Türkiyeli Müslümanların fikri ve siyasi gelişimlerinde belli tartışmaların ayırt edici bir önemi var. Kimlik düzeyinde netleşme olgusunun özellikle sağ-muhafazakâr anlayış ve gelenekten kopma oranında gerçekleştiği düşünülecek olursa, doğal olarak tartışmanın merkezine de sağcı-millici kavramlar, pratikler ve bunlardan ayrışma konusu oturmakta. Yani “dini-milli-ahlaki” bileşkesinden ne kadar uzaklaşıp, Kur’anî birikime ne kadar yaklaşıldığı oranında bir kimlik netliğinden söz etmek mümkün. Bu çerçevede devlet, millet, tarih ve benzeri konulara ve bu kavramlarla bağlantılı sembol ve değerlere yaklaşım tarzları sadece kavramsal tutarlılık açısından değil, sahih bir kimlik ve akidevî netlik inşası açısından da önem kazanmakta, belirleyici rol oynamakta.
Sağcı-muhafazakâr gelenekten kopuş ve tevhidi doğrultuda sahih bir kimlik oluşturma sürecinde yaşanan yoğun tartışmalar içinde ulusal/milli kimlik ve değerlerden ayrışma önemli bir yer tutmakta. İşte ulusal bayrak konusu da bu çerçevede öne çıkmakta. Nihai tahlilde kendisi de bir sembol, bir simge niteliği taşıyan bayrak konusunda takınılan tavır adeta sahip olunan kimlik ve siyasi konumun bir simgesine dönüşmekte. Yaşanan toplumsal-siyasal süreçlerin de etkisiyle kavramlara farklı anlamlar yüklenmesi, uzun süreçte yaşanan zihinsel gelişim ya da kaymalar doğrudan tavırlara yansımakta. Bu noktada birileri için aynı göstergeler cahiliyeye tekabül eden ve tuğyanı simgeleyen ulusal sembol ve değerler şeklinde algılanırken, sahip oldukları perspektiften ötürü başkaları için sahiplenilmesi, yüceltilmesi gereken ortak payda ve şiarlar şeklinde algılanabiliyor. Hatta düşünsel değişime bağlı olarak dün belli bir bakış açısından farklı değerlendirilen şeyler bugün çok daha başka zeminlere oturtulabiliyor.
Kimliksel Arınma ve Ayrışma
Türkiyeli Müslümanlar arasında sağcı-millici-devletçi anlayışlardan arınma ve ayrışma eğiliminin aktif biçimde gündemleşmesinin şehit Seyyid Kutub ve üstad Mevdudi gibi Müslüman öncülerin eserlerinin geniş biçimde okunup tartışılmasıyla başladığı ve 70’li yıllardan itibaren evrensel İslami hareket vurgusuyla hız kazandığı açıktır. Ne var ki, farklı konjonktürlerin etkisiyle söz konusu eğilimin bazen iktidar telaşıyla, güç elde etme hesabıyla, kimi zaman da sığınma, ortak liman arama kaygısıyla geri dönüşlere, aşınmalara uğradığı da biliniyor. Bilhassa da 28 Şubat sürecinde ivme kazanan bu durumun halen yoğun biçimde etkisini sürdürdüğü görülebiliyor. Bu yönüyle bayrak konusunun tekil bir tartışma gündemi olmanın ötesine geçtiğini ve ideolojik-siyasal konumlanışın bir göstergesine dönüştüğünü söylemek yanlış olmaz.
Geçtiğimiz aylarda Gazze vesilesiyle gerçekleştirilen etkinliklere yansıyan boyutuyla bir kere daha sorulara, tartışmalara, kimi zaman hayal kırıklıklarına yol açtığı görülen bayrak mevzusunun bu itibarla siyasallaşmış bir nesne tartışması olmanın ötesine geçtiğini ve durulan yeri temsil eden bir simgeye dönüştüğünü görmek gerekiyor.
