Avrupalılara tabi olmak Asya imparatorluklarının zorunlu kaderidir, bir gün Çinliler de bu zorunlu kadere teslim olacaktır.
William Jones1
Giriş
Modern Batı uygarlığı, tüm insanlığa kendi yaşam tarzını dayatıyor. Tek tip bir dünya hedefine doğru yürümek için sürekli öteleniyoruz. Farklı olan ve farklılığını devam ettirmek isteyen topluluklar "öteki" olarak tanımlanıyor ve düşman kabul ediliyor. "Ya bendensin, ya da düşmanımsın" diyen bir heyula, Mehmet Akif merhumun ifadesiyle "Tek dişi kalmış bir canavar" ile muhatabız.
Tarihin hiçbir döneminde insanlığın farklılıkları bu ölçekte bir tehdide, tehlikeye maruz kalmasa gerektir. Merkezileşen devlet gücü etkin iletişim araçlarını da kullanarak insanlığın kadim kalesi ev/aileyi de teslim almak üzeredir. Yaygınlaşan ve bireyselleşen haberleşme araçları, insanlar arası etkileşimi zayıflatırken, haberleşme tekelini elinde bulunduranlar insanlığı salt kendileriyle irtibata geçilmesi yönünde zorlamakta. Televizyon seyredenlerin toplumsal ilişkileri zayıflarken, bu durum televizyon programcılarının bir ara hedefi olarak durmakta, insanların hakim batı kültürüne teslim olmaları istenmekte.
Çağdaş Batı uygarlığı kendisine ait olan gerçekliği "mutlak hakikat" olarak görmekte, insanlık birikimini tüketmekle birlikte küçümsemekte; "öteki" olanın elindeki tüm araçları imha ederek ve saptırarak onu, yaşamsal bir cendereye sokmaktadır. Korunmuş Kitab'ın elimizdeki en büyük nimetimiz olduğu ne kadar da çarpıcı bir şekilde kendini gösteriyor/hissettiriyor.
Batılı bilinç, kendi oluşumuna etki eden, kültürel etkileşimi yadsıyarak geleceğini karartmakta, "tarihin sonu"nun kendilerince belirlendiğinden bahisle durağanlık sürecine girdiğini ilan etmektedir. Zira görülmüştür ki "içe kapanan" benmerkezci bir duruşa giren, mevcut kaba gücüne güvenen ve insanlık taleplerine cevap vermeyen uygarlıklar, uygarlıklar mezarlığında yerlerini almışlardır.
Uygarlığın/medeniyetin var edicisi ve asıl kaynağı İlahi/vahyi öz/gelenek dışında, hiçbir uygarlık diğer uygarlıklardan izole edilerek varlık bulamamış ve varlığını devam ettirememiştir. İletişim, ilişki, diyalog kuracak olanların bünyelerinde farklılıkların bulunması gerekir. Karşılıklı etkileşimler ırki, felsefi, teknolojik ağırlıklı olmaktadır. Binaenaleyh saf bir ırk/döl'den nasıl bahsedilemiyorsa diğer uygarlıklardan yalıtılmış bir felsefe ve teknolojiden de bahsedilemeyecektir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin başörtüsü ve Refah Partisi hakkında verdiği kararlar, Batılı bilincin "öteki"ne teslimiyet/asimilasyon dışında hukuki bir varoluş hakkı tanımadığını göstermektedir. Azınlık haline getirilen ideolojik, dini, kavmi vb. gruplara geniş bir hukuksal çerçeve sunulurken, halkın önemli bir kısmını ve hatta çoğunluğunu oluşturan gruplar ise tersi bir uygulamaya maruz bırakılmaktadır. Biz bu konuya neşter vuralım istedik ve "Batılı bilinç hangi süreçlerden geçerek bugünkü ırkçı, sömürgeci yapısını oluşturmuştur?" sorusunun cevabını aramaya çalıştık.
