Middle East Report'un editörü ve Reed Kolieji'nde Antropoloji öğretmeni
Devlet okullarında (ilköğretim ve liselerde) başörtüsü, kippa ve büyük haç gibi dini simgelerin yasaklanması amacıyla hazırlanan yasa teklifinin öncelikle Müslüman kadın ve kızların giydiği hicabı hedeflediği açıkça görülmektedir. Bu konu 1989'dan bu yana tartışılmaktaydı.
Kanun ve Laiklik
Kanun resmi olarak Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın 17 Aralık 2003 konuşmasıyla teklif edildi ve 5 Ocak 2004'te Eğitim Bakanlığı tarafından anayasal değişiklik yapılması için sunuldu. Bu kanun daha önce kurulan iki komisyonun araştırmalarının bir sonucuydu. Birinci komisyonun başkanı Jean-Louis Debrey'di. Diğer komisyonun başında ise göç uzmanı ve eski bakan Bernard Stasi vardı. Her iki komisyon da devlet laikliğinin Fransa'daki durumunu gözden geçirmekle görevlendirilmişti. Stasi komisyonunda 23 ilim adamı, hükümet yetkilileri ve din ve göç alanında çalışan profesyoneller vardı. Eski devrimci filozof Regi Debray, sosyolog Alain Touraine, İslam uzmanı Muhammed Arkun ve Gilles Kepel, göç konusunuda uzman Jacqueline Costa-Lascaux ve Patrick Weil bu komisyondaki isimlerden bazılarıydı. Komisyon 4 ay boyunca yaklaşık 1000 kamusal, 40 da özel olmak üzere çeşitli temsilcilerle görüşme yaptı. Bu temsilciler dini cemaatler, devlet görevlileri, sivil toplum kuruluşları, okullar ve üniversitelerden gelmişti. Ayrıca Fransa'daki ve Fransa dışındaki okullarda okuyan 200 kadar Fransız öğrenciyle de görüşme yapıldı.
Stasi komisyonu 77 sayfalık bir rapor yayınladı. Raporda geçmişte ve şu anda laikliğe karşı olan tehditler sıralandı ve 26 maddelik bir tedbirler listesi hazırlandı. Bu tedbirlerden amaçlananın inanç özgürlüğünü ve dini gruplar arasında yasal eşitliği sağlamak ve devletin dinlere karşı eşit mesafede olmasını temin etmek olduğu vurgulanıyordu. Bu tedbirlerden bazıları şunlardı: Yom Kippur ve Kurban Bayramı'nın resmi tatil olması, okullarda dini gerçeklerin yanında kölelik, sömürgeleştirme ve sömürgeleşmeden kurtulma, göç tarihi hakkında bilgilendirme yapmak, Arapça ve Türkçe gibi devlet dillerinin yanı sıra Berberice ve Kürtçe dillerinin öğretilmesi, şehir gettolarının iyileştirilmesi -ki bunlar laiklik karşıtı görüşlerin beslendiği yerler olarak tanımlanıyor-.
Stasi raporunun ve mevcut tartışmaların temelini oluşturan husus, İslamiyet'in Fransa'nın ikinci dini haline gelmesi ve şehir gettolarında -ki buralarda çoğunlukla göçmenler yaşamakta- cemaatçiliğin artması korkusu ve bunun geleceği tehdit etme endişesidir. Rapor laikliği ulusal birliğin köşe taşı, kişisel özgürlüğün teminatı, cumhuriyetçi sözleşmenin kurucu değeri ve en önemlisi de entegrasyonun mayası olarak belirtiyor. Raporun yazarlarına göre okullarda hicaba riayet edenler cemaatçiliğin temsilcileridirler. Dolayısıyla laikliği yani birlikte yaşama sözleşmesini tehdit etmekte ve Cumhuriyet'in bütünlüğüne zarar vermektedirler.
