Bayram kelimesinin aslı Farsça “bezrem”/“bezram” olup, sevinç ve eğlence günü demektir.1 Beyrem/bayram telaffuzu Oğuzlar’a aittir.2 Bayram kelimesinin Arapça karşılığı “İd” [ıyd (ayn-ye-dal)]’dir. Bu kelimenin sözlük anlamı, “âdet halini alan, sevinç ve keder; bir araya toplanma günü” olup, kelimenin aslının ise “İvd” (ayn-vav-dal) olduğu ve “geri dönme, tekrar gitme” anlamını taşıdığı bilinmektedir.3 “İd” kelimesi kavram olarak Kur’an’da iki yerde geçmektedir. Musa4 ve İsa5 peygamberlerin kıssalarında geçmekte olan kavram, genel sözlük anlamındaki kullanımıyla kutlama ve sevinç günü olarak anlaşılmaktadır.
Bayram kutlamalarının tarzına ilişkin olarak Kur’an’da açık veya kapalı bir bilgi bulunmamaktadır. Bayram kutlamaları hakkında, rivayet külliyatlarında da çok fazla detay bilgi bulunmamaktadır. Ulaşabildiğimiz bilgiler genelde bayram namazının kılındığı mekân ve hutbenin namazdan sonra okunduğu gibi sınırlı bilgilerdir. Bayram namazının kılınmasının gerekliliği, Peygamberimizden rivayet olduğu belirtilen “Bayram gününde yapacağınız ilk şey namaz kılmaktır.”6 mealindeki hadise dayanarak, Ramazan ve Kurban bayramlarının, başlangıç noktasının, bayram namazlarının kılınması olduğu esas kabul edilmiştir. Yine başka bir rivayete göre, Hz. Peygamber, “Arefe günü, kurban günü ve ‘teşrik’ günleri biz Müslümanların bayramıdır.” buyurmuştur.7 Bir rivayette de, Hz. Peygamber’in bayram namazlarını mescitte değil, geniş katılımı sağlamak için dışarıda “musalla”da kıldırdığı ve bayram namazlarına erkekler, kadınlar ve genç kızlar dahil, toplumun geniş bir kitlesinin katılmasını teşvik ettiği naklolunmuştur.8 Ulaştığımız bilgilere göre, kadın, erkek, genç yaşlı toplumun önemli bir çoğunluğu bayram namazlarına davet edilmiş, namaza iştirak edemeyenler de safların arkasında bekleyerek tekbirlere katılmak suretiyle coşkulu bir atmosfer oluşturulmasına katkı sağlamışlardır.
Bayram namazından sonra, bayramın kutlanma şekli olarak ashabın birbirleriyle karşılaştıkları zaman “Allah bizden de sizden de kabul etsin!” dedikleri rivayet edilir.9 Bu kutlama şeklinin, Peygamber’in Kurban Bayramı’nda kurban keserken, “Allah’ım; Muhammed’den, ailesinden ve ümmetinden kabul et!” sözünün esas alınarak gelenekleştiği tespit edilmiştir.10 Bu tebrikleşmenin Ömer b. Abdulaziz döneminde de devam ettiği görülmüştür. Yine rivayetlerde, Hz. Peygamber’in, Ramazan bayramlarında, bayram namazını kıldırmak için musallaya çıkmadan önce hurma yeme adeti olduğu ve bu adetin bir sünnet telakki edilerek, tatlı ikram etme geleneğinin de bu uygulamadan doğduğu kabul edilmektedir.
Bayramlaşma kültürü ile ilgili uygulamaların, yazılı metinlerdeki bahsi, bu aktardığımız bilgiler çerçevesindedir. Günümüzde uyguladığımız ritüeller daha çok yaşayan ve örf haline gelmiş kültürle günümüze ulaşmıştır. Görebildiğimiz kadarıyla, bayramlarla amaçlanan ortak noktanın, toplumun kardeşlik, dayanışma ve paylaşım duygularının geliştirilmesi olduğu söylenilebilir.