Baştan söylemek gerekirse bayrak meselesinde Müslümanlar ve bilhassa da Türkiye’nin batısında yaşayan Müslümanlar arasında yaygın bir duyarsızlık olgusunun mevcudiyeti bir vakıa olarak önümüzde duruyor. Sağ-muhafazakâr anlayışların etkisinden sıyrılma konusunda zaten bir çabası, niyeti olmayan örgüt ve çevrelerin etkinliklerinde yaşanan görüntülere diyecek bir şeyimiz yok. Bu çerçevede Saadet Partisi’nin, Memur-Sen’in, Hak-İş’in ve benzeri örgütlerin tavırlarının dünden bugüne istikrarlı bir yanlış içerdiği ortadadır.
Velakin, geçmişten bugüne “tevhidi” kimlik doğrultusunda çabalar içinde yer almış, en azından bu yöndeki eğilimlerden az ya da çok beslenmiş yapıların ve şahısların etkili oldukları etkinliklerde de kısmen de olsa benzeri görüntülerin yaşanmış olması çok can sıkıcı. İslami kimlik sahibi çeşitli kuruluşların etkinliklerinde -elbette başka olumsuzluklar yanında- TC bayraklarına çok rahat biçimde yer verilmesi, bu konuyla ilgili uyarıların, eleştirilerin geçiştirilmesi sadece “teknik bir arıza” mantığıyla değerlendirilmesi mümkün olmayan, ciddi, köklü hastalıkların habercisi sayılmalıdır. Ne yazık ki, bir umursamazlık, vurdumduymazlık halinin giderek yaygınlaştığı görülüyor. Öyle ki, örneğin bu tarz sembollere kendi zeminlerinde, düzenledikleri etkinliklerde yer vermeyen, yer vermeyi de yanlış bulan kimi kuruluş ve şahıslar da çoğu zaman başkalarınca taşınan, asılan bayraklardan pek rahatsız olmuyor, bunları engelleme yönünde bir çaba içerisine girme gereği duymuyorlar.
Elbette doğrudan organizasyonundan sorumlu olmadığımız etkinliklere müdahil olma imkanımız kısıtlıdır ya da hiç yoktur. Bu yüzden bu tür ortamlarda her gördüğümüz yanlışı engellemeye kalkışmamız söz konusu olmayabilir, doğru da olmayabilir. Mamafih, imkanlar dahilinde gördüğümüz yanlışlara, elimizin ulaştığı, dilimizin döndüğü oranda karşı çıkmamız da İslami sorumluluğumuzun bir gereği olarak görülmelidir. Müslümanlar arasındaki ilişkilerde, Müslümanlar adına gerçekleştirilen organizasyonlarda hakkı ve sabrı tavsiye etme, münkerden nehyetme görevi yerine “Biz düzenlemiyoruz, bizi ilgilendirmez!” mantığının öne çıkartılması yanlıştır. Nitekim bu tavır sadece “dışımız”da gelişen etkinliklerle de sınırlı kalmamakta, umursamaz tavır ortak etkinliklere de aynen yansımakta ve o zeminlerde de aynı boşvermişlik, ilgisizlik tavrı ile karşılaşılabilmektedir. Bu yüzden de zaman zaman bu konuda hassasiyet gösterenler, ibadi bir bilinçle düzenlenen eylemlerimizin, etkinliklerimizin İslami kimliği net, sahih, bütüncül bir tarzda yansıtması ve cahili unsurlarla hiçbir biçimde gölgelenmemesi, kirletilmemesi gerektiği hususunda ısrarlı davrananlar “aşırı hassasiyet göstermek”, “kırıcı olmak” vb. ithamlara maruz kalabilmektedirler.