"Barbar" Kavramını Üreten Zihin
Antik Yunan tarihi bugünün yaygın ve hakim olan dünya görüşünü anlamamız için analiz edilmesi elzem bir alandır. Zira "batı yunanlılığı aşamamıştır."2 Barbar kavramına ilk olarak bugünkü Batı'nın kendi temellerini dayandırdığı Antik Yunan uygarlığında rastlamaktayız. Barbaroi kelimesinden türeyen barbar kavramının anlamı, Yunanca konuşamayan kişi demektir. "Yunanlılara göre dil, aklın bir aracı olduğu için, bir insanda veya ırkta böylesi kabiliyetsizlik, menfi bir insan tablosu ortaya koymaktadır. Bazı insanların Yunanca bilmediklerini söylemek, bunların akıl yetisine sahip olmadıklarını, mantıklı hareket edemediklerini, zihinlerinin yeterince gelişmediğini ve tutkularının önüne geçemediklerini ima etmektedir. Bunlar aklı idrak etmelerine rağmen, hakiki bir muhakeme gücüne sahip değillerdir. Barbaroi kavramı, Yunanca konuşmayan tüm insanlara şamildir."3 Diğer insanların canavarlığı, onların varlığının fiziki niteliği, onların yaşam tarzlarının ve davranışlarının Yunan normlarından farklı olmasının doğrudan bir neticesidir. Bunlar hep birlikte barbarlığı tanımlamaktadır.4
"Barbar"lık olgusunun, öncelikle bu kavramı üreten zihniyette aranması gerektiği düşüncesindeyiz. Salt insani farklılıklar temelinde üretilen bir dışlayıcı, "öteki"leştirici kavram olarak barbar, modern Batı düşüncesine, yapılanmasına devredilmiş gözükmektedir. Bu tanımlama politik meşrulaştırma vasıtası olarak kullanılmaktadır.
Antik Yunan'da Yamyam Tasvirleri
"Cüceleri, köpek kafalı insanları, gölge ayaklı insanları, başı olmayan ve gözleri omuzlarının üzerinde olan insanları ve tek gözlü insanları ilk defa tanıtan Eski Yunanlılardır. Yunan edebiyatı da melez ırk tasvirleriyle doludur. İnsan başlı atlar, yarı insan yarı keçi şeklinde yarı tanrılar..."5
2004 Atina Olimpiyatlarının açılış seremonisinde hatırlanacağı üzere keçi bedenli ve ayaklı, boyundan yukarısı insan olan kurgu dikkat çekici idi. Bu kurgu, doğu halklarını hayvansı özellikler taşımakla suçlayan Yunan iddialarının kendi zihinlerinde varolan bir yakıştırmadan ve dünya tasavvurundan kaynaklandığını göstermektedir. Zira bu tür bir varlık hiçbir dönem vücut bulmamıştır.
"Erken döneme ait bir resim, palmiye yapraklarından kurulu bir tezgahın arkasında kasaba kasaplarına benzeyen bir adamı, insan bedenlerini satmak amacıyla kolları, kafa ve diğer uzuvları asarken gösterir."6 Bu tasvir, coğrafi keşiflerle birlikte bir kez daha gün yüzüne çıkmıştır. Bugün Avrupalı insanın Afrika halkları hakkındaki kanaatlerinin oluşmasında yönlendirici etkisi olmuştur.
Kültürel-ticari bir yamyamlık olgusu Batının bir uydurmasıdır. "Kültürel olarak tesis edilmiş bir yamyamlığa ait hiçbir güvenilir delil yoktur."7 Bazı kabilelerde görülen insan etini yeme olgusu alım-satıma konu olarak ticarileşmemiş değişik tapınma ve saygı unsurunun bir parçası olmuştur.
Yunan-Hıristiyanlık Sentezi
Hıristiyanlık, tıkanan Roma kültürüne yeni bir açılım kazandırmıştır. Ütopik ve "yeryüzü cenneti" arayışından vazgeçirterek, onu öbür dünyada kazanmaya sevk etmiştir. Böylece hedefsiz, başıboş ve dolayısıyla mutsuz olan bir toplumu ulaşılamayan taleplerin yarattığı buhrandan kurtarıp geleceğe yöneltmiştir.
Abdurrahman Arslan, Roma'nın yıkılış sürecinde Hıristiyanlığın kitleler halinde benimsenmesinin nedenini kaos, yoksulluk ve çaresizlikle kıvranan kitlelerin "hayata katlanma" temelli Hıristiyan kurgusuyla birlikte yeni bir ufuk yakalaması olarak açıklamaktadır. Âdem'in ilk günahı tüm insanlığı günahkâr kılmıştı. Dünyadaki meşakkate katlanılarak bu günahın kefareti ödenmeli, böylece de cennet kazanılmalıydı.8
Aydınlanma felsefesi ile birlikte 'öbür dünya' üzerine inşa edilen umutlar artık sorgulanır hale gelmiş ve cenneti bu dünyada kurmaya yönelik teşebbüsler filizlenmiştir. Coğrafi keşifler süreci ile tanınan yeni yerler ve Avrupa'ya taşınan servet bu düşünceleri yeşertmiştir. İlahi/dini olanı dışlayan bir süreç yaygınlaşmaya başlamıştır.
Ortaçağ Batı ve İslam Dünyası
Haçlı Seferleri Batı'nın "öteki" diye dışladığından etkilenip kendini yeniden dizayn etme sürecine girmesinde önemli işlevler görmüştür. Hakeza yine Endülüs, Batı'nın, İslam medeniyetinin bilimsel, teknik ve sorgulayıcı yapısından etkileşmesine ve kendi antik birikimini tanıyıp güncelleştirmesinde önemli fonksiyonlar icra etmiştir.
