Yıllardır süregelen başörtüsü yasağı 4 Ekim Pazartesi günü Beyazıt'ta İstanbul Üniversitesi (İÜ) Merkez Kampüsü önünde gerçekleştirilen eylemle protesto edildi. Eylemde üniversiteden atılan veya okulunu bırakmak durumunda kalan başörtülü eski öğrencilerden başörtülerinden dolayı üniversite sınavına alınmayan kızlara, İHL öğrencilerinden direnişe omuz veren erkeklere kadar kalabalık bir topluluk İÜ giriş kapısında toplandı. Ellerinde "YÖK Kışlasına Hayır, Başörtüsüne Özgürlük!", "Başörtüsü: Onurum ve Kimliğim; Onurum ve Kimliğimle Yaşayacağım!", "Başörtüsü: Kur'an'ın Emri, Müslüman Kadının Kimliğidir!", "Darbe Süreci ya da AB Süreci – Sonuç Aynı: Başörtüsü Yasak!" dövizlerini taşıyan topluluk sık sık "Yaşasın Başörtüsü Direnişimiz!", "Ne Hükümet Ne AB; Özgürlük Ellerimizde!" "Cuntaya Hayır, Eğitime Özgürlük!", "Uyan, Diren, Özgürleş!", "Başörtüsü Onurumuz, Koruyacağız!" sloganlarını atarak tekbir getirdi.
Eylemde bir konuşma yapan başörtüsü mağduru / direnişçisi ve Özgür-Der Yönetim Kurulu üyesi Gülsüm Peker Alpay, Türkiye üniversitelerinde devam etmekte olan başörtüsü yasağı ile ilgili şunları söyledi: "Hak ederek geldikleri okullarda on binlerce insanın hakkını gasp eden sistem, yasağı sürdürerek eğitim-öğrenimi engellemeye devam ediyor. Başbakan, 'başörtüsü sorununu toplumsal konsensüsle çözeceğiz' diyor. Başbakan Erdoğan: 'işkenceye sıfır tolerans' diyor ve 'Türkiye'de sistematik işkence kalmamıştır' iddiasında bulunuyor. Peki başörtüsü zulmü sistematik bir işkence değil midir? İşkence sadece insan bedenine yapılan eziyet değildir. Başörtülü Müslüman kadınların kişilik ve kimliklerine, insani ve İslami tercihlerine yapılan engellemelerin de birer işkence olduğu unutulmamalıdır."
Daha sonra başörtüsünden dolayı sınava alınmayan İHL mezunu Sevde Atiker, eyleme destek veren kurumlar adına hazırlanan basın açıklaması metnini okudu. Ak-der, Anadolu Gençlik Dergisi, Başörtüsüne Özgürlük Girişimi, Hukukçular Derneği, İHH, Mazlumder, Özgür-Der ve Tiyemder imzalı basın açıklamasında şu ifadeler yer aldı:
"Yıllardır anlamsız bir yasakla cedelleşiyoruz. Hükümetler gelip hükümetler gidiyor ancak başörtüsü yasağı aşılamaz bir tabuymuş gibi olduğu yerde duruyor. Ne partilerin oy avcılığı için başörtüsü yasağını kullanmaları ne de sorunu çözme istekleri sonucu değiştirmiyor. Darbe süreçlerinde de AB kapısında da Rabbimizin bir emri yasak.
Hem 28 Şubat post modern askeri darbe süreci, hem de sözde demokratik hukuk devleti olma yolundaki AB süreci başörtüsünün bir hak olmadığına dair paralel bir tavır sergiliyor.
12 Eylül darbesinin üniversitelerdeki uzantısı YÖK'e İhsan Doğramacı veya Kemal Gürüz'ün başkan olmasıyla Erdoğan Teziç'in başkan olması arasındaki en önemli ortak nokta, "başörtüsü düşmanlığı" olmaktadır.
Aynı yasak süreci bugün önünde basın açıklaması yaptığımız İstanbul Üniversitesi için de geçerli. Yolsuzluk ve yasakçı uygulamalarla yükseltilen rektörlük sancağına bir de bilim hırsızlığı suçunu ekleyen Kemal Alemdaroğlu'nun selefleriyle ortaklaştığı en önemli konu başörtüsü yasağı olmuştur.
Resmi, yarı resmi kurumlar tarafından İslami kimliğimizin gereği olan başörtümüz bilfiil engelleniyor. Kamusal alan dayatması ile başörtümüze ve İslam inancımızın aleyhine doğrudan ve sistemli bir kampanya başlatılmıştır. Bunun neticesinde on binlerce insan iş ve okul imkanlarının yanı sıra birçok yaşamsal alandan tasfiye edilmiştir.
Bugün başörtüsü yasağını dile getirmek bile neredeyse suç olmuştur. Fakat yeni TCK dahil her ne türden olursa olsun yasakçı zihniyeti destekleyen argümanlara karşı İslam inancımızın bir parçası olan başörtüsü için mücadele edeceğiz. Başörtümüz İslam'a olan bağlılığımızın bir sembolüdür. Bu sebeple Anayasa Mahkemesi veya AB kriterleri tarafından görmezden gelinebilecek, yok sayılabilecek bir hak değildir.
Başörtülü öğrenim ve çalışma hakkının önündeki engeller direncimizi kıramayacak. Kamusal alan adındaki korkulu rüya ülkenin bütün topraklarına kara bulutlar misali çökmüş olsa da başörtümüze sahip çıkma mücadelemiz asla engellenemez.
Başörtüsünü yasaklama çabaları olanca şiddetiyle devam ederken TBMM'deki çoğunluğuna rağmen Ak Parti Hükümeti eli kolu bağlı oturamaz. Başörtülü öğrenim ve çalışma hakkının önündeki yasakların kaldırılması sorumluluğu Ak Parti Hükümeti'nin omuzlarındadır. Bu sorumluluğu halka ve STK'ların omuzlarına bırakıp bir kenara çekilme lüksü Ak Parti Hükümeti için düşünülemez bile. Verilen sözler yerine getirilmemiştir. Beklentiler halen devam etmektedir.
İnsan olmak, insanca yaşamak için karnını doyurabiliyor olmak yeterli değildir. İnsan ancak aklın ve vicdanın hürriyetine kavuşmasıyla, ifade ve yaşama özgürlüğünün önündeki tüm engellerin kalkmasıyla insan olmanın tadına varabilir.
Başörtümüz özgürleşmedikçe ne aşımız lezzetli, ne de işimiz bereketli olacaktır. Önce aş, önce iş söylemi özgürlük ve temel haklar mücadelesinden kaçmanın, sıyrılmanın bahanesi olamaz."