Akidevî Tutarlılık ve Politik Kazanımların Korunması
Oysa tam da bu noktada ısrarlı olmak, hassas olmak gerekmektedir. Öncelikle akidevî tutarlılık noktayı nazarından bu bir görev. Ayrıca da kazanımlarımızı korumak açısından da hassas davranmak zorundayız. Dikkat edilirse belli bir muhalif çizgi sahibi Müslümanların ortaklaşa gerçekleştirdikleri kitlesel etkinliklerin pek çoğunda, kitlesel katılıma rağmen tek tük TC bayrağı taşıyanlara rastlandığı, kitlenin bu konuda belli bir hassasiyete sahip olduğu görülecektir. Örneğin Gazze’yi hedef alan Siyonist saldırganlığa karşı İstanbul’da, Ankara’da ve diğer pek çok şehirde İslami kimlikli kuruluşların oluşturdukları platformlarca gerçekleştirilen etkinliklerin pek çoğunda hiçbir biçimde TC bayrağı açılmamış; bir kısmında da tek tük bayrak taşıyan insana rastlanmıştır.
Demek ki, bu konuda kitlesel bir eğitim gerçekleştirilmiş, duyarlılık sağlanmıştır. Rabbimize hamd olsun ki, bunca karşı propagandaya, sağcı-devletçi dayatmaya karşı düzeni simgeleyen kimlik ve değerlere karşı tavır sahibi bir kitle oluşmuş ve çok yönlü savrulma olgusuna karşı belli hassasiyetler korunmaktadır. Bu durumda yapılması gereken herhalde “Eh, zaten büyük oranda mutabakat sağlanmış, arada tek tük bayrağı da görmezden gelelim!” tavrı olmamalıdır. Neden? Çünkü bu konularda esneklik daha köklü sapmalara kapı aralar, statüko güçlerinin etkili propagandalarına karşı sağlam durmayı zorlaştırır.
Türkiyeli Müslümanlar olarak sahih bir kimliğin inşası ve sürdürülmesi noktasında hassas olmalı ayrıca da kazanımlarımızı koruyabilmeliyiz. Konjonktürel gelgitlerle, gündelik çıkarlarla, kalabalıklar toplama arzusuyla yanlış olduğunu bildiğimiz hiçbir şeyi içselleştirmemeli, meşrulaştırmamalıyız. Cahiliyeyi temsil eden, çağrıştıran her türlü aidiyet ve sembollerden, değerler ve kavramlardan düşüncenin ve pratiğin arındırılması çabalarının bu coğrafyada sahih bir İslami kimlik inşasına yönelik mücadelemizin temel unsurlarından biri olduğunu akıldan çıkartmamalıyız. Bu konuda muhatap olduğumuz eleştirilere, dayatmalara, sıkça karşılaştığımız anlayışsızlıklara rağmen net tutumlarımızı sürdürmeli, kazanımlarımızın telef edilmesine fırsat vermemeliyiz.
Bayrak Tartışmasına İlişkin Bazı İddia ve Sorular
İslami kimliğimizin üzerimize yüklediği bir görev ve cahiliyeden ayrışmanın gereği olarak ortaya konulan bayrak hassasiyetinin bazılarınca anlaşılmadığı ya da başka konularla karşılaştırılarak çelişki arzettiğine dair yaklaşımlara ilişkin olarak çeşitli sorular gündeme getirilmektedir. Burada bu yönde dile getirilen bazı soruları kendi zaviyemizden cevaplamaya, bazı iddiaları tartışmaya çalışacağız.
→ Bayrak zannedildiği gibi devleti değil, halkı temsil eder. TC devletinin ömründen daha eskiye uzanır ve tarihi bir meşruiyeti haizdir!
Türk bayrağının devleti değil, Osmanlı’dan miras kalan toplumu, milleti temsil ettiği iddiası bir yakıştırmadır. Elbette bayrağın toplumu temsil eden bir boyutu vardır fakat ortada devletten bağımsız bir toplum yoktur ki devleti hariç tutan bir temsiliyet söz konusu olabilsin. Devlet denilen şey ülke, halk ve egemen otoritenin bileşimi olarak tanımlanır ve bayrak da bu 3 unsurdan müteşekkil siyasi örgütlenmeyi temsil eder. Dolayısıyla bayrak en temelde devletin bayrağıdır. Türk bayrağı da TC devletini, yani ulusal, laik, Kemalist Türk devletini temsil eder.