Müslümanların kutladıkları iki bayram vardır, bunlar “İdü’l Fıtr: (Fıtır Bayramı) Ramazan Bayramı” ve “İdü’l Adha: Kurban Bayramı”. Her iki bayram da, hicretin ikinci yılından itibaren, Müslümanlar tarafından kutlanmaya başlanmıştır. Ramazan orucu, hicretin ikinci yılından itibaren farz kılınmış ve Ramazan ayını, oruçlu geçiren mü’minler, Şevval ayının üç gününü bayram olarak kutlamışlardır. Ramazan ayını takiben kutlandığı için, bu bayrama Ramazan Bayramı adı verilmiştir. Ayrıca sosyal dayanışma ve maddi paylaşım ibadeti infakın bir parçası olan fıtır sadakaları en son bayram namazından önce verilmesi gerektiği için de bu bayrama Fıtır Bayramı da denilmiştir. Öte yandan hac ibadetinin farz kılınması hicretin 9. yılında olmasına rağmen, Kurban Bayramı etkinlikleri, hicretin ikinci yılından sonra Müslümanlar arasında yaygınlaşmaya başlamıştır.
Günümüzde, genelde İslami camialarda bayramlar, pek coşkulu günler olarak yaşanmazlar. Bu coşku eksikliği, temelde bir yenilgi psikolojisine dayanmaktadır. Tağuti düzene karşı verilen mücadelede, somut siyasi bir başarı elde edilememiş olduğu düşüncesi bu duyguları beslemektedir. “Müslüman olmaktan kaynaklanan, temel hak ve özgürlüklerini kazanamamış, hükmün yalnız Allah’a ait olduğu ve egemenliğin kaynağının, ilahi kökene dayandırılması prensibinin hakim kılınmasını sağlayamayan bir birey veya topluluk neyin kutlamasını yapabilir ki?!” yaklaşımının bunda etkili olduğu söylenebilir. Bu yaklaşım, üzerinde tefekkür edilmeyi gerektirmektedir. Bu konular hakkında sorumluluklarımızı pörsütmeden düşünmeli ve pratiklerimizi Allah Resulü ve ashabının pratikleriyle mukayese etmeliyiz.
İnsan mekanik bir varlık değildir. Yalnız et ve kemikten değil, duygulardan da oluşmaktadır. İnsanın mücadele ve kıtal azmini besleyen, tuğyana karşı öfke ve nefret duyguları kadar, mü’minlerin aralarındaki hukuku besleyecek sevgi ve şefkate de ihtiyacı vardır. Bir insan sürekli öfke ve nefretle yaşayamaz. Rabbimiz de bizden bunu istemiyor. Mü’minler kâfirlere karşı şiddetli, birbirlerine karşı ise şefkatli olmak zorundadırlar. Bizler için en güzel örnek olan Hz. Peygamber’in hayatı da bunun en güzel tezahürüdür.
Bayram kutlamaları ile ilgili emirlerin, hicretin ikinci yılında, yani, Mekke’nin fethinden önce gelmiş olması, bize günümüzle ilgili bir açılım yapma imkânı sağlayabilir. Müslümanlar, İslam’ın egemenliğini, Mekke’de kökleştirmeden ve hatta daha Medine’de otoritelerini sağlamlaştırmadan bayram olgusuyla karşılaşıyorlar. Buradan belki şunu çıkarabiliriz, bayram kutlamadan amaçlanan şey, Müslümanların moral motivasyonlarını artırmak, sosyal dayanışma ve paylaşım kültürlerini geliştirmek olabilir. Hicret edene kadar geçen süre içinde, birçok meşakkat, zorluk ve zulümlerle karşılaşılmıştı. Rabbimiz inananlara biraz nefes aldırıp belki onları zafer günlerine hazırlamayı arzu ediyordu. Bayram kutlamalarının hikmetini belki uzun soluklu bir hazırlığın, belirli duraklarda mola vermesi ve soluklanması olarak da anlamlandırabiliriz.
