Başörtüsü Krizi: Semboller Savaşı Kimlikler Savaşından Bağımsız mı?

Haksöz

Yaşadığımız ülkede kurulu düzenin temellerini, işleyişini, güç odaklarını teorik olarak yıllarca anlatsanız, üzerinde akademik araştırmalar yapsanız da insanlara anlatamadığınız gerçekleri, bazı somut olaylar net bir şekilde ortaya çıkarıyor.

Ülkenin siyasi, ekonomik birçok ciddi sorunu varken, hepsinin unutulup rejim elden gidiyor paranoyası ile Merve Kavakçı'nın mecliste yemin etme girişimine karşı başlatılan siyasi linç, sistemin öncelikli sorununu göstermesi açısından önemlidir. Zaten irtica yaygarası ile gitgide elimizden alınan hak ve özgürlüklerimiz M. Kavakçı'nın şahsında bir kez daha baltalanmıştır.

Gerginliği Kim Yarattı?

2 Mayıs 1999 Pazar günü başörtülü olarak milletvekili seçilen M. Kavakçı'nın meclise yemin etmek üzere gelmesi ile oluşturulan gerginliğin yankıları halen sürüyor. Ecevit'in daha önceden hazırlamış olduğu bir metinle, henüz milletvekili yemini etmeden kürsüyü gaspederek militanca yaptığı konuşmada, burasının (yani TBMM'nin) devletin meclisi olduğunu, bu yerin devlete meydan okunacak yer olmadığını ve bu hanıma haddinin bildirilmesi gerektiğini söyledi. DSP'liler elleri patlayıncaya kadar tuttukları alkışlarla "dışarı dışarı" diye bağırıyorlardı. Aslında istenen başörtüsünün bu ülkemiz her gerçeği olduğunun inkar edilmesiydi. Millet iradesi dedikleri şey de yalnızca meclis duvarlarında asılı katmalıydı.

Bütün Türkiye'nin ayrıntılarıyla bildiği bu olay sonrasında, medyada ve kendini İslam'a nisbet eden bazı kesimlerde M. Kavakçı'nın gerginlik yarattığı ve bir türban krizi oluşturduğu söyleniyordu. Aslında rejim Kur'an kurslarını, İmam Hatip liselerini kapatarak başörtülülerin kazandıkları eğitim haklarını engelleyerek gerginliği çok önceden oluşturmuştu, M. Kavakçı'nın tavrı ise gerginlik oluştuktan sonra ortaya çıkmış tabii bir durumdu.

Bu gergin ortam 2 Mayıs'tan çok önce iki başörtülü milletvekilinin meclise başörtülü girme ihtimali göz önünde tutularak oluşturulmuştu. Meclis başkanı Septioğlu gazeteciler ve program yapıcılar tarafından sıkıştırılıyor ve üzerinde baskı oluşturulmaya çalışılıyordu. Nesrin Ünal'da sık sık "açacak mısınız" sorusuna maruz kalıyor ve sonunda karar verdiriliyordu, "yasalar töredir, törelere uyulur" diyen genel başkanınca. Ve N. Ünal milletvekili yeminini ederken metindeki insan hakları kavramını vurgulayarak okudu. Bu vurgulayıcı okuyuş başörtüsünü çıkardıktan sonra ne ifade edebilir? Neticede Ünal başı açık yemininden sonra alkış tufanı ile ödüllendirildi.

Gerginliğe Demirel'in Katkısı

Henüz yemin töreni bitmeden Demirel'in TRT 1 de yaptığı konuşma askerlerin sözcülüğünden başka birşey değildi. Demirel konuşmasında türbanın köktenciliğin bir sembolü ve Merve Kavakçı'nın bu hareketin temsilcisi bir provakatör olduğunu ve bunun devam edeceğini vurgulamayı da unutmadı. Demirel'in saptırıcı ve kışkırtıcı sözleri 75 yıllık devlet geleneğinin bir tekrarıydı. "Devlet cephesinden değişen bir şey yok".

Savaş ve Yüksel Devrede

Sistemin yılmaz koruyucuları olay üzerine hemen açıklamalarda bulundular. Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş üzerine düşen herşeyi yapacağını söyledi. Aslında bu açıklama gereksizdi çünkü herkes Savaş'ın görevini çok iyi yaptığı konusunda en ufak şüphe duymuyordu. DGM savcısı Nuh Mete Yüksel ise soruşturma başlatarak hızla görevini ifa etti.