Portekiz ve İspanya kültürel açıdan İslam dünyasından etkilenmiş ve zenginleşmişlerdir. Müslümanlar 800 yılı aşkın bir zaman İspanya'da yaşamışlardı. Çoğulcu toplum olmaları açısından Avrupa'da tekti.9 Müslümanların himayesinde hayat bulan bu çoğulculuk düzeni Batılılarca yıkılmış, Müslüman ve Yahudi ahali imha ve tehcirle karşılaşmıştır.
Coğrafi Keşifleri yapabilecek teknik açılım, İslam dünyasından devşirilen pusula vb. araçlar sayesinde olmuştur. Bu tarihlerde haritacılığın İslam dünyasında zirvede olduğu ifade edilmektedir. Müslüman bilim adamlarınca çizilmiş Asya, Afrika, Avrupa ve dünya haritaları mevcuttur.10
Medeniyetler tarihçisi M. Fuat Sezgin'e göre, Batı özellikle de İtalyanlar kanalıyla İslam dünyasındaki eserleri toplamış, batı dillerine çevirmiş, kaynak belirtme gereği duymadan kendi telif eseriymişçesine kamuoyuna sunmuştur. İslam dünyası coğrafi olarak da Asya, Avrupa ve Afrika'nın tam ortasında -bugünkü Irak'ta- merkezileşmesi dolayısıyla Hint, Çin, Arabistan ve Afrika'nın çok az hata payıyla haritalarını çıkartmıştır. Batılı seyyahlar bu haritalardan büyük ölçüde istifade etmişler, söz konusu haritaların sadece Akdeniz'le ilgili bölümlerini daha iyi tanımaları boyutuyla tashih etmişlerdir. Sezgin, medeniyetler tarihini bir duvara benzetmekte, önceki birikimin üstüne yeni bir tuğla konularak yeni medeniyetlerin oluştuğunu, batı medeniyetinin de bu gerçeğin bir göstergesi olduğunu belirtmektedir.11 O çağda batıya kaynaklık edebilecek onun ufkunu açabilecek İslam dünyası'ndan başka bir oluşum da yoktu. Bu gerçeğin batılı aydınlarca kabul edilmemesi ırkçı bir damara işaret etmektedir.
Coğrafi Keşifler sonucunda Avrupa'da insan sayısı azalmış, sömürülen topraklardan devşirilen ve gemilerle taşınan zenginliklerle birlikte insanlara boş ve geniş araziler kalmıştır.12 Bu sermaye birikimi ve İslam dünyasıyla girilen kültürel etkileşim "aydınlanma" felsefesinin oluşmasına zemin hazırlamıştır.
Merkezi iktidarlar feodal/aşiretvari derebeylere servet birikiminin getirdiği güçle galebe çalmış, kilisenin bilimsel ve kültürel gelişmeyi ketmeden gücü kırılmış, hayatın tüm alanlarında laikleşme/sekülerleşme kendini göstermiştir. Bilimsel gelişme ve teknik açılımlar silah sanayinde de kendini göstermiş, ateşli silahların geliştirilmesinde ileri hamleler yapılmış, bu da sömürgeciliği tüm yeryüzü sathına karşı konulamaz bir şekilde yaygınlaştırmıştır.13
Coğrafi Keşifler Süreci: Hindistan
Osmanlı'nın İstanbul'u Fethi ve Akdeniz ticaretindeki hakimiyetin yitirilmesi Batı'yı daha fazla yaşamsal bir cendereye sokmuş onu açık denizlerin tehlikelerine katlanır bir duruma getirmiştir. Antik Yunan'dan beri devam eden ve Ortaçağ'da da kendini gösteren, İslam dünyasının/doğunun zenginlik merkezi "yeryüzü cenneti" olduğu düşüncesi, nasıl Haçlı Seferleri'nin itici nedenlerinden olmuşsa coğrafi keşifleri başlatan unsurlardan biri de bu zenginliğe batıyı dolaşarak elde etme düşüncesi olmuştur.
Keşifler sürecinde batı dışı bilimsel-teknik yenilikler kullanılmıştır. Vasko De Gama'yı Doğu Afrika'dan Kaliküt'e götüren kişi, Arap denizci seyyahlarından önde gelenlerinden biri olarak kabul edilen Şebabettin İbni Macit'tir.14 Bu bilgi bile coğrafi keşifleri mümkün kılan olgunun salt batı uygarlığının kendi üretimi olmadığını göstermektedir. Batıyı dolaşarak doğuya ulaşma düşüncesi İslam dünyasından taşınan bilimsel buluşlar (pusula) ve haritacılık bilgisiyle birleşince Hindistan yolunun ve Amerika'nın keşfi mümkün olmuştur.
