan, Türkiye yani bütün Ortadoğu ve müslüman halklara karşıdır.