BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın Kıbrıs Takvimi'ne göre anlaşmaya varılması gereken 28 Şubat'a doğru zaman azaldıkça "çözüm" arayışlarının üzerinde dolaşan milliyetçi daha bir yoğunlaşmaya, milliyetçi karabulutlar gök gürültüleri daha bir yükselmeye başladı. Bu esnada Kuvva-i Milliye koalisyonu tarafından tetiklenen fay hattının asıl mücadele alanı olan statüko ya da değişim cephelerinden hangisinde daha şiddetli bir depreme yol açacağını zaman gösterecek. Ama kesin olan bir şey var ki o da statükocuların eski güçlerinden çok şey kaybetmiş oldukları ve değişim taleplerine eski tarz muamele uygulamalarının pek de kolay olmayacağı.
Ya Taksim Ya Ölüm mü. Ne Taksim Ne Ölüm mü?
Bu mücadelenin son etabına göz atmak için filmi biraz geri sarmak yeterli olur. KKTC'nin kuruluşunun 19. yıldönümü dolayısıyla düzenlenen törenlere katılmak üzere Kıbrıs'a gelen Genelkurmay Başkanı Org. Özkök'ün moral destek ziyaretinde verilen karşılıklı mesajlar statükocuların gerilim stratejisini 3 Kasım seçimleriyle yaşanan iktidar değişikliğinde de sürdürme çabalarına işaret ediyordu. Denktaş'ın Annan Planı'ndaki haritalara ilişkin "Bunu kabul edemeyiz" sözlerini arkalayan Özkök'ün "Ben buraya karşı tarafa mesaj vermek için geldim" ifadelerine eşlik eden TC Donanması'na ait iki adet savaş gemisinin Girne'de oluşu, savaş uçaklarının Kıbrıs semalarındaki uçuşu mesajın mahiyetini de açıklığa kavuşturuyordu. Aynı gün KKTC Meclis Başkanı Serter "Bizi birlikte olduğumuz anavatandan ve kahraman TSK'dan hiçbir güç ayıramaz" diyordu Özkök'e. (15.11.2002/Radikal)
3 Kasım Seçimleriyle iktidara gelen ve AB ile tam üyelik müzakerelerini hızlandırmakla işe başlayan AKP yönetimi adına Erdoğan'ın "Kıbrıs sorunu 40 yıldır çözümlenemedi. 40 yıllık serüvenin maliyeti nedir? Sonuç alamadığında dış siyasette şahinlik sorun çözmez." (22.11.2002/Radikal) sözleriyle Kıbrıs'ta üzerinden dış politika değişikliklerine ilişkin ilk sinyalleri veriyordu.
AKP Hükümeti ile TC ve KKTC devlet temsilcileri arasında bu tartışmalar yaşanırken Ortak Vizyon Platformu adı ile örgütlenen dört parti ve 92 sivil toplum örgütünün düzenlediği "Kıbrıs'ta çözüm ve AB'ye evet" mitingine 30 bin insan katılıyordu. (28.11.2002/Radikal-Hürriyet) Üstelik okullar ve işyerlerinde eğitim ve üretimi durdurarak. Çözüm için zamanın tükendiğine ilişkin yapılan uyarılar çoğaldıkça Denktaş'ın cevabı "müzakerelerde elimi zayıflatıyorsunuz" oluyor.
Kıbrıs kaynıyor. Meydanlar "Denktaş İstifa" sloganlarıyla inliyor. Fakat Kasım ayı MGK'sından da hep o bildik karar çıkıyor; "Denktaş'ın arkasındayız."(20.11.2002/ Yeni Şafak-Radikal). Çünkü MGK Kıbrıs coğrafyasında Denk-taş'tan başka kuş tanımıyor, Ama Kıbrıs halkı Denktaş'ın klavuzluğunda yola devam etmenin bedelini çok iyi biliyor. Zaman ilerliyor. Dışişleri Bakanı Yakış'ın "28 Şubat'a kadar çözüm bulmazsak uluslararası hukuka göre AB ülkesini işgalci pozisyona düşeriz" uyarılarına önce Dışişleri bürokratlarından yalanlama ve bir uyarı geliyor; "Kıbrıs bir devlet politikasıdır. Hükümetlere göre değişmez". YÖK Başkanı Gürüz Rektörler Komitesinin ortak kararı olarak Dışişleri bürokratlarının bakanını fırçalamasını takdir ve teşekkürle anıyor. Bilim adamları da diğer kapıkulu bürokrasi gibi mücahit Denktaş'la aynı saftadır doğal olarak.