Simgelerin Yasaklanması
1905 kanunu Kilise'nin ve devletin eğitimden ayrılması gerektiğini söylüyor ve böylelikle öğrencilerin okullarda Katolik öğretmen ve idarecilerin dini telkinlerinden korunmasını temin ediyordu. 15 Mayıs 1937'de Halk Cephesi Eğitim Bakanı Jean Zag faşist grupların okulları etkilemesi korkusuyla siyasi ve dini propagandayı yasaklayan ve dini tebliği engelleyen bir genelge yayınladı. 1989'dan sonra ise sınıfta başörtülerini çıkarmayan 3 ilköğretim öğrencisinin okuldan atılmasıyla İslami köktenci grupların dini inanışlarını okullar vasıtasıyla yaymak istedikleri iddia edildi. Dolayısıyla yeni bir endişe uyandı. Bu endişe hemen yasal bir engellemeye dönüşmedi. Eğitim Bakanı Lionel Jospin öğrencilere dini farklılık içeren bir şeyle okula gelmemelerini söyledi. 1989'da konu Danıştay'a soruldu. Danıştay, başörtüsünün laiklikle çelişmediğini söyledi ve okuldan uzaklaştırmanın yalnızca eğitimi engelleyen bir durum varsa mümkün olacağını belirtti. Mahkeme başörtüsü takmanın dini bir davranış mı, yoksa siyasi bir tavır mı olduğuna bakılması gerektiğini belirtiyordu.
Durum böyle olunca başörtüsü meselesi, öğretmenlerin ve idarecilerin inisiyatifine bırakılıyordu. Her sene onlarca öğrenci disipline veriliyor yada uzaklaştırma cezası alıyordu. En son örnek Levy kardeşlerin okuldan uzaklaştırılmasıydı. (Kızların annesi Müslüman, babası ateist bir Yahudi idi.) Kız öğrenciler beden eğitimi yada biyoloji derslerine katılmayı reddettiklerinde Danıştay uzaklaştırmayı onaylıyor; eğer böyle bir şey olmazsa öğrencilerden yana tavır alıyordu. Mahkeme, problemin arabulucular vasıtasıyla çözülmesi ve öğrencilerin ikna edilmesi tezini öne sürüyordu. Kendi ifadesiyle laik bir Müslüman olan Hanife Şerifi bu arabuluculardan biriydi ve aynı zamanda Stasi komisyonunun da üyesiydi.
Başörtülü bayanlar konusu artan bir oranda medyanın ilgisini çekmeye başladı. Medya, bu öğrencileri bir taraftan Fransa Cumhuriyeti'ni yıkmaya çalışan İslami uyanışın öncüleri olarak gösterirken, diğer tarafta da bu öğrenciler, babalarının ve ağabeylerinin baskısıyla örtünen kurbanlar olarak resmediliyordu. Bununla amaçlanan bu kızların erkekler tarafından siyasi amaçla kullanıldığını ima etmekti. Le Monde gazetesi, 2004'ün ilk haftası boyunca "Başörtüsünün Tarihi" isimli bir dizi yayınladı. Medyaya paralel şekilde Fransalı Müslüman kadınların akademik çalışmaları ve hatıraları yayınlanmaya başlandı. Onlar İslamcılığın sosyal şartların bozulmasıyla yani işsizliğin, ırkçılığın ve okuldaki başarısızlığın artmasıyla ortaya çıktığını belirtiyorlardı. Müslüman göçmenler bu yüzden İslamcı oluyorlardı. Paris ve Lyon'daki 1995 bombalamaları ve bu bombalamaların Fransa doğumlu Müslümanlarla ilişkilendirilmesi, Fas kökenli Fransız vatandaşı Zekeriya Musavi'nin 11 Eylül saldırısının 20. hava korsanı olarak tutuklanması ve Guantanamo'da Kuzey Afrika kökenli Fransız vatandaşının bulunması, Fransız politika ve gazetelerini endişeye sevk etti.