Kökleri itibariyle Osmanlı geçmişine uzanma meselesine gelince, Osmanlı’ya uzanmış olmanın tek başına zaten bir sahihlik kriteri olarak görülemeyeceği hatırlatmasını da not ederek, şunu söyleyebiliriz ki, temsil olgusu halen sürmekte olana ilişkindir. Mevcut olan ise Osmanlı’nın değil, laik-Kemalist devletin sürekliliğidir. O mantıktan hareket edildiğinde, örneğin tarihi köklere atfen yüz bilmem kaçıncı kuruluş yıldönümünü kutlayan ordu ve polis teşkilatını da laik devletin organları arasında saymamak gerekir çünkü o tarihlerde devlet laik değildi.
→ Türk bayrağındaki hilal simgesi İslam’ı temsil eder! Bu yüzden bayrak bizim de sahip çıkabileceğimiz bir İslami içeriğe sahiptir!
Hilalin bir resim olarak İslam’ı simgelemesi bayrağın mahiyetini değiştirmez. Onunla neyin temsil edildiğidir belirleyici olan. Örneğin millet Kur’anî bir kavram olarak din anlamına gelir ama hiç kimse kavramın aynı kökten türetilmiş olmasını gerekçe göstererek milliyetçiliğin dinî bir aidiyet içerdiğini söyleyemez.
Aynı şekilde sembolün kök anlamı mahiyetini de belirliyor olsaydı, örneğin Siyonist devletin bayrağına da içerdiği Davut yıldızından ötürü hürmet göstermemiz gerekirdi. Oysa böyle yapmıyor, Siyonist barbarlığı temsil eden bu bayrağı eylemlerde hınçla yakıyoruz.
→ Türk bayrağına ulusal simge diye karşı çıkanlar Filistin bayrağına niye karşı çıkmıyorlar?
Öncelikle Müslümanlar olarak ulusal bayraklarla aramıza mesafe koymamız gerektiği açıktır. Nitekim destek verdiğimiz Filistinli kardeşlerimiz de eylemlerinde Filistin bayraklarını değil, Ümmetin ortak kimliğini simgeleyen kelime-i tevhid bayraklarını dalgalandırmaktadırlar. Burada dikkat çekici husus şudur ki, bu tezi ileri sürenler açıkça yanlışa mazeret arayışı içindedirler. Eğer ulusal bayrakların yanlış olduğu kabul ediliyorsa bundan vazgeçilmesi gerekir. Oysa bu karşılaştırmaya başvuranlar yanlışa mazeret arama çabasındadırlar. Açıktır ki, “Madem birine müsamaha gösteriliyor, diğerine de gösterilsin!” mantığı doğru bir akıl yürütme olamaz.
Bununla birlikte Türk bayrağı ile Filistin bayrağı arasında eşitlik kurmak da haklı bir tutum değildir. Türk bayrağı ulusal bir devletin bayrağıdır. Temsil ettiği ulusal kimlik ise açık bir biçimde ümmet kimliğinin yerine ikame edilmiş laik-Batıcı-ırkçı bir kimliktir. Emperyalizmle dost, halkı ile düşman, baskıcı bir bürokratik diktatörlük düzenine sahip bir siyasi örgütlenmeyi simgelemektedir. Filistin bayrağı ise toprakları işgal edilmiş, varlıkları, kimlikleri yok sayılan, inkâr edilen bir halkı ve bu halkın işgale karşı direnişini temsil etmektedir.
