Batı Bir Kazadır: Batı Emperyalizmine Ait Bir Utanç Hanesi

Alaaddin Yurderi

"Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır." (el-Asr, 103/1-3)

Bireyi her şeyin merkezi ve ölçüsü görme, her türlü gerçeği kavramlara indirgeme, yani eşyayı ve insanları manipüle etme aracı olarak bilimi ve tekniği en yüce değerlere dönüştürme tarzındaki Batılı anlayış, üç milyon yıllık insanlık destanı içinde sadece “küçücük bir istisnadan” ibarettir. Hayatı boyunca edindiği tecrübeyle böylesi bir kesin kanaate varan, tarihte beyaz adam tarafından oynanan rolün bu uğursuz yönüne birçok eseriyle şahitlikte bulunan Roger Garaudy’ye gözlerimizi çevirmeliyiz.

İslam dinini benimsemeden önce yazmış olduğu ‘Medeniyetler Diyaloğu’nda Roger Garaudy, iktisadi, insani ve siyasi delilleri uzun uzadıya delilleriyle ortaya koyduktan sonra: “Tarihe binlerce yıllık bir zaviyeden ve gezegenimiz çapında baktığımızda ve dört yüzyıldır dünyanın geri kalan kısmının kaderini, dünyayı sırf sömürmek için belirleyen Batı’nın işgal ettiği yeri dikkate aldığımızda, onun bu hegemonyası hakkında şu sonuca varabiliriz: Batı bir kazadır. İnsanlık tarihinin ve bugün dünyanın yok olmasına yol açabilecek en vahim kazası.”1

‘İslam’ın Vadettikleri’ adlı eserinde: “Batı bir kazadır. Kültürü de çarpıktır; çünkü asıl boyutlarından kopup uzaklaşmıştır... Batı’nın şu dünya hegemonyası şekline bugün acaba hangi adı vermeliyiz? Binlerce yıllık bir perspektiften bakıldığında apaçık görülür ki Batı insanlık tarihinin en büyük canisidir.”2 tespitinde bulunur.

‘Batı Terörü’ kitabında ise ‘Batı Bir Kazadır’ başlığı altında İbrani seçilmişlik mitin, Yunan mucizesi efsanesi ile Latin miti ve (Batı) Yahudi-Hristiyan geleneğe dair yaptığı kapsamlı açıklamalardan sonra Garaudy, “Batı korkunç bir sözcüktür.”3 diyerek Batı’nın yoldan çıkmış/sapmış suretine işaret eder. Son olarak felsefi vasiyeti olan ‘20. Yüzyılın Biyografisi’ adlı eserinde, “Fert olarak insanın, Protagoras’ın formülüne göre her şeyin ölçüsü olduğu önermesinde, aslolan, her türlü mutlağın inkârı ve tam bir göreceliktir. Bunun da davranışlar düzeyindeki pratik neticesi orman kanunudur. Budur işte Batı felsefesinin sıfır yılı.”4 diyerek Batı parantezinin de böylece kapandığını ilan eder.

Kendisi de Garaudy gibi daha önce İslam dinini benimseyen Rene Guenon, “Batı uygarlığının tek gerçek üstünlüğü sadece maddi alandadır; öteki bütün görüş açılarından ise çok aşağıdadır. Batı istilası bütün biçimleriyle materyalizmin/maddeciliğin istilası demektir. Zaten başka türlüsü de olamaz... Bu gerçek sadece aptallarca veya kelimenin tam anlamıyla ‘şeytani’ olan bu işten bir çıkar sağlamak isteyenlerce inkâr edilebilir.”5 dedikten sonra modern Batı uygarlığının tarihte gerçek bir anomali olduğunu belirtir.6 Bradford piskoposunun 1942’de Batı toplumunu şeytanın bir eseri olarak tanımlaması7 Batı’nın batış çizgisinde olduğuna dair ayrı bir tespittir.

Çok büyük bir mekanizma olan Batı’nın sekülarist emperyalizmine ait utanç hanesini “bir kaza” olarak değerlendirmeyen Abdülvahab M. el-Messiri ise konuya şöyle bakmaktadır: “Tarihsel bir pratik olarak emperyalizmin Batı medeniyetinden ve Batı’nın evren anlayışından bir sapma olduğu iddia edilir. Yönetim felsefesi olarak demokrasiyi, ekonomik düzen olarak ‘laissez-fair’yi ve evrensel felsefe olarak rasyonalizm ve hümanizmi benimsemiş Batı’nın liberal, hümanist ve aydınlanmış bir medeniyet olma haliyle çeliştiği ileri sürülür. Biz ise bu felsefelerin emperyalizmin epistemolojik tasavvuruyla çelişmediğini iddia ediyoruz. Aksine dikkatimizi epistemolojik düzleme yoğunlaştırdığımızda ortada bu felsefeler ile emperyalist tasavvur arasında çok güçlü bir bağın olduğunu görürüz. Ayrıca tüm bu felsefeler doğaları gereği seküler felsefelerdir. Emperyalizm, Batılı seküler etik ve epistemolojik paradigmasının yalnızca bir tezahürüdür.”8