Toplumda genellikle kutlama etkinlikleri, çekilen meşakkat ve çilelerden sonra, ulaşılan bolluk ve refahın şükrü olarak eda edilir. Ramazan bayramında da, meşakkatli bir yola çıkmanın hazırlığı ve sınavı olan, sayılı günde oruç tamamlanır ve sonra sınavı başarmanın mükâfatı olan bayram, sevinç vesilesi olarak kutlanır. Bir sembol olarak, İbrahim Peygamber’in, İsmail Peygamber’le sınanmasının hediyesi olan koçun kurban edilmesi de bu kabildendir. Evet, önce bir çaba, cehd ve peşinden mükâfat. Şüphesiz Allah hiçbir kulunun çabasını karşılıksız bırakmaz. Bu Allah’ın kanunudur. O’nun kanununda bir değişiklik bulamazsın.
Bugün, bizlerin bayramlara, hangi işlevleri yüklememiz gerektiği yapay ve türedi bir yaklaşımla ele alınmamalıdır. Bizden önceki Müslüman nesiller, nasıl idrak ettilerse ve hatta asıl kök olarak Allah Resulü ve arkadaşları, hangi illetleri gözeterek pratikler ortaya koydularsa, bizler de aynı illetler ışığında, Kur’an’ın yol göstericiliğinde, günümüz şartlarını harmanlayarak sahih bir bayram kutlama örfünü oluşturmalıyız. Her şeye rağmen bayram etkinliği olarak şunların yapılabileceği ifade edilebilir:
Hep birlikte bir araya gelemiyorsak en azından farklı semtlerde bulunan Müslümanlar bayram namazını birlikte kılmaya gayret göstermeli. Başarılabilinirse diğer cemaatlerle birlikte ortak olarak bayram namazı kılınmalıdır. Bayram namazlarına ailece iştirak etmeye gayret gösterilmelidir. Namazdan sonra bir bayramlaşma programı düzenlenmeli ve bayramların nasıl anlamlandırılması gerektiği burada tartışılmalıdır. Bayramlaşma programından sonra aileler birbirlerini ziyaret etmeye gayret etmelidir. Normal zamanlarda her birimizin iş, güç ve başka meşgaleleri olduğu için bu ziyaretlere fazla zaman ayıramıyoruz. Fakat ilişkilerin mekanik bir formda ilerlemekten ve rutinleşmeden kurtulması için, hayatın içinde var olduğumuzu, köklerimizin olduğunu hissetmemiz için bu bir ihtiyaçtır. Rabbimiz bayramları bayram gibi yaşamayı bize öğretsin! Rabbimiz bizlere ibadet yollarımızı göstersin! Gönlümüze kendi yolunda salih ameller işlemeyi ilham etsin inşallah!
Dipnotlar:
1-Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Bayram mad.
2-Divan-ı Lugati’t-Türk Tercümesi, 1, 3, 176, 263, 484.
3-Geniş bilgi için bkz. Lane, V, 2109.
4-“(Musa) dedi ki: Buluşma zamanımız, bayram günü ve insanların toplanacağı kuşluk vakti (olsun).”(Taha, 59)
5-“Meryem oğlu İsa: ‘Allah'ım, Rabbimiz, bize gökten bir sofra indir, öncemiz ve sonramız için bir bayram ve Sen'den de bir belge olsun. Bizi rızıklandır, Sen rızık vericilerin en hayırlısısın.’ demişti.”(Maide, 114)
6-Buhari, İdeyn, 3; Müslim, Edahi, 7.
7-Ebu Davud, Savm, 50; Tirmizi, Savm, 59; Nesai, Menasık, 195.
8-Müsned, V, 84-85 - VI, 33, 55, 72, 91, 113, 143, 204; Buhari, Hayız, 7, 23 - İdeyn, 12, 15, 20 - Salat, 2; Müslim, Salatü’l İdeyn,11, 12, 22.
9-İbn Hacer, V, 119.
10-Müslim, Edahi, 19.