Fransa'nın Terörle Savaşı
Fransa 1995 bombalamalarından sonra çok sıkı polisiye tedbirler aldı. Özellikle Kuzey Afrikalı gençlerden birçoğunu tutukladı ve pasaportsuz gençleri sınır dışı etti. Son yıllarda bu tedbirler daha da artırıldı. On binlerce polis ve jandarma Müslümanların yoğun yaşadığı yerleri denetlemek üzere görevlendirildi.
Bütün bu güvenlik tedbirlerinin yanı sıra, hükümet laik bir Fransız İslamı oluşturmaya ve bunu bir bütün olarak Fransalı Müslümanlara pazarlamaya çalıştı. 1989'da İçişleri Bakanı Pierre Joxe, İslam Çalışma Konseyi'ni oluşturdu. Konsey, 6 imamdan oluşuyordu. Konseyin amacı İslam'ı cumhuriyetçileştirerek seküler bir din haline getirmekti. Joex'ten sonra bakanlık yapan Charles Pasqua da bu süreci devam ettirdi. O Paris'teki Büyük Cami'nin Cezayirli rektörü Dalil Boubakeur'la çalıştı. Beraberce bir danışma konseyi kuracaklar ve böylelikle İslami ibadetlerin günlerini sabitleyecekler ve ibadetlerin kamusal uygulamalarını düzenleyeceklerdi. Pasqua ve Boubakeur'un çabalarına iki büyük İslami kuruluştan muhalefet geldi. Birinci kuruluş, Fransa Müslümanlarının Ulusal Federasyonu'ydu. Fas'la yakın ilişkileri vardı bu kuruluşun. İkinci kuruluş ise Fransa İslami Kuruluşlar Birliği'ydi. Bunun da Mısır İhvan-ı Müslimini ile tarihi bağlantıları olduğu tahmin ediliyor. Onlar 1995'te Büyük Cami'nin etkisine tepki olarak kendi yüksek konseylerini oluşturdular. Fransa Müslümanlarının Yüksek Konseyi adındaki bu oluşum bütün demokratik Müslümanların temsilcisi olacaktı. Bu tarz kurumların çokluğu ulusal İslami kuruluş sürecinin ölü doğmasına yol açtı.
11 Eylül saldırılarından sonra Sarkozy, İslam İnancı Fransız Konseyi'ni oluşturdu. Ocak 2003'te bir radyo konuşmasında bu konseyin resmi Fransa İslamı oluşturmada bir fırsat oluşturacağını ve fundamentalizme ve aşırılığa yol açan mağara İslamına karşı mücadele etmede bir tarz olacağını iddia etti. O böyle yaparak gayri resmi İslami kuruluşları Afganistan'da mağaralarda yaşayan el-Kaide savaşçılarıyla aynı kefeye koyduğunu ima ediyordu. Bu konsey Fransız Müslümanlar tarafından seçildi ve camilerin yaklaşık %80'i tarafından desteklendi. Sarkozy, konseyin seküler eğilimini garantilemek için Baubakeur'u başkanlığa atadı. Nisan 2003 seçimlerinde Ulusal Federasyon ve Fransa İslami Kuruluşlar Birliği, Büyük Cami'ye karşı zafer kazandı. Büyük Cami, 40 sandalyeden sadece 6'sını kazanabildi. Sarkozy, laikliğe aykırı görüş bildiren imamları azletmek ve camilerini kapatmakla tehdit etti.
Yeni Anti-Semitizm
Dini simge ve giysilere karşı teklif edilen kanun doğrudan bu çabaların üzerine bina edildi. Laiklik ilkesi adı altında uygulanacak olan bu kanun Fransız medyasında örtüye karşı alınmış bir karar olarak tartışıldı. Büyük haç takmak zaten Fransa'da çok yaygın olan bir davranış değil. Aynı şekilde Yahudi kippası da kamu okullarında takılmıyor. Zaten ortodoks Yahudi cemaati çocuklarını özel okullarda okutuyor. Katolik Kilisesi bu yasaya karşı tavır alırken Yahudi gruplar suskun kaldı.