“Bayrak değil mi, ne farkı var?” mantığı doğru bir mantık değildir. Aynı şekilde Çeçen bayrağı, Keşmir bayrağı, Kuzey İrlanda bayrağı vb. bayraklar da ayrı değerlendirilmelidir. Nasıl ki, ha Çeçen bayrağı, ha Rus bayrağı diyemeyeceğimiz; Keşmir bayrağı ile Hindistan bayrağını ya da Kuzey İrlanda bayrağı ile İngiltere bayrağını bir göremeyeceğimiz gibi. İşgale karşı direnişi, hak ve adalet talebini simgeleyen bir sembol ile zulmü, tahakkümü, emperyalizmi simgeleyen semboller arasında eşitlik kurmak saçmadır. Vietnam’ı işgal eden ABD’nin bayrağı ile Vietnam bayrağını bir görmek gibi bir şeydir bu. Oysa faraza Amerikan işgaline uğradığı dönemde yaşamış olsak, muhtemelen eylemlerimizde Vietnam bayraklarını taşır, ABD bayraklarını ise yakardık. Ama ABD işgaline karşı direnişi temsil ettiği için taşıdığımız Vietnam bayraklarını herhalde aynı Vietnam Kamboçya’yı işgal ettiğinde de taşımayı düşünmezdik!
Konunun anlaşılması için örnekleri çoğaltalım: Saddam döneminde Irak bayrağı Allahu Ekber lafzına rağmen hiç de sempati duyacağımız bir bayrak değildi. Bilâkis zulmü, tuğyanı, diktatörlüğü temsil ediyordu. Ama aynı Irak bayrağı ABD işgali altında farklı bir anlama kavuştu, direnişçilerce sahiplenildi, dolayısıyla bizler açısından da farklı algılanmaya başlandı.
Aynı şekilde Türk bayrağına yönelik yaklaşımımız bugün için bu bayrağın temsil ettiği otoriteye, devlete ilişkindir. Örneğin Türkiye emperyalist güçlerce işgale uğrarsa, bu bayrak direnişin bayrağı olabilir ya da yarınlarda inşallah bu topraklarda İslami bir sistem hakim olsa ve Müslümanlar aynı bayrağı kullanmayı uygun görseler ay yıldızlı bayrak hepimizin bayrağı olabilir.
Kısacası Türk bayrağının rengiyle, deseniyle bir sorunumuz olmadığının; sorunun temelde temsil ettiği devletin müşrik yapısından kaynaklandığını ve bunun da temennilerle, geçmişe yönelik nostaljik kurgularla veya hilalin Batılı kafirler nezdinde ne anlama geldiğine dair değerlendirmelerle örtülemeyeceğinin bir kere daha altını çizelim.
→ Bayrak, bu ülkede yaşadığımızın bir göstergesi. Cebimizde taşıdığımız kimlikte dahi bayrak figürü var. Bayrak konusunu tartışanlar tutarlı bir karşı çıkış içinde değiller!
Cebimizde taşıdığımız kimlikte ya da farklı sosyal, ekonomik, siyasi zeminlerde bayrak dayatmasını topyekûn reddetmemizin mümkün olmaması her zeminde kabullenmemizi doğurmaz. Bir şeyin tamamının elde edilememesi, parçasının da terk edilmesini gerektirmez. Şimdi elimizin uzandığı, gücümüzün yettiğini yapar, imkan bulduğumuzda da mücadelemizi diğer alanlara taşımaya çalışırız.
Kaldı ki, bize dayatılana boyun eğmek ile irademizle bir yanlışa ortak olmak aynı şey değildir. Kimse şu aşamada okulda öğrencilerden ya da kışlada askerlerden bayrak meselesinde muhalif bir tavır takınmasını beklemiyor. Mamafih kendimizin organize ettiği etkinliklerde bayraklara sarılmanın da iler tutar bir tarafının olmadığı ortada. 1948’de işgal edilen Filistin topraklarında yaşayan Araplar da mecburen İsrail pasaportu taşıyorlar ama bu durum İsrail bayrağını da sallamalarını gerektirmez!
→ Eylemlerde, etkinliklerde bayrağa yer verilmesi halkın genelinin gözünde sempati oluşturmakta, Müslümanların bu toplumun değerleriyle kavgalı olmadığı mesajının verilmesini sağlamaktadır!