İflas etmiş Batı’nın şeytani tuzakları insanlığı gezegen çapında toplu bir intihara sürüklemektedir. Araçken bilim ve tekniğin din yerine geçmesi sonucu bu süreç daha da hızlanmıştır. Kartezyen akıl yürütme sonucu bilim manipüle edilerek tek olan hakikatin yerine teknik, para, cinsellik, servet, bilgi için bilgi, hareket hızı, piyasa büyüklüğü, değişim hızı, eğitim ‘miktarı’, hastane sayısı ve daha nice ‘kutsal inek’ler yaratılmıştır.

Batı Dünyasının Kara Yemişi Olarak Teknik

Pencerelerin açık olduğu ılık bir gecede herhangi bir şehrin herhangi bir mahallesinde yürüyün, önünden geçtiğiniz her evden bir televizyon ekranından yansıyan mavimsi pırıltıları görürsünüz. Zaman makinesinden çıkmış bir kuşak öncesine mensup bir ziyaretçi buna, yani insanların büyülenmişçesine gelip geçen görüntüleri saatlerce seyre dalmasına, pasif alıcılığa gömülmesine ne derdi acaba? Televizyon çıkmadan önce 20. yüzyılın en kâhinvari bilim kurgu kitabı Cesur Yeni Dünya’yı neredeyse yüz yıl önce yazan Aldous Huxley, gelecekteki insanların sakinleştirici haplarla uyuşturularak itaat ettirileceğine dair bir distopya tahayyül etmişti. Huxley, hedeften pek de uzak düşmemiş, yalnızca kehanetinin teknolojik unsurunda yetersiz kalmıştı. Önemli bir anlamda Huxley’in Yeni Dünya’sını yaşıyoruz şimdi; adına da ‘televizyon çağı’ diyorlar.”9 

İnsanoğlunun hayat tarzını, kültürünü ve alışkanlıklarını değiştirmede büyük bir devrime yol açan tele-ekran ve televizyon ekranı günümüzde yerini dokunmatik ekranlara bırakmıştır. Bu günlerde her şey smart (akıllı) oldu. “Tahakküm tarihi, farklı ekranların tahakkümü olarak tasvir edilebilir. Yeni tahakküm aracı artık akıllı telefonlardır. Akıllı telefon bir boyun eğdirme aygıtıdır. Akıllı telefonlar, özel konuların sürekli başkalarına sunulduğu mobil vitrinler olarak hizmet ettiğinden, kamusal alanın parçalanıp dağılmasını hızlandırır. Sorumlu vatandaşlar yerine tüketim ve iletişim zombileri yaratır. Bizler bugün özgür olduğumuzu düşündüğümüz dijital bir mağarada esiriz. Dijital ekrana bağlanmışız. Platon’un mağarasındaki esirler, mitik anlatının görüntüleriyle kendilerinden geçmiştir. Dijital mağara ise bizi enformasyon teknolojisi sayesinde tutsak almıştır.”10 diyen Byung-Chul Han, Big Brother’ın yerini Big Data’nın aldığını belirtir. Dijital panoptikonda (hapishane) düşüncelere nüfuz etmek mümkün hale geldiğinden insanın bütüncül olarak sömürülüşünün de kolaylaştığını ifade eder.11 Böylece “Big Data toplu iletişim ve toplu gözetimi birleştiren insan ruhuna el atmayı ve onu yönetmeyi mümkün kılan bir tahakküm biçimine dönüşmüştür.”12

Her belirleyici medya değişikliği yeni bir rejim yarattığından, elektronik/dijital devrim karşısında birçok yorum sahibi fikrini/önermesini değiştirerek yeniden yazmak zorunda kaldı. Bugün hayatın dijitalleşmesi önlenemez bir şekilde hızla ilerliyor. Algımızı, dünyayla ilişkimizi kökten değiştiriyor. Kendimizi iletişim ve enformasyon sarhoşluğuna kaptırmış durumdayız.