Medya Linç Girişiminde

Medya, bu olayın hemen ardından linç girişimini başlattı. Evrensel ahlak anlayışı ve insaf açısından hiçbir ölçü tanımayan medya, kullandığı başlıklarla ve yazdığı köşe yazılarıyla Kavakçı'nın şahsında insan hak ve özgürlüklerine, İslami değerlere kin kustu. "'Fadime Şahin'den Merve Kavakçı'ya öğütler" başlığını taşıyan haberlerle tesettürlü yılan vb karikatürlerle de iyice iğrençleştiler.

Medyanın tavrıyla ilgili bir örneği, seviyelerini ortaya koyması açısından alıntılıyoruz. Savaşan Şahinler: Onlar ak güvercinli partinin savaşan şahinleri. Onlar on iki kişi. Yemin töreninde türbanlı M. Kavakçı'ya karşı sayısız sorti gerçekleştirdiler. Avuçları kızarana kadar alkışladılar. "Dışarı... dışarı" diye tempo tuttular. Sonunda zafer kazandılar. (Star, 4.05.1999)

Birkaç gün sonra medya, adet olduğu üzere Kavakçı'nın dış bağlantılarını soruşturmaya başladı. Zira böyle buyurmuştu cumhurbaşkanı. Ve bulundu(!) Filistin İslam Birliği (IAP)ndeki konuşma ve birliğin Hamas ile ilişkisi. Medya gaspedilen topraklarını almak üzere İsrail ile savaşan Hamas örgütü ile IAP arasındaki ilişkiden dolayı da Kavakçı terörist sayılıyordu.

M. Kavakçı'ya yapılanları eleştiren iki yazarının yazılarını Zaman Gazetesi gerginlik yaratmamak(!) için yayınlamadı. Ortadoğu ve Türkiye Gazeteleri ise diğer medya ile zaten aynı türküyü söylüyorlardı.

Gülay Göktürk, Perihan Mağden gibi bazı yazarlar başından beri olanların karşısındaydı. Perihan Mağden bir yazısında olaya farklı yaklaşımından dolayı kendisini Vural Savaş'ın aradığını ve halkı doğru yönlendirmesini rica ettiğini aynı zamanda başörtüsü yasağı ile ilgili kendisine birçok doküman faksladığını yazdı. Gülay Göktürk ise bir yazısında şöyle diyordu: "Başını alıp gitmek. Yakılmak üzere bağlandığımız çarmıhtan. O çarmıhın altındaki odunlar ateşe verilmeden bağlarını kopartıp çekip gitmek. O çarmıhın çevresinde halka olmuş çığlıklar atan bağnazlar güruhunun hevesini kursağında bırakıp çekip gitmek (7 Mayıs 1999)

Ve neticede çifte vatandaşlık haberlerinden sonra Merve Kavakçı. Bakanlar Kurulu kararıyla hiçbir bürokratik engele takılmadan hızlı bir şekilde TC vatandaşlığından çıkarıldı.

Kurt Girdi, Kuzu Çıktı

Özellikle başörtüsü konusunda milliyetçi-muhafazakar kesimlerin umudu gözüken MHP, kendisine bağlanan bu umudun ne kadar boş olduğunu gösterdi. MHP protokol üzerinde başörtüsüyle ilgili hiçbir maddeye yer vermedi.

Seçim meydanlarının fatihi olan Tansu Çiller'e gelince, o da dindarların teminatı olmaktan çabuk çarketti. Mesut Yılmaz ise halkın değerlerine savaş açmaktan ağzı yanmıştı ama seçimlere kadar komutanların ferahlatan sakızını çiğnemeye karar verdi. Böylelikle tüm partiler her zaman olduğu gibi seçim öncesi maskelerini çıkarıp gerçek kimliklerine büründüler.