Halkı, kitleleri sahih ilkeler doğrultusunda yönlendirmek, dönüştürmek yerine halkın, kitlelerin arzuları istikametinde yön tayin etmek İslami hareket mensuplarının asla yönelemeyecekleri bir sapmadır. Politik pragmatizmin, içine gireni yutan dipsiz bir kuyu olduğunu biliyoruz. Eğer halkın gönlünü hoş tutmak hedef alınacak olursa, bunun her türlü yanlışı, sapmayı, ilkesizliği beraberinde getirmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla olumlu imaj verme kaygısıyla yanlışa cevaz verilmemelidir. Unutmayalım ki, halkın değerleriyle kavgalı olmamak bir avantaj olmakla birlikte, vahyi istikamette bir toplumsal dönüşüm hedefleyen bir yaklaşım açısından asla temel bir hedef, şiar olamaz.
Ayrıca şu hususu da göz önünde tutmak gerekir ki, halkın bir kısmı için olumlu imaj içeren bayrak konusu, bazı kesimleri için ise olumsuz mesaj taşımaktadır. Örneğin Gazze’ye destek eylemlerinde Türkiye’nin genelinde ortaya konan manzara ile Türkiye’nin Güneydoğusundan yansıyan manzara aynı olmamıştır. Batı illerinde bol bayraklı eylemlere karşın, Kürt illerinde yoğun katılımla gerçekleştirilen Gazze eylemlerinde bayrak neredeyse hiç yoktur. Bu yönüyle bayrağın halkı böldüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz. İslami kimlik ve şiarlar temelinde bir araya gelmek, bütünleşmek imkanı varken, düzenin dayattığı semboller üzerinden birliktelik arayışı akidevî açıdan yanlış olduğu gibi, sonuçsuz kalmaya da mahkûmdur.
→ Eylemlerde ülke bayrağının kullanılması eylemin kimler tarafından gerçekleştirildiğini belli ederek, destek verilen halklar açısından olumlu mesaj vermez mi? Örneğin Gazzelilerin kendilerine destek vermek üzere sokaklara çıkan kitlelerin ellerindeki Türk bayraklarına bakarak Türkiye halkının yanlarında olduğunu görmeleri dayanışma ruhu açısından iyi bir şey değil mi?
Aslında bayrak meselesinde diğer gerekçelere nazaran nispeten daha makul gibi görünen bu argümanın da gerçekçi bir hedeften ziyade mevcut duruma gerekçe üretmek üzere tedavüle sokulduğu ortada. Zaten Türkiye’de bayrak tutkusunun yaygınlığı ve derinliği düşünüldüğünde “diğer halklara mesaj” kaygısının çok tali kaldığı görülecektir. Türkiye’de bayrak uluslararası gündemlerden ziyade iç politikaya yönelik bir mesaj aracıdır. Bu yüzden laikler darbe kışkırtıcılığı için sokaklara çıktıklarında bayrakla çıkar, evlerinin balkonlarından ya da pencerelerinden bayrak sarkıtma ihtiyacı duyarlar. Aynı şekilde muhafazakârlar da örneğin maruz kaldıkları başörtüsü ya da katsayı zulmünü protesto için aynı bayrağa sarılır, yaranmak için İstiklal Marşı yarışmaları yaparlar. Sonuçta bayrak tüm kesimlerin “esas oğlan benim” yarışının simgesine dönüşür ama herkes devlet babanın verdiğiyle yetinir!