Teknolojinin insanları yönlendirerek tutsak alması ve kontrol etmesi tehlikesi, bilimkurgu türünün çok daha derinlemesine ele aldığı bir konu. Bundan insanın etkilenmemesi mümkün değil. Teknolojinin ilerlemesiyle elde edilen başarılar bazı bilim insanlarını, bilimin bilgiye ve anlamaya götüren yegâne yol olduğu tarzında muzaffer bir eda benimsemeye götürmüştür. Bilimin değerli olmasına karşın, tehdit, tehlike ve sınırlarının bulunduğu birçok düşünce ve bilim insanı tarafından ifade edilmesinin ardından Batı dünyası bu gerçeği geç de olsa fark etti ama kulakları hakikate hâlâ tıkalı. Çünkü kâinat üzerindeki maddi egemenliğinden, insanlar üzerindeki siyasî, iktisadî, kültürel iktidarından, zorbalık, tehdit ve baskıdan vazgeçmeye niyeti yok. Sezai Karakoç’un yerinde öngörüsüyle, “İnsanlık [bugün] batıyı içiyor. Fakat bu içiş onu şifaya götürmüyor. Hatta yavaş yavaş zehirliyor onu. Mitolojideki Pandora’nın Kutusu13 gibi. Pandora’nın Kutusu şimdiye kadar Batı’ya açık, dünyaya kapalıydı. Ama şimdi artık bütün dünyaya açılıyor. Ruhun yılanları, çıyanları, akrepleri bütün dünyaya tekniğin kanalından son hızla yayılıyor... Rönesansçı Batı dünyası kendine özgü yemişi verdi. Pozitif biliminin -bir bakıma- ‘kara yemişi’ olan teknik... Tekniğin, insan ilişkileri ve bilimleriyle orantısız bir güç düzeyine erişi, insanın dünya ve zaman içindeki konumunu yeniden absürditenin pürtük yüzüyle karşılaştırmış, onu, varoluşunu yeni ve güvenli bir anlama kavuşturma ‘tasa’sıyla sarsmıştır.”14

Hayatımızın birçok evresinde maddi çerçevesini oluşturan bir unsur olarak teknoloji kötü bir şey değildir. Hayattan beklentiniz belliyse teknolojinin o şeyi elde etmenize yardımı dokunur. Ama hayattan ne beklediğinizi bilmiyorsanız, teknolojinin amaçlarınızı şekillendirmesi ve hayatınızın kontrolünü ele geçirmesi çok kolaydır. İsmet Özel, “Tekniğin Çarkına Kapılmak” başlıklı yazısında tam da bize bu denge durumunu hatırlatıyor: “Tekniğe kendi anlamını kavramadan yanaşmak, onun tuzağına düşmek demektir. Yani teknik, teknoloji sanıldığı kadar masum değildir. Siz onu kişiliksiz görüp gönüllü olarak çarkına kapıldınız mı varacağınız nokta pek iç açıcı olmayacaktır. Bırakınız, şimdi sahip olduğu özelliklerle İslami topluma hizmet etmesi, o kendi mantığını kabul eden küfür düzenine de huzur getirmekten uzaktır.”15

Batı Medeniyeti İflas Etmiştir

Batı’nın dünyayı fethetmek anlayışı tabiatı zaptetmek edasıyla birleşince Batı ilahi boyuttan uzaklaştı. Aşkınlık boyutundan uzaklaşan bilim ve tekniğin “insanı” her şeyin ölçüsü oldu. İnsanın “her şeyin ölçüsü olduğu” fikrinin pratik neticesi, orman kanunlarıdır.

Kendisiyle birlikte bütün dünya bilgeliğini ve medeniyetini batıran Batı’nın savrulmalarına ve sapmalarına kendimizi bırakıverirsek Batı bizi gezegen çapında bir intihara sürükleyecektir. İnsanlık destanının üç milyon yılından bu yana, ilk defa, yeryüzündeki bütün hayat izlerini yok etmek, bundan böyle teknik açıdan hiç de zor değildir!

Ne acıdır ki bu teknik açıya, hayret edilecek bir şekilde “ilerleme, medeniyet” deniyor. Ve emperyalist güçler arasındaki şu dehşet terör dengesine de çok daha garip bir şekilde “barış” adı veriliyor. Batı’nın tek başına bütün dünyadaki bu beş yüz yıllık hegemonyasının sonunda, işte gezegenimizin hali! Yeryüzünün bundan daha feci, daha berbat yönetilebileceği hayal dahi edilemez.

