İstanbul Üniversitesinde uygulamaya konulan ve ardından Ankara'ya da taşınan başörtüsü yasağına karşı müslüman öğrencilerin başlattığı direniş sürüyor. Hiç şüphesiz, Türkiyeli müslümanların zulme karşı mücadele çizgisini geliştirme yönünde atılmış önemli bir adım olarak, bu direniş tarihe kaydedilecek. Bu sadece eylemin kitleselliği ve sürekliliği açısından ortaya konulmuş bir tespit değil. Asıl önemli olan eylemin içeriği ve mesajı.
Zulme karşı çıkarken sahip olunan perspektif ve taleplerin gündeme getiriliş biçimi başörtüsü direnişini bir İslami kimlik mücadelesi olarak çevreliyor. Bu haliyle başörtüsü direnişi ne idüğü belirsiz bir mazlumiyet göstergesi, ya da düzen hukuku çerçevesinde bir hak dilenciliği olmaktan çıkıp, ilkeli ve bütüncül İslami mücadelenin bir parçasını, bir unsurunu teşkil ediyor. Sürdürülen eylemlilik egemenlerin ya da egemenler nezdinde etkili olabilecek bazı çevrelerin onayını, desteğini sağlamak çabasını değil, Rabbimizin rızasını kazanmaya yönelik bir ibadet olma özelliğini içeriyor.
Beyazıt merkez binanın önünde haftalardır halka açık bir ders işleniyor. En somut, en yalın örneklerin sunulduğu bu derslerde düzen en acık bir biçimde tanıtılıyor. Israrla sürdürdükleri eylemleriyle başörtülü öğrenciler, içinde yaşadığımız sistemin baskıcı ve işkenceci niteliğini gözler önüne seriyorlar. Ve bunu yaparken bir hususun altını da net olarak çiziyorlar: Sorun üniversite kimliği değil, İslami kimlik sorunudur ve mücadelenin hedefi de İslami kimlik olmalıdır!
Sorunun asıl nirengi noktası bu iken, kimi çevrelerin konuyu bu perspektiften algılamakta zorluk çektiklerini görüyoruz. Bu çevrelerin konuya tutarlı ve bütüncül bir perspektiften uzak yaklaşımları bir zaaf oluşturuyor. Özellikle eyleme destek verme amacıyla yayın yapan İslami nitelikli basının bir bölümü ve eyleme katkı sağlamak için direnen öğrencileri ziyarete gelen kişi ve kuruluşların birçoğunun konuyu İslami mücadele bütünlüğü içinde ele alma basiretine sahip olmadıkları ortada. Kimisi ideolojik tutarsızlık ve bulanıklıkları yüzünden, kimisi de pragmatist birtakım hesaplarla konuyu eğitim hakkının gaspı ya da hukuk ihlali ve benzeri bazı dar alanlara hapseden bir tutum içerisine girmekteler. Bu arada "demokrasi", "insan hakları", "anayasamız", "bir bütün olan milletimizin bölünmemesi gerektiği", "isteyenin istediği gibi giyinebilme özgürlüğü" vb. söylemler hiçbir kritiğe tabi tutulmadan serbestçe kullanılıyor.
Bir kısmının politik çıkar hesapları gözettiği ya da konuya bir nevi reklam malzemesi olarak yaklaştığı bilinmekle beraber eyleme destek veren çevrelerin büyük bir bölümünün samimi oldukları inkar edilmez bir gerçek. Zaten müslüman öğrencilerle dayanışma amacıyla ya da iddiasıyla hareket eden insanları ya da kuruluşları dışlamak doğru bir davranış da olmaz. Ama destek vermek için ziyaret ettikleri öğrencilerden mutlaka bir şeyler öğrenmeleri gerektiğini bu kişi ve çevrelerin de artık anlamaları lazım. Beyazıt Meydanı'na gelip biraz kızgın, biraz da acıklı bir ses tonuyla hak-hukuk sözlerini arka arkaya tekrarlayan birçoklarının literatüründe hâlâ direnen öğrencilerin tanımı "başörtüsü mağduru" olarak sınırlandırılmaktadır. Halbuki direnerek kimliklerine sahip çıkan, direnerek özgürlüklerini koruyan bu insanları sadece "başörtüsü mağduru" gibi acziyet ifade eden sıfatlarla tanımlamak bir saygısızlık, en azından bir haksızlık olsa gerek!
Başörtüsü direnişi az sayıda duyarlı öğrencinin harekete geçmesiyle başladı ve kararlı bir tutumla sürdürülüyor. Direnişin kitleselleşmesine ve farklı çevrelerin katılımına bağlı olarak zaman zaman görüntünün bulanıklaşması vakıası ile karşılaşılmakla beraber, temelde eylemin içeriği ve yönünün korunduğu görülüyor. "Başörtümüz kimliğimizdir!", "Başörtüsü onurumuz, koruyacağız!" diyen müslüman öğrenciler maruz kaldıkları zulmü gidermek için zalimlerin insafına sığınmıyorlar asla. Düzenin bu ve diğer tüm zulümlerine karşı ancak İslami bir direniş çizgisinin yaygınlaştırılmasıyla kurtuluşa erebileceğimizi haykırıyorlar.
Bu mesaj önemli! Biz tevhide inanan bir topluluğuz. Tevhid inancı bize bütüncül olmayı, şirke karşı uyanık olmayı öğretiyor. Karşılaştığımız zulümlere karşı topyekün bir mücadele perspektifi geliştirmeyi öğretiyor. Biz müslüman olduğumuz için zulüm görüyoruz. Zalimler de Allah'ın dinine savaş açtıkları için baskı ve şiddete başvuruyorlar. Öyleyse hattımızı, hareketimizi, çağrımızı doğru tespit edelim. Başörtüsü zulmü gerçekten son derece ilkel ve saldırgan bir kafa yapısının ürünü olmakla birlikte, müşrik düzenin zulümlerinden sadece birisi, ne ilk ne de son...
Bu yüzden zulme karşı direnişimizi genel İslami mücadelemize tabi kılmalıyız. Tepkiler karşısında egemenler yasakçılıktan vazgeçip müslüman öğrencilerin haklarını tanıdıklarında onlara müteşekkir mi olacağız? Elbette hayır! Bu sadece bizim zalimler karşısında daha çok bilenmemizi getirecek. Bu baskıcı sistemde müslümanca yaşamanın tek yolunun direnmek olduğuna dair inancımızı daha bir pekiştirip güçlendirecek. Allah'ın izniyle zalimlere geri adım attırıp, başörtülü eğitim görme yasağını aştığımızda bu adım İslami mücadelenin bir kazanımı olacaktır. Direndikçe kazanacağız!