Coğrafi keşiflerle birlikte yerli halkların yaşadıkları dramı kelimelerle ifade etmek epeyce zordur. Kristof Kolomb'un günlükleri Coğrafi Keşifler sürecine ilişkin önemli ipuçları sunmaktadır. Ayrıca Batılı bilincin "öteki"ne bakışı ve bunun sonucunda yaşatılanlara ışık tutmaktadır.
Kolomb ve ekibinin gökten geldiklerine ve kesinlikle yine göğe döneceklerine inanan Hintliler, kaşiflere taparcasına hürmet ve hizmette bulunmuşlardı. Kolomb ise sömürü hesapları yapmaktadır. Hintlilerin pek yumuşak başlı, ürkek, disiplinsiz-örgütsüz ve şiddet nedir bilmeyen insanlar olduğunu aktararak bir gemi dolusu adamla koca kıtanın ele geçirilebileceğini rapor etmektedir.15
Amerika Kıtası
Amerikan yerlileri Kızılderililere uygulanan imha-tehcir ve soykırım16 sonrasında da asimilasyon neticesinde bir kıtanın sakinleri bugün yok edilmiştir. Batılı göçmenler kızıl mikrobunu yerlilere bulaştırmışlar, bünyeleri bu mikroba karşı dayanıksız yerliler toplu katliamlara maruz bırakılmıştır. Yine yerlilerin besin kaynakları ve ormanları yakılmıştır.
Bu uygarlıklar yazı yazan, sıfır kavramını kullanan, astronomi-takvim ve şehircilikte ileri olan bir yapıdadırlar.17 Hollywood yapımı Kızılderili filmleri bizleri yanıltmamalıdır. Bu da hâlihazırda İslam dünyasını kendisine yeni hedef seçmiş muhatabımızın karnesinde mevcuttur.
"Amerikanın yerli uygarlıkları ve halklarının batı ile olan ilişkilerde herhangi bir bağışıklığa sahip bulunmamaları, batı vahşeti karşısında böyle bir vahşeti insan olarak düşünemedikleri anlayamadıkları için benzer ilişkiler içerisinde olmaktansa toplu intiharı seçmiştir."18
"Batılılar bire kadar kırdıkları halkın yerine Afrika halklarını bu ülkeye taşıma şaşkınlığını göstermişlerdir.19 Ancak yağmadıkları Amerikan uygarlığının sahibi olmamaları sebebiyle Afrikalılar ile eski zenginlik üretimi sürdürebilmeleri olanağı bulunmamıştır."20 Kapitalizmin gelişmesi de böyle bir zemin ve arka planla irtibatlıdır. Mevcut refah durumu ancak daha fazla üretim (insan gücü ve fabrikalaşma) ve onu tüketecek piyasa ile mümkün olacaktır.
Coğrafi Keşifler Sonrası Batı
Keşiflerle birlikte Avrupa'dan yeni topraklara insan akını olmuştur. Bu süreç yerlilerin aleyhine işleyen bir süreçtir. Zira hem zenginliklerini hem özgürlüklerini kaybetmişlerdir. Göçmenler ise sermaye birikimlerini anavatanlarına aktarmışlardır. Avrupa'da zengin bir sınıf oluşmuş ve bu insanlara geniş topraklar kalmıştır. Bu zenginlik kendisini özellikle mimari alanında göstermiştir. Kolomb'un gözlemiyle keşifler öncesi limandaki küçük baraka-kilise ülkesine döndüğünde büyük bir katedrale dönüşmüştür. Zenginlik sanatsal, kültürel faaliyetlere can vermiş, kilise etkisizleştirilmiş, bilimsel, teknik ve benzeri gelişmeler hızlanmıştır. Son tahlilde tüm bu sürecin kırılma anı sömürü olgusunda yatmaktadır.
Modern Yansımalar
Fransızların Cezayir'de, İtalyanların Libya'da, İngilizlerin Hindistan, Avustralya ve sayılamayacak kadar çok yerde yaptıkları da hatırlardadır. İngiltere'de artan suçlu insan sayısı ve dolan cezaevlerine bulunan çözüm de manidardır: Tüm suçlular gemiye doldurulur ve Avustralya kıtasına dökülür.
Ayrıca Avustralya yerlileri Aborjinler de İngiliz göçmenlerce imha edilmiştir. Bugün az sayıda kalan Aborjinlere devlet dairelerinde görev verilmediğini bilmekteyiz. Türkiye'den tasavvufi bir ekol, Avustralya'yı modern Habeşistan görerek oraya yönelmekte ama artan Çin nüfusuna karşı bir denge unsuru olarak İngilizlerin oyunlarını, İngiliz sömürgeci gerçeğini görmezden gelmeyi tercih etmektedirler.