Fransa'da son zamanlarda yeni bir Yahudi karşıtlığının Fransız Müslümanlar tarafından başlatıldığını Yahudi kuruluşlar dile getirmeye başladılar. Fransa'daki anti-semitik hareketlerin dini ve ırksal olarak aşırı sağcı Fransız gruplar tarafından gerçekleştirildiği bilinmektedir. İşin aslı budur. Nisan 2003'te Vanity Fair'de yayınlanan bir makalede Fransa'daki Kuzey Afrikalılar arasında anti-siyonist tavırların arttığı dolayısıyla Yahudi çocuklarına ve mallarına yapılan saldırıların bu yüzden olduğu ileri sürüldü. Fransız adli makamları ise Yahudilere karşı işlenen suçlarda 2003'te bir artış olmadığını belirttiler. Yahudiler Fransa hükümetini Filistin yanlısı olmakla suçladılar. Dolayısıyla bu saldırılarda hükümetin de payı olduğunu belirttiler.
Chirac, 2003 Kasımında Yahudi karşıtı hareketlerle mücadele etmek için özel bir komite oluşturulacağını, dünya Yahudiliği ile Fransa arasındaki ilişkileri iyileştirmek için yeni bir büyükelçilik makamı kurulacağını, Kuzey Afrikalılar arasındaki anti-semitizmi kırmak için eğitime özel bütçe ayrılacağını ilan etti. 1 ay sonra da bu yeni laiklik kanununu teklif etti.
Vatandaşlık ve Kutsal Devlet
Yeni kanun, öncekinden farklılık arz ediyor. Önceki kanun devletin dini tarafsızlığını ve dini özgünlüğü esas alıyordu. Yeni kanun açıkça cemaatçiliğe karşı savaş açıyor ve başörtüsünü kadınlar açısından bir eşitsizlik olarak görüyor. Stasi Raporu'nda başörtüsü, kadının ezilmişliğinin ve cemaatçiliğin bir simgesi olarak değerlendiriliyor. Dini özgürlük, laikliğin temeli olarak görülmesine rağmen ulusal birlik adına kurban edilmelidir. Stasi Raporu'nda belirtilen denklik ve teklif edilen kanun bir din olarak işlev görmektedir. Fransa'da devlet ve kilise birbirinden ayrılmamıştır. Devlet, cumhuriyetçi Fransa'nın kilisesi işlevi görmektedir başörtüsü meselesinde. Türban takan Sihlerin durumu Stasi Raporu'nda hiç gündeme gelmemiştir. Bunların sayısı yaklaşık 5000'dir. Ferry şayet okul yetkilileri bandana ve sakalı dini bir simge olarak değerlendirirlerse yasanın bunları da kapsayacağını belirtmiştir.
Garip Yatak Arkadaşları
Yasayı destekleyenlere bakacak olursak ilginç durumlarla karşı karşıya geliyoruz. Debray ve Touraine gibi solcu entelektüeller yasayı evrensel aydınlanma değerlerinin zirvesi olarak değerlendirdiler. Sarkozy'nin de aralarında bulunduğu kanun ve düzenden yana olan sağcılar da yasayı teröre karşı savaşta önemli bir silah olarak gördüler. Feminist Fadela Amana da yasayı destekleyenler arasında bulunuyor. Fadela Amana Fransız gettolarında yaşayan Kuzey Afrikalı kadınların hakları ve güvenliğiyle ilgilenen bir kuruluşun başkanı. Başörtüsünü sarı yıldızımız diye niteleyen Halide Mesudi de yasayı destekleyenler arasında. Fransız ve Kuzey Afrika'daki Berberiler de yasayı des-tekliyor. En ilginç olan husus ise kanunun Ulusal Cephe'nin lideri Jean Marie le Pen'in ideolojisiyle tam uygunluk göstermesidir. Le Pen yıllardan beri Müslümanların ya asimile edilmesini yada sınır dışı edilmesini savunmaktadır. Yasayı