Mezkur “pratik fayda”ya gelecek olursak; bir kere Gazzelilerin de, yeryüzünün diğer halklarının da dünyayı fotoğraflardan takip ettiklerini düşünmek abestir. Herkes kendisiyle ilgili gelişmeleri yakından izler, bilir, yorumlar. Örneğin Başbakan Erdoğan Davos’ta göğsüne Türk bayrağı takmamıştır ama tüm dünya gibi, Gazzeliler de kendilerine destek veren kişinin Türkiye devletinin başbakanı olduğunu bilirler. Aynı şekilde Gazzeliler de gördükleri fotoğrafın altındaki yazıyı okuyarak ya da televizyon seyrediyorlarsa sadece görüntüye bakmakla yetinmeyip spikerin sözlerine de kulak vererek İran’da yapılan eylemle, İngiltere’dekinin, Filipinlerde yapılan ile Türkiye’dekinin ayırdına rahatlıkla varabilirler. Bunu sağlamak üzere ayrıca bayraklı fotoğraflara gerek yok. Kaldı ki, dünya halklarının her ülkenin “ulusal” bayrağını birebir bildiklerini düşünmek de daha büyük bir saçmalıktır. Tam burada dünyaya mesaj vermek için mitinglerde bayrak taşımanın gerekliliğini savunanlara soralım: Mesela Orta Asya’da birilerinin Gazze için destek eylemi yaptığını varsayalım. Bunların Özbekistanlı mı, Kırgızistanlı mı olduklarını nasıl anlarsınız, bayraklarına bakarak mı?
→ Gazzeliler Türk bayrakları taşımaktan rahatsız olmazken, bizlerin bunu sorun görmesi abartılı bir tutum değil midir?
Gazze’de Başbakan Erdoğan’ın Davos çıkışından duyulan memnuniyeti izhar etmek için düzenlenen gösteride Türk bayraklarının taşınmasının orada bulunan Türkiyelilerin politik kaygılarından kaynaklandığı bilinmelidir. Bu olay Filistin İslami direnişinin ulusal sembollere ilişkin tavrını yansıtmaz.
Kaldı ki, Türk bayrağının Gazze’deki algılanışı ile Türkiye’deki algılanışı arasında fark olması da doğaldır. Filistinliler bu coğrafyaya hakim olan laik-Kemalist dayatma ile muhatap değildirler; bu sisteme karşı bir mücadele içinde de değildirler. Filistinliler açısından Türk bayrağı güncel, aktüel politik tavır alışları yansıtan bir simge olarak algılanabilir ama bizler açısından asla bu şekilde algılanamaz. Biz konuya güncel dayanışma mantığıyla değil, akidevî kimlik temelinde uzun soluklu ve ilkeli bir mücadele perspektifinden bakmak durumundayız.
→ Eylemlerimizde, etkinliklerimizde farklı ideolojik kimlikleri simgeleyen bayrak ve flamalardan rahatsız olmayıp, Türk bayrağı konusunda hassasiyet göstermek çelişki değil midir?
Öncelikle Müslüman olarak İslam dışı ideoloji, akide, kimlik ve akımları temsil eden her türlü simgenin bizim açımızdan batıl olduğunun, sahiplenilemeyeceğinin altını çizelim. Bununla birlikte, farklı kimlik ve hareketlere mensup insanlarla ortaklaşa gerçekleştirilen ya da yan yana olunan etkinliklerde dışımızdaki insanların doğrudan inancımıza saldırı niteliği içermedikçe taşıdıkları simgelerin bizi ilgilendirmeyeceğini de kabul etmemiz gerekir. Örneğin Irak’a yönelik Amerikan saldırısını protesto amacıyla ya da Filistin halkıyla dayanışma maksadıyla bir araya geldiğimiz muhalif kimlikli farklı ideolojilere mensup insanların kendi kimliklerini, örgütlerini simgeleyen bayrakları, ortak etkinliğe rengini vermeye kalkmadıkça, bize dayatılmadıkça bizim ilgi ve sorumluluk alanımıza girmez, girmemelidir. Biz kendi kimliğimizden, sözümüzden, söylemimizden sorumluyuzdur.