Yerli halk da göçmenlerce kırılır. Bahusus İngilizler stratejik yerlere İngiliz nüfusunu yerleştirmeyi amaçlamışlardır. Ümit Burnu ve civar yerleşimlerde İngiliz nüfus çoğunluktadır. Almanların Yahudilere yaptıklarını, bugün Siyonistler Filistin halkına yapmaktadırlar.
Batı'daki yamyamlık iddiasının temelinde kendi toplumunun dışındakini insan olarak görmeme gibi bir ırkçılık telakkisi yatmaktadır. Muhatap insan olarak görülmeyince, insanca bir muameleye de maruz kalmamaktadır. Tıpkı Irak'ta, Felluce'de, Ebu Gureyb hapishanesinde, Guantanamo zindanında olduğu gibi sıradan bir canlıya bile reva görülemeyecek uygulamalar, Müslümanlara tatbik edilmektedir.
Irkçılığın Dinsel Dayanakları
Batı "öteki"ni hep saptırarak tanımlamış, onu sömürebilmek için üzerinde hakimiyet kurmaya çalışmıştır. Bunun için de yerine göre para/silah, yerine göre din/kilise/İncil kullanılmıştır. "Onları (Hıristiyanlığa) girmeye zorla." (Luka 4:23) Bu ayet batı despotizminin dinsel dayanaklarının da olduğunu göstermektedir. Hıristiyanlığı benimsetme çabası, sömürgeciliğin bir alt kolu işlevini görmüştür.
"İslamiyet, Hıristiyanlığı ve Museviliği semavi/ilahi din olarak kabul etmesine karşılık, Hıristiyanlık ve Musevilik İslamiyet'i aynı gözle görmemektedir.21 Yahudilerin Museviliği ırkçı anlayışlarına kurban etmesinin değişik bir varyasyonunu Batının Hıristiyanlığı bozup uhrevileştirmelerinde ve sömürgeci politikalarının bir aracı haline getirmelerinde görüyoruz.
Eğer Afrikalılara insanca muamele edilecekse önce medenileştirilmeli ki bu köleleştirilerek yapılacaktır. Sonrasında ise bu medenileşen insanlar ancak, Hıristiyan olacaklardır.22
Kristof Kolomb gibi gezginlerce/macera-perestlerce keşfedilen Hindistan'ın yerli halkı önceleri yumuşak başlılıkları ve uysallıklarıyla tanıtılmış; ama sömürüye rıza göstermediklerinde ve direnişe geçtiklerinde "dehşet saçan, vahşi yerliler, kadın ve çocuk ayırt etmeden insan eti yiyen varlıklar" olarak suçlandılar.23 Bu kolaycı suçlama; Antik Yunan'dan devraldıkları miras ile Hıristiyanlık ve Haçlı Seferleri'yle şekillenen ırkçı zihin etkisiyle olsa gerektir.
Tahakküm İçin Bilgilenme: Oryantalizm
1946'da Washington'da Ortadoğu Enstitüsü, ardından 1949'da New York'ta Ortadoğu sorunları için konsey kuruldu. Üniversite müfredatlarına Ortadoğu toplumlarının yapısı, tarihi, dilleri ve dinleri açısından ele alan dersler kondu ve çok kısa bir süre içerisinde hızlı bir gelişme kaydedildi.24
Batı, Doğu uygarlıkları üzerinde fiili bir hakimiyet kurabilmek için çok uzun soluklu çalışmalar yapmıştır. Bu amaçla büyük miktarda paraları Doğu araştırmaları enstitülerine, vakıflarına ayırmıştır. Hayatını bu araştırmalara adayan akademisyenler vardır. İşte tüm bu çalışmaların sonucunda ABD, bugün Irak'a askeri bir işgal gerçekleştirebilmektedir. Yanında da bu bölge halkının yüzünü kanla hatırladığı İngilizleri alarak.
Batı karşıtını çözmek, unsurlarına ayırmak, güçlük-zayıf yönlerini öğrenmek ve böylece hakimiyet sağlamak amacını güttüğü bu çalışmaların, geçmişleriyle bağı kopan insanlara veriler sunabileceğini herhalde hesaplamamış olsa gerektir. Zira Doğu araştırmaları bugün Batı hakimiyetini kırmaya yönelik çalışmalara malzeme sunmaktadır.