Batı’nın Rönesans adını verdiği şeyden yani 16. yüzyılda Avrupa'da kapitalizmin ve sömürgeciliğin eş zamanlı doğuşundan itibaren yürüttüğü bu politikanın asıl sebebi, mutlak değerlere olan inancın tamamen terk edilmesidir. Bir topluluk mutlak değerleri artık kabul etmeyip de reddettiği andan itibaren geriye büyüme hırsının yol açtığı çatışmalardan başka bir şey kalmaz! Herkesin herkese karşı savaşıdır bu! İşte Batı şu an bu durumdadır. O yüzden, gerçek bir geleceğin inşası, eşref-i mahlûkat olan insanın Batılı olmayan medeniyetlerce geliştirilmiş bütün boyutlarının yeniden keşfedilmesini gerektirir. Bu bağlamda, yüzyılımızın İslam’dan öğrenmesi gereken çok şey var.

İslam’ın Cevabı Nasıl Olmalı?

Kur’an bize amaçlar ve değişmez ebedî yol gösterici ilkeler vazeder. “Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah'ındır. Bütün işler ancak Allah'a döndürülür.” (Âl-i İmran, 3/109) Yeryüzünün halifesi olan insan da bu mülkü Allah yolunda yönetmekten sorumludur. Tek sahibin Allah, tek hükmedenin Allah ve tek bilenin Allah olduğu ilkesi, insandaki, Allah’ın mutlak kudret ve bilgisini gasp etmeye varan firavunî iddiayı veya ilk sebeplerin ve nihai neticelerin bilgisine ermiş, mutlak ve mükemmel bir ilme sahip olma kuruntusunu kökten reddeder. Bizler bunun için geçmişteki Müslüman bilim öncülerinin ruhunu günümüzde, bilimleri geliştirmek için yeniden canlandırmaya mecburuz. İşte ancak o zaman bilimler, insanların imha edilmesine değil, insanın Allah yolunda olgunlaşıp gelişerek yürümesine hizmet eder.

Öyle bir inanç ki hem bizi akıl ve muhakememizin bir sınırı olduğu bilincine erdirir hem de karşımıza sınırsız bir akl-ı selim olarak çıkar. Böyle bir bilim ve teknoloji anlayışı, yeryüzünde ve yeraltında, okyanuslarda ve milyonlarca yıldır hayatın ve insanlığın yayılmasını sağlamış olan şeyin, teknoloji adıyla vaftiz edilmiş yeni bir barbarlıkla yok edilmesini ve bizi gezegenimiz çapında bir intihara sürüklemesini elbette engelleyecektir.


1- Roger Garaudy, Medeniyetler Diyaloğu, çev. Cemal Aydın, TEDEV Yayınları, İstanbul, 2012, s. 81

2- Roger Garaudy, İslam’ın Vadettikleri, çev. Cemal Aydın, TEDEV Yayınları, İstanbul, 2016, s. 17, 22

3- Roger Garaudy, Batı Terörü, çev. Ayşe Meral, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007 s. 60

4- Roger Garaudy, 20. Yüzyılın Biyografisi, çev. Cemal Aydın, TEDEV Yayınları, s. 43

5- Rene Guenon, Modern Dünyanın Bunalımı, çev. Mahmut Kanık, İnsan Yayınları, İstanbul, 2017, s. 176-177

6- Rene Guenon, Doğu ve Batı, çev. Fahrettin Arslan, Hece Yayınları, Ankara, 2004, s. 19

7- Karl Raımund Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, çev. İlknur Aka, YKY, İstanbul, 2020, s. 229

8- Abdülvahab M. el-Messiri, Kalemin Dansı, Göstergenin Oyunu, çev. Hatice Nuriler, Mahya Yayıncılık, İstanbul, 2021, s. 11, 19

9- Martin Esslin, TV Beyaz Camın Arkası, çev. Murat Çiftkaya, Pınar Yayınları, İstanbul, 1991, s. 9

10- Byung-Chul Han, Enfokrasi, çev. Mustafa Özdemir, Ketebe Yayınları, İstanbul, 2022, s. 21, 60

11- Byung-Chul Han, Kapitalizm ve Ölüm Dürtüsü, çev. Çağlar Tanyeri, İnka Kitap, İstanbul, 2021, s. 39

12- Byung-Chul Han, Ritüellerin Yok Oluşuna Dair, çev. Çağlar Tanyeri, İnka Kitap, İstanbul, 2022, s. 93

13- Antik Yunan efsanelerinde geçen ve içinde kötülüklerin bulunduğuna inanılan sihirli kutu.

14- Sezai Karakoç, İnsanlığın Dirilişi, Diriliş Yayınları, İstanbul, 2020, s. 20, 80, 155

15- İsmet Özel, Üç Mesele, Şule Yayınları, İstanbul, 2006, s. 151