Bu noktada farklı kesimlere mensup insanların ortaklaşa düzenledikleri ve herkesin kendi bayrağıyla, flamasıyla, kortejiyle yer aldığı etkinliklerle, Müslümanlar adına kolektif bir kimlikle organize edilen ve ortak şiarların ve söylemlerin öne çıkartıldığı etkinlikleri ayrı değerlendirmemiz gereklidir. Hepimizi kolektif biçimde temsil eden bir görüntüye cahiliyeyi, tuğyanı temsil ettiğini düşündüğümüz bir simgenin dayatılmasına tabi ki karşı çıkarız. Burada çelişki değil, söz konusu iki etkinlik tarzının farklılığından kaynaklanan bir tutum farklılığı mevcuttur.
Öte yandan basit gibi görünen ama çok önemli bir husus da şudur ki, cahili anlayışı temsil etmekle, İslam dışı bir ideolojiyi temsil etmekle birlikte dayatmaya dönüşmüş, dayatmacı bir konumu haiz simgelerle, dayatma içermeyen simgeler aynı konumda görülemez. Örneğin muhalif zeminde mücadele sürdüren sol bir örgütün bayrağı ile ülke genelinde tüm insanlar üzerinde baskıcı bir otorite kurmuş, askerde, okulda, sokakta, her yerde dayatmada bulunan devletin bayrağını eşitlemek doğru bir tutum değildir.
Bu Konu Neden Bu Kadar Önemli?
Bayrak tartışmasına ilişkin olarak sorular, iddialar uzatılabilir. Bununla birlikte konunun daha kolay algılanmasına yönelik birkaç hususa da kısaca değinerek sözü noktalayalım.
Öncelikle bayrak konusunu bu kadar ciddi bir mesele kılan şeyin fikri ve siyasi planda yaşanan esnemeden ayrı düşünülmemesi gerektiğinin altını çizelim. Sorun daha ziyade son dönemlerde Müslümanlar arasında yaşanan kimlik krizinin, düzene ve statüko güçlerine doğru savrulmanın bir yansıması olarak görülmeli ve bu yüzden de hassasiyet uyandırmalıdır. Belli bir siyasi perspektif ve mücadele birikimine sahip olmayan sıradan insanların farklı farklı anlamlar yükleyerek bayrak sallaması görmezden gelinebilir ama İslami kimlik iddiası içinde olan insanların ve çevrelerin bu konuda tutarsız davranmalarının çok ciddi zaafların bir göstergesi ve gelecekte yaşanabilecek büyük savrulmaların işaret fişeği olarak değerlendirilmesi yanlış olmayacaktır.
Öte yandan Müslüman halkların yaşadığı coğrafyaya baktığımızda nasıl bir manzara ile karşılaştığımızı bir kere daha düşünelim. Hiçbir yerde İslami hareket mensupları kendileri üzerinde tahakküm kurmuş devletlerin bayrağını taşımazlar. Bunu saçma bir davranış ve çelişki olarak görürler. Mesela Mısır’da İhvan-ı Müslimin tarafından organize edilen bir eylemde birilerinin zalim Mısır devletinin bayrağını taşıdığını düşünmek makul müdür? Ya da Gazze’ye destek eyleminde bulunan Pakistan Cemaat-i İslami mensuplarının ellerinde ABD işbirlikçisi Pakistan devletinin bayrağını taşımaları söz konusu olabilir mi? Olmaz, çünkü bu tutum açıkça çelişki olur, saçmalık olur!
Peki, yaşadığımız ülkeyi diğerlerinden ayıran ne? Burası adı geçen ülkelere nazaran Allah’ın kitabının daha muhterem tutulduğu, Müslümanların özgürlüklerine sahip olduğu, İslami ilkelerin toplumsal-siyasal hayatta belirleyici kılındığı bir ülke olması mı? Ne gezer! Bilâkis bu ülkenin ayırıcı vasfının İslami ilke ve değerlerin en fazla dışlandığı, açıkça savaş açıldığı bir belde olduğu ortada. Buraya özgü bir başka “vasıf” olarak da herhalde millici kirliliğin diğerlerine nazaran bu ülke Müslümanlarının kanına daha fazla işlediğini söylemek yanlış olmasa gerek!