Batı Usulü Soykırım: Atom Bombası
Çağdaş yazarların da ifade ettiği üzere farklı zihinler farklı teknik araçlar geliştirmişlerdir. Çünkü her zihin dünyası kendi amaç ve hedeflerine uyan ve bu gayelerin gerçekleşmesini sağlayacak teknik araçlar üzerinde mesaisini yoğunlaştırır. Dolayısıyla o alanda teknik buluşlar uç verir. Teknoloji, ideolojinin ayrılmaz bir parçasıdır, denilebilir.
Atomu parçalayanın Müslüman bir bilim adamı olmasına rağmen, atom bombası acaba bir Müslümanca keşfedilebilir miydi? Birçok çekince konulabilir. Çünkü bırakın insan soyunu öldürmeyi, börtü böceği imhası, su-hava kirliliğini 100 sene etkisi gitmeyen ve canlıların genetiğini bozan bu buluş tam da başkalarını barbar ve yamyam diye tanımlayanlarca icat edildi ve kullanıldı. Tarihin gelmiş geçmiş en büyük cinayet, soykırım, fesadı Japon halkına tattırıldı. Halen Hiroşima ve Nagazaki'de ot bile bitmemektedir. Bu şehirler küresel medeniyetin en büyük soykırım anıtı olarak durmaktadır.
Çağdaş Batı, Mirasyedi Bir Oluşumdur
Batının tarihe çıkışı kendi çabası ve başarısından değil doğu toplumları ile kurduğu ilişkiler ve doğudan aktarılan zenginliğin ürünüdür. Batı bu zenginliği denetleyemediği gibi zenginliğin kaynağı olarak da doğunun yağmalanması için savaş, talan ve doğu ile ticari ilişkileri dışında çözüm de bilmemektedir. Doğu'nun söz konusu yağmaya izin vermemesi, Yunan'ın doğu ile toplumsal ilişkiler dışında başarılı olamaması, Antik Yunan'dan itibaren daha batıda denetleyebildikleri alanlarda benzer yerler aranmasına yol açmıştır. Uzun dönem kuzeyde ve batıda bu tür bereketli, doğanın cömert olduğu, insanların çaba sarf etmeden kolaylıkla yağmalaya bilecekleri ülke tasvirleri yapılmıştır.25 Batılı kaşifler bu zihinsel arka planla yolculuklarına başlamışlardır.
Uygarlık yaratma ve geliştirme bakımından üstünlük doğu uygarlıklarına aittir. Binlerce yıllık doğu uygarlık mirasına karşılık, batının son dönemdeki birkaç yüz yıllık gelişmesine bakarak yapılacak değerlendirmeler yanıltıcı sonuçlara yol açabilmektedir.26
Günümüz Batı uygarlığı, Coğrafi Keşifler sonrası ve Aydınlanma süreciyle birlikte elde ettiği teknik ve kültürel-felsefi zenginliği yeni açılımlarla destekleyememiştir. Çağdaş Batılılar, Kemalistlerin Osmanlı mirasıyla idame-i hayat etmeleri gibi, özellikle 17.-19. yüzyıl Batı tecrübesi ve birikimiyle varlıklarını sürdürmektedir.
Haritacılıktaki Batı Merkezli Kurgu
Enlemlerin önceleri İstanbul Ayasofya kubbesi üzerinden geçtiği kabul edilirken, sonraları İngiltere/Greenwich'ten geçtiği kabul edilmeye başlanmıştır. Batı'nın kendini merkeze alarak dünya haritalarında da gözlemlemekteyiz. Şöyle ki, dünya küre şeklinde olduğundan düz yüzeye aktarılması zordur. Bunun için değişik teknikler geliştirilmiştir.27 Bunlar içerisinde Batılıların en çok tercih ettikleri, Amerika kıtasına ve Avrupa'yı merkeze koyan ve olduğundan büyük gösteren haritalardır. Bu haritalarda Ekvator bölgesi (Afrika kıtası) olduğundan küçük gösterilirken 30-60 paralelleri arası ile kutuplar olduğundan büyük gösterilmektedir.
Batılı Hanibal Karakteri
Modern dönem Batı sinemasındaki "kibar" psikopat katil Hanibal karakteri dikkat çekicidir. Zira Batının medenilik anlayışının mahiyetini tanıtmaktadır. Her halkın katili olabilir. Ama Batı bir başkadır. Onun katili "medeni" ve "uygar"dır.
Hanibal, insan eti ve özellikle insan beyni yiyen bir seri katildir. Nezaketi, zerafeti ile insanları ağına düşürür. Önceden en ince ayrıntılarına kadar belirlediği planlarını sinsice yürütür. Amacına da ulaşır. Bu filmler bir dizi gibi devamları çekilmiş ve Batı'da hatırı sayılır bir seyirci kitlesine ulaşmıştır.