Atatürkçü Çağdaş Kadınlar Rahatsız

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Merve Kavakçı olayı üzerine İstanbul Basın Müzesinde bir basın toplantısı düzenledi. Burada kadınlar gözyaşları içinde "Türkiye laiktir, laik kalacak" sloganını attılar. Kadın Araştırmaları Derneği Başkanı ise Kavakçı'yı Cumhuriyet kadının yüzkarası, zavallı olarak niteledi. Halbuki bu derneğin amacı parti farkı gözetmeden daha çok kadının siyasette yer almasını sağlamaktı. Atatürkçü Düşünce Derneği de olayı şikayet etmek üzere yanlarına bir grup İlkokul öğrencisi alarak Anıtkabir'i tavafa gittiler.

Merve Kavakçı'ya Destek Tüm bu karalama kampanyasına rağmen halkın çoğunluğu Kavakçı'nın arkasında oldu. Aslında yapılan zulüm mezkur şahsa değil, İslami değerlerimize idi. Yani bu olay şahıs ve parti meselesinin tamamen üzerinde, bütün müslümanları ilgilendirir bir boyutta yaşanmıştı. Ancak bizim, direnişini sonuna kadar sürdürmesini talep eden desteğimiz, yapılan yanlışları görmemizi engellememeliydi. Merve Kavakçı kendini ifade ederken ve savunmasını yaparken, kendisine düşman olan bir zihniyetin kavramlarını sığınmacı ve faydacı bir mantık örgüsü ile kullanmaktaydı. Ancak bu tarz kimlik gizleyici söylemlerin şu ana kadar işe yaramadığı görülmüş olmalıydı. Tabii bu tavır Kavakçı'nın sadece şahsıyla sınırlı kalmayıp, Türkiye'deki hakim anlayışı yansıtmaktadır.

Bilindiği gibi Kavakçı'ya birçok ülkedeki müslüman gruplardan destek geldi. Bu desteği veren ülkelerden biri de İran halkı olmuştur. Gazetelerde "Kara Destek" olarak verilen bu olayı. el-Vasat dergisi Merve Kavakçı'ya sormuş o da şu cevabı vermişti: "İran'da başlar zorla örtülmektedir ve özgürlükler kısıtlanmaktadır. Böyle bir ülkenin başörtüsü konusunda benim üzerimden Türkiye'ye karşı tavır alma ve propaganda yapma hakkı bulunmamaktadır. İran'dan gelen destek beni ilgilendirmiyor." (25 Mayıs 1999, Sağduyu)

Oldukça şuursuz ve insafsız olan bu cevap, Kavakçı'nın lAP'de yaptığı konuşmada İslam ümmeti üzerine yaptığı vurgu ile çelişmektedir. Elbette İran'da eleştirilecek uygulamalar bulunmaktadır. Ancak Kavakçı'nın cevabı sistemin İran'a bakışıyla özdeşleşmektedir. Amerika'dan, Almanya'dan ve diğer ülkelerden gelen destek demokrasi adına ön plana çıkartılırken, küçük öğrenci grubunun biraraya gelerek İran'da yaptığı desteğin bu şekilde değerlendirilmesi, bilinç zayıflığının ve çoraklığının bir göstergesidir.

Öte yandan FP-RP çizgisinin bu olayda -en azından- hukuki zemini ve söylemi layıkıyla kullanabildiğini söylemek de imkansız görünmektedir. "Kendisi bilir" yaklaşımı ise kaçak dövüşmenin bir ifadesi olarak görülmeli. RP-FP çizgisinin bu konudaki tavrı, her zaman olduğu gibi, "tamam üzerimize düşen payı aldık" şeklinde tezahür etmektedir ki, geçtiğimiz günlerde yapılan "muhalefet stratejisi" programında başörtüsünün kendisine yer bulmakta güçlük çekmesi de, güvenilir olmayan bir siyasetin bu döneme de yansıyacağının göstergesidir. Malatya'daki "başörtü'ye özgürlük" mitinglerinin ardından, burada yaşanan zulümlerin FP'nin gündeminde yer almaması da, bu tespitleri doğrulayan bir gelişmedir.

Sonuçta tek bir olay gibi gözüken Merve Kavakçı hadisesi, sistemin İslam düşmanlığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Bize düşen görev ise bulunduğumuz her alanda Allah'ın dinini yüceltmek sabırla-sebatla ama hakarete-boykota, baskılara boyun eğmeden Rabbimize verdiğimiz şahitlik sözünün arkasında durmaktır.