Erdoğan Kıbrıs politikasının değişeceğine ilişkin ısrarlıdır: "Kıbrıs konusunda statükonun yerleşik dilini kullanmayacağız. Kırk yıldır devam eden Kıbrıs problemine bir çözüm bulmak gerekmektedir." (06.01.2003/Hürriyet) AKP liderinin ısrarı yavaş yavaş sonuç verir. İki hafta önce Bakanını yalanlayan Dışişleri Bürokratlarından Müsteşar Yardımcısı ilkin utangaç bir açıklama yapıyor: "Önceki hükümetler sırasında Rum kesiminin AB'ye alınması halinde KKTC ile entegrasyona gidileceğine ilişkin strateji değişti, ilhak tehdidine dayanan Kıbrıs siyaseti yeni hükümetin önceliği değildir." (07-08.01.2003/Radikal) Dışişleri Bürokrasisi AKP hükümetinin hizasına doğru harekete geçiyor gibi yapıyordu.
TBMM Başkanı Arınç'ın 13-15 Ocak tarihleri arasında parlamento heyeti ile birlikte yapacağı resmi ziyaret dolayısıyla yaşananlar, Kıbrıs politikası özelinde devlet politikasını çözümlemeye güzel bir vesile sayılır. Malum ulusal gün ve gecelerde Anıtkabir'i ziyaret edip Ata'nın mozolesine çelenk koyduktan sonra hatıra defterine duygusal cümleler dercetme seremonisi devlet adamı olmanın teamüllerindendir. Aynı şekilde Yavruvatan'a gitmek, Denktaş ve mücadelesini kutsamak da böylesi bir vazife addedildiğinden Arınç ve heyetine, resmi görüşe aykırı herhangi bir görüntü oluşmaması için, Kıbrıs ziyareti öncesi Dışişleri bürokratlarınca bir brifing verilir. (10.01.03/Vakit) Arınç heyetinin programı Dışişleri bürokratlarının uyarıları doğrultusunda hazırlanır: "Denktaş'ı destekleyenler çoğunlukta. Ancak karşı cephe sesini daha çok duyuruyor. Tek sesli davranın." (11.01.03/Radikal) Anlaşılan bürokratlar sadece protokolün şeklini değil içerik ve söylem biçimini de belirliyor. Kıbrıs seyahati öncesi Arınç'a bir uyarı da CHP lideri Baykal'dan gelir: "Kıbrıs politikası MGK'da benimsendi. Değişecekse aynı süreçten geçmeli. Dışişleri ya da hükümetin tek başına bu politikayı değiştirme yetkisi yok."
'Erdoğan Göreve, Denktaş Müzeye' Mitingi
TBMM heyeti Kıbrıs'a geldiğinde ada tarihinin en büyük mitingiyle karşılanır. 60 bin insan Cumhurbaşkanlığı konutunun karşısındaki meydanda Denktaş ve Eroğlu'nu istifaya davet için toplanmış. Kepenkler kapanmış, işyerleri ve okullar boşaltılmış. Tüm slogan ve pankartlarda 'çözüm, barış, AB' talepleri sıralanmış. TC'nin Kıbrıs şahinlerinden Deniz Baykal, Ş. Sina Gürel, Mümtaz Soysal, Oktay Ekşi mitinge katılan onbinlerce insan tarafından dakikalarca yuhalanır. (15.01.03/Radikal) Fakat meydanlar bu durumdayken Arınç 'hakemlik yapmaya gelmedik' deyip otelden çıkmamayı tercih eder. Denktaş ve Kıbrıs davasına destek beyan eder. Ardından Arınç'ın ihtiyati tedbir sözleri geliyor sadece: 'Miting yapılması bence çoğulcu demokrasinin yaşadığını göstermesi açısından önemli.' Arınç'ın miting sonrası TBK Komutanı Korgeneral Özteker ve KCK Komutanı Baykul'u ziyaretinin ardından Hükümet ortağı DP Genel Başkanı Serdar Denktaş'ı ziyaret eder. Yavru Denktaş, Arınç'ın ziyaretini şöyle Özetler: 'Öyle ümit ediyorum ki aldıkları bilgilerle akıllarındaki birtakım eksiklikler de tamamlanmış oldu.'(15.01.03/Yeni Şafak)Demek oluyor ki Denktaş hanedanı ikna odasına soktuğu kimselerin tedavisinde garantili çalışıyor.
Para, Para, Para... Mitinglendirme Kaç Para?!
Miting organizasyonunda yer alan muhalefet partilerinden CTP ve TKP liderleri de; "Denktaş'la çözüm olmaz. Kıbrıs halkı bu mitingle çözüm ve AB istemini dile getirmiştir" mesajını Arınç'a iletir.
Gezinin en can alıcı mesajı Arınç-Eroğlu görüşmesinde ortaya çıkar. KKTC Başbakanı Eroğlu açık açık şöyle söyler Arınç'a: Ekonomik destek gelirse mitingler biter. Türkiye'den tereddütlü açıklamalar gelmesi müzakerelerde elimizi zayıflatıyor. (15.01.03/Radikal). Gezi bu mesajla biterken Arınç'ın siyasetçi kimliğinden devlet adamı olmaya doğru evrimleşmesi hızlanır.