Batı, Çok Kültürlülüğü Sınırlar
Osmanlı devleti gibi modern öncesi çoklu kültürel zenginliğe zemin hazırlayan yapılanmalar, Batıda çıkan-gelişen milliyetçiliklerle birlikte büyük yara aldı. Baskın/güçlü olanın -yerel farklılıkları yok ederek- kültürünü yücelttiği, diğer kültürlere ise ancak katılma/entegrasyon hakkının tanındığı bir süreç başladı. Örneğin Türk unsuru üzerinden siyaset yapanlar, devlet gücünü ellerinde bulundurmanın avantajıyla Türk kültürünü yücelttiler. Yeni devletin ortak paydası olarak tanımladılar. Ama bu arada özellikle Ermeni, Kürt, Kafkas kültürleri dil, örf ve ananeleriyle dışlandı veya entegre edilerek Türk kültürünün bir parçası olarak kurgulandı.
Aynı süreç Batı'da da benzer şekillerde yaşanmıştır. Fransız ulusunun oluşum surecinde birçok yerel dil farklılığı eritilmiştir. Önceleri halkın %50'sinden fazlasının Fransızca konuşamayıp yerel dillerle anlaştığı, ancak %15'inin Fransızca ile doğru bir iletişim kurduğu bir durumdan28 bugünkü duruma gelinmesi, ulusçuluk düşüncesinin bir sonucu olduğu gibi, Batı'nın ve onun projesi olan ulus devlet olgusunun asimilasyoncu yapısının da bir göstergesidir. Balkanlardaki Müslüman ve Türk unsura karşı yapılanlar, Batı Avrupa'daki göçmenlerin yaşadıkları buna örnektir.
Batı kendi dışındakine onun kendini tanımladığı şekliyle hukuki bir varoluş hakkı değil, batının tanımladığı çerçevede bir kölelik tanımaktadır. Bu gerçek, İslam'ın kuşatıcı üst bir hukukla "öteki"ne var olma hakkı tanıdığı düşünüldüğünde Müslümanlar için avantaja dönüşmektedir. Evet, ancak Müslüman zihin kendi karşıtına gerçek, sahici bir var olma verir.
Ulusçuluk, Batılı Bir Projedir
İslam tarihi, Müslümanların iktidarlarında gayrimüslimlerin kendilerini tanımladıkları şekliyle varolduklarına şahitlik etmektedir. Son tahlilde Osmanlı Devleti'nin milletler sistemi de bunun bir örneğidir. Bu tecrübenin olumlu yanlarını zenginleştirerek tüm insanlığa örneklendirebilme imkan ve sorumluluğumuz vardır.
TC üniter, etnik temelli bir ulus-devlet yapılanmasıdır. Bölgesel, yerel etnik zenginlik Türk ulusçuları eliyle tekdüze bir hale getirilmiştir. Osmanlı tecrübesi ve milletler sistemi uygulaması29 Türk ve Kürt ulusçularınca küçümsenmektedir. Ulusçuluğun birleştirici olduğu söylemi Batı feodal düzenine özgüdür.
Ulusçuluk son tahlilde batılıların da arzu ettiği istikamette dar anlamda Anadolu'da en geniş anlamıyla İslam dünyası ve yeryüzünde kurtulunması gereken en önemli hastalıktır. Ulusçuluk, Batılı-laik bir projedir ve laikliği öngörür. İdeolojik yapısıyla dine, topluma, siyasaya tanım getiren Türk ulusçuluğu İslam'ı soyut inançlar derecesine indirgemek ister.30
İran tecrübesi Osmanlı milletler sistemini andıran yapıdadır. Azerbaycan, Kürdistan gibi eyalet sistemi, ulusçuluğa dair bazı riskler taşısa da etnik milliyetçilik yapmamasıyla, dil farklılıklarına olumlu yaklaşımıyla önemli bir örnektir. Seçimleri kurumsallaştırması ve din-devlet ilişkisinde ise Osmanlı tecrübesini aşmıştır.
Yükseltilen milliyetçilik dalgasına karşı İslami bilincimiz bizlere adaletli olmamızı hatırlatmaktadır. İslam, tevhidi yapısıyla, vahyi geleneğin son temsilcisi olmasıyla, uygarlığın, çoğulculuğun-Çok kültürlülüğün asıl temsilcisidir. Bu, ulusçu-ırkçı-sömürgeci Batıya karşı bizim iddiamızdır. Bu hatta sebat etmeli, yerel ulusçuluklara, milliyetçiliklere pirim vermemeliyiz. Zira yerel milliyetçilikler batının değirmenini çeviren akarsuya akarlar.