eleştirenlerin başında ise Fransa Öğretmen Birlikleri vardır. Onlar, yasanın Fransız Müslümanlarını tecrit edeceğini, dini ve etnik gruplar arasındaki ilişkileri bozacağını düşünmektedirler. Irkçılık karşıtı gruplar, şöyle bir ikilemle karşı karşıya geldiler: Laikliği mi destekleyecekler yoksa ayrımcılığı mı kınayacaklar? Hatta öyle oldu ki ırkçılık karşıtı hareketlerden SOS Irkçılık Grubunun kurucularından bir grup yasayı desteklediği için gruptan ayrıldı ve Halkların Kardeşliği ve Irkçılık Karşıtı Hareket grubuna katıldı. İslami kuruluşlar da benzer bir durumla karşı karşıya kaldılar. Boubakeur yasayı güçlü bir şekilde desteklerken Ulusal Federasyon yasaya dikkatli bir iyimserlikle yaklaştı. İslami Kuruluşlar Birliği ise yasaya muhalefet etti. Irkçılık karşıtı grupların ve Müslüman grupların yasaya muhalefet etmekteki çekingenliklerinin nedeni fundamentalizm ve Yahudi karşıtlığıyla suçlanma endişesi taşımalarıydı.
Chirac'ın açıklamasından sonra dünyanın her yerinde Fransa'da, Avrupa'da, Kuzey Amerika'da, Ortadoğu'da ve Güneydoğu Asya'da yasa tasarısı aleyhinde protestolar yapıldı. Uluslar arası protestolarda yasa ırkçı ve iki yüzlü olarak isimlendirildi. Londra, Gazze, Tahran ve diğer yerlerdeki imamlar, hicabın dini bir zorunluluk olduğunu belirttiler ve hicabı yasaklamaya yönelik her yasanın İslam'a doğrudan bir saldırı sayılacağını belirtiler. Ve Sarkozy bu iddialara cevap vermek için Mısır'daki el-Ezher Üniversitesi'ni ziyaret etti ve Şeyh Muhammed Seyyid Tantavi'den gerekli desteği aldı. Tantavi, gayri Müslim bir ülkede yaşayan Müslümanların o ülkenin yasalarına uymaları gerektiğini ifade etti. Buna karşın birçok din adamı -el-Ezher'dekiler de dahil-, Tantavi'nin bu tür konularda konuşma yetkisi olmadığını söyledi.
Üç Renkli Başörtüler
Fransalı Müslüman göstericiler yasayı Fransa devletinin insan haklarına ve vatandaşlık haklarına getirdiği anlayıştan dolayı eleştirdiler. 17 Ocak 2004'te 20 binden fazla gösterici -ki bunların büyük bir çoğunluğunu çeşitli şekillerde hicap kullanan Müslüman kadınlar oluşturuyordu- Paris, Lille, Marsilya ve diğer birçok yerde protesto gösterileri düzenledi. Onlar, başörtüsünün dini değil, evrensel bir hak olduğunu; başörtüsünü babaları yada kocalarından dolayı değil, kendi hür iradeleriyle taktıklarını belirten sloganlar attılar. Protestocu kadınlar, kendilerini kimlik olarak Müslüman ve Fransız vatandaşı olarak tanımlıyorlardı. Göstericiler, Fransa bayrakları taşıyorlar; üzerinde "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik, Laiklik" yazan mavi-beyaz-kırmızı renkli balonları gökyüzüne salıyorlar ve başörtülerinin üzerine Fransız bayrağındaki üç rengi, mavi-beyaz-kırmızıyı takıyorlardı. Onlar Marseillaise marşını hatasız bir şekilde söylediler. Ulusal kutlamalarda bile çok az söylenen bir marştır bu. Vatandaşlık üzerine yaptıkları vurgunun en bariz göstergelerinden birisi de ulusal kimlik kartlarını sallayarak "Bir başörtüsü eşittir bir oy" diye bağırmalarıydı.
çev: Murat Yörükoğulları