Kıbrıs ziyareti sonrasında TBMM'de düzenlenen "Kıbrıs Sorunu" konulu sempozyumda bir konuşma yapan Arınç binlerce insanın sokağa dökülmesine öncülük eden muhalefeti gösteriler düzenlemek ve bağımsız görüşmeler yürütmek için büyük miktarlarda mali yardım almakla suçlar. Sayıları onbinlerle ifade edilen bir kitlesel hareketi TBMM Başkanı'nın analiz etme yöntemi gayet enteresandır: 'AB bayrağı İle gösteri yapan piyonlar. Birkaç satılmışın meydanlarda Kıbrıs'ta işgale son yazılı pankartlarla gösteri yapması beni son derece üzmüştür. Denktaş'ın arkasında kale gibi sımsıkı durmalıyız'. (18.01.03/ Zaman)
Tabii ki bu 'satmış, satılmış, satınalmış' kelimelerinin geçtiği cümleler TBMM Başkanı gibi devlet adamı vasfını en üst düzeyde temsil eden bir isim tarafından telaffuz edilince dikkat kesilmemek mümkün değil. Çünkü Türkiye'de devlet refleksi ve söylemi 'satılmış' kelimesini kavramlaştırmış ve bu kavramı resmi ideolojiye iman etmeyen, hangi gerekçeyle olursa olsun muhalefet edenlerin boynuna adeta bir yafta gibi asmıştır. Peki ama, düne kadar değil, bizzat bugün bile Arınç'a ve Arınç gibi düşünenlere de 'satılmış' muamelesi yapan egemen irade adına yel değirmenlerine savaş ilan etmenin mantığı ne olabilir? Muhalefet çizgisini 'Rum işbirlikçisi, Yunan uşağı, AB ajanı' vb aşağılayıcı nitelemeler yetmezmiş gibi bir de 'satılmış' diyerek aşağılamak, TC'nin Kıbrıs'ta Denktaş ve ekibiyle 50 yıldır sürdürdüğü Gladio/Susurluk politikalarını örtmeye yeter mi? Kıbrıs'ta inşa edilen modelin ABD ve İsrail'in stratejik müttefiki Türkiye'nin minyatürü olduğu izahtan varestedir. Satılma ve satmalıma mevzuu açılacak olursa bu konuda TC ve KKTC'nin kirli çamaşırlarını paklamaya kimsenin gücü yetmez. Denktaş'ın 1958'de görüştüğü, dönemin Dışişleri Bakanı Zorlu'dan 'Kıbrıs'ta Türk davasının varlığını devam ettirebilmek için Türk cemaat meclisinin bütçe açığının devamlı surette kapatılması ve senede 1.5 ile 2 milyon sterlin kadar inkişaf yardımı yapılması' sözünü aldığından bu yana milli dava sahiplerine bütçe ve örtülü ödenekten aktarılan paralar her yıl katlanarak artmıştır.
Denktaş'ın 'para yardımı yapılmazsa netice Kıbrıs Türklüğünün adadan sökülmesi olacaktır' sözleriyle başladığı mücadelesinde 200 bin nüfuslu KKTC'de istisnasız tüm ailelere devletten en az bir maaş bağlamıştır. Neticede Kıbrıs Türklüğü davası diye İngiltere ve ABD'nin emperyal çıkarlarının mücadelesini vermiş birilerinin ve onların hamilerinin kullandığı 'satılmış, satınalmış' nitelemeleri olsa olsa kendi ideolojik formasyonlarını tanımlamak için uygun olabilir. Muhalif kimliği dolayısıyla bugünlere dayak yiye yiye gelmiş, oturduğu koltuğunda bugün bile azarlanarak terbiye edilmeye çalışılan Arınç gibi onurlu bir insanın ağzına resmi ideolojinin bu iğrenç jargonu hiç mi hiç yakışmıyor.
14 Ocak tarihinde Lefkoşa'da Başbakan Eroğlu ne demişti Arınç'a?: 'Para verin muhalefet mitinglerini bitirelim.' Çok değil bu görüşmeden üç hafta önce, 20 Aralık tarihinde aynı Eroğlu Ankara'da AKP lideri Erdoğan ve Başbakan Gül'den para yardımı istiyordu. Çankaya Zirvesi kararları gereği acil ve bütçe dışından 100 Trilyonluk bir ödenek almak için kapı aşındıran Eroğlu bu parayı bakın nerede kullanacakmış:"Kıbrıs Türk tarafındaki psikolojik çöküntüyü aşmak ve zihin bulanıklığını ortadan kaldırmak için' (21.l2.03/Hürriyet,Radikal) Ne güzel değil mi? 50 yıldır taşıma suyla döndürülen değirmen Kıbrıs Türklük Davası bilim kurgu filmi Meksika pembe dizileri gibi uzatıldıkça uzatıldı ama final yaklaşıyor. Filmin milli ve mutlu sonla noktalanmayacağı kesin. Senaryoyu değiştirmek için İP, SP, DSP,BBP,YTP, BTP,CHP ,YÖK, İÜ başta olmak üzere 800'ü aşkın kuruluş devreye girse de milli dava sahiplerinin gözyaşı döküp yas tutacağı günler yakındır.