Dipnotlar:
1- Yücel Bulut, "Hindistan'da İngiliz Sömürgeciliği, Oryantalizm ve W. Jones, İÜ. Ed. Fak. Sosyoloji dergisi, 3. dizi, 6. sayı, s, 71.
2- Kenan Yonarsoy, Yunan Tarihçiliği, İÜ Ed. Fak. Sosyoloji Araştırma Merkezi, 1992, s. 7.
3- Z. Serdar-M. W. Davies-A. Nandy, Batı Irkçılığının Kaynakları [BIK], Çev.: Fatih Bayram,Yöneliş Yayınları, s. 30.
4- BJK, s. 31-32.
5- BIK, s. 31-32.
6- BIK, s. 47.
7- BIK, s. 47.
8- Abdurrahman Arslan, Modern Dünyada Müslümanlar, İletişim Yayınları, s. 57.
9- BIK; s. 12.
10- Ö. Raci el-Faruki, İslam Kültür Atlası, İnkılab Yayınları, İstanbul, 1999. 951'de Yusuf el-Mısri tarafından, 1177'de Şerif El İdrisi tarafından çizilen dünya haritaları dikkat çekicidir. s, 184, 190, 196.
11- Taha Akyol'la "Eğrisi Doğrusu", 20.05.2005; CNN Türk. Sezgin, iddiaların aksine Batı'da Reform ve Rönesans diye bir gelişmenin olmadığını, İtalya'ya özgü olarak İslam dünyası ürünlerinin taşınmasından bahsedilebileceğini kaydetmektedir.
12- BIK, s. 10.
13- Carlo M. Cpolla, Silahlar ve Avrupa Sömürgeciliği, Yöneliş Yay., İstanbul 1998.
14- Yücel Bulut, a.g.m., İÜ Ed. Fak. Sosyoloji dergi, 3. dizi 6. sayı, s. 75. Ayrıca şunu belirtmek gerekir ki, Araplar yıllarca Hintlilerle ticaret yapmışlar ama onları sömürmeyi düşünmemişlerdir.
15- Kristof Kolomb, Seyir Defteri: Keşif Yolculukları Günlüğü, Çekirdek Yay., İst., 1999.
16- Soykırım kavramı da, tıpkı terör kavramında olduğu gibi netameli kavramlardandır. Tehcir, başlı başına bir soykırım yöntemi olmayabilir. Örneğin Osmanlının Balkanlara Türk nüfusunu yerleştirmesi.
17- Ayrıntılı bilgi için bkz.: "500. Yılında Amerika", İ. Coşkun'un makalesi.
18- Allah'ın Müslümanlara tanıdığı kısasta bulunma hakkının önemini anımsatıyor.
19- Afrika'dan bu ülkeye getirilen siyahi kölelerin uzun boylu ve iri yarı olanları tercih edilmiştir. Bugün NBA basketbol oyuncularının neden çoğunlukla siyahilerden olduğu, hepsinin de uzun boylu ve yapılı oldukları anlaşılmaktadır. Amerikan siyahilerinin genel tablosu bunu onaylar. Aynı ırkçı tavrı Almanya'da da gözlemliyoruz. Alman ırkını saflaştırmak için 20 bin erkek ile 20 bin kadın kura ile çiftleştirilmişlerdir. Bebekler devlet himayesinde yetiştirilmiştir.
20- Baykan Sezer, a.g.m., s. 134-135.
21- Osmanlı'da Hoşgörü, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları, 2000, s. 13-14.
22- BIK, s. 70.
23- BIK, s. 47.
24- Yücel Bulut, Oryantalizmin Eleştirel Kısa Tarihi, Yöneliş Yayınları, İstanbul 2002, s. 167-168. Y. Bulut kitabında, Antik Yunan'dan Ortaçağ'a, oradan modern döneme değin Batılı bilincin oluşumuna ışık tutan açılımlarda bulunmakta ve Doğu araştırmalarıyla ilgili güzel bir toparlama yapmaktadır.
25- Recep Ertürk, "500. Yılında Amerika", s. 115.
26- İsmail Coşkun, a.g.m., s. 130.
27- Büyük Dünya Atlası, Coğrafi Projeksiyonlar Bölümü, Arkın Kitapevi, İstanbul 1992, s. 12-13.
28- E. J. Hobsbawm, Milletler ve Milliyetçilik, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1995.
29- 2 Mayıs tarihli Zaman gazetesinde Ali Bulaç'ın yazdığı "'İslam Yıldızlar Topluluğu" isimli yazı bu tecrübeyi işlemesi ve de yükseltilen milliyetçilik dalgasına karşı ümmetçi söylemin zenginliğini ve çoğulculuğunu vurgulaması boyutuyla kayda değerdir.
30- Yargıtay'ın Mehmet Şevket Eygi kararı gerekçesi de bunu doğrular.