Üniversitelere kayıtlar 31 Ağustos'ta başladı ve 11 Eylül'e kadar sürecek. İki yıldan bu yana üniversite kayıtlarında müslümanlara yönelik baskılar artarak devam ediyor. Geçen yıl da yeni kayıtlarda çeşitli üniversitelerin bazı fakültelerinde yaşanan başörtüsüz -onların tabiriyle başı ve boynu açık ve tanınabilir- fotoğraf zulmü bu yıl çok daha büyük boyutlarda yaşanacak izlenimini veriyor. Bu yıl baskıların daha da yoğunlaşacağının sinyalleri ilk olarak ÖYS kılavuzunda yer alan ifadelerden anlaşılmıştı.
Bu yılın geçen yıla oranla daha çetin geçeceğinin bir başka kanıtı da İstanbul Üniversitesi kayıtlarının Beyazıt merkez kampüsten Avcılar'a taşınmasıdır. Okulu Beyazıt'ta bulunan bir fakülte öğrencisinin Avcılar'da kayıt yaptırmasının mantığı sorgulandığında karşımıza şöyle bir gerçek çıkıyor: Beyazıt, geçen yıl başörtüsü yasaklarında kitlesel direnişlerin sergilendiği ve üniversiteyi kışlaya çevirmeye çalışanların kısmen de olsa geri adım artırıldığı bir alandır. Aynı zamanda merkezi bir konumda olması nedeniyle öğrenci-halk iletişimi çok rahat bir şekilde kurulabiliyor ve bunun neticesinde başlayan bir eylemlilik kolay bir şekilde büyüyebiliyor. Fakat Avcılar'da böyle bir tavrın yaygınlaşması oldukça zor. Büyük bir metropole yeni gelmiş, çevreyi tanımayan ve başörtülü kayıt yaptırmaya çalıştığında başına gelecekleri az çok kestirebilen müslüman bayanların, Avcılar gibi şehirden soyutlanmış üniversite kampus modeline uyan bir yerde, kayıtlarda daha da yalnızlaştırılmaya çalışıldığı ortada. Aynı zamanda bundan önceki yıllarda İstanbul Üniversitesi'nde kayıtlar tüm fakültelerde aynı tarihler arasında yapılmaktayken, bu yıl Avcılar'a alınan fakülte kayıtlarının çakışmamasına ve başıaçık fotoğraf zulmüyle karşılaşan öğrencileri tümüyle yalnızlaştırmak hedefleniyor. Kısaca onlar elinden gelenleri en ince ayrıntısına kadar düşünüyor ve uyguluyorlar: Öğrencilerin kayıtlar esnasında hiç kimseyle ilişkiye geçmemeleri için otogar ve çeşitli merkezi konumdaki yerlerden Özel otobüsleriyle "gözetim" altında Avcılar'a ulaştırıyorlar. Yapılan hizmetler bununla da bitmiyor tabii ki. İstanbul'da kalma problemini halletmek için Avcılar'da bir de masa oluşturmuşlar. Kayıt olmak için gelen başörtülü öğrencileri "ikna" etmek İçin psikoterapi uygulamak amacıyla tek tek "uzman'larla görüştürüp başörtüsünü açması ve "çağdaşlaşması" telkininde bulunuyor ve başörtüsüz fotoğraf vermeyi kabul ettirdikleri öğrencilere "kılık kıyafet yönetmeliğine" uyacaklarına dair bir de kağıt imzalattırıyorlar. Bununla da kalmayıp, kamerayla çekim yapıyorlar ve diğer insanlarla konuşmalarına engel olmak için sivil polisleri seferber ederek, kayıt yaptıran öğrenci sayısınca sivil polisi Avcılara yığıyorlar. Yani her şey kontrol altında. Tabii tüm bu olup bitenlere rağmen geçen yıl başörtüsü direnişlerini başlatan müslüman öğrenciler kayıtlar için gelen ve baskı altına alınmaya çalışılan öğrencilere yardımcı olmaya çalışıyorlar.
Bu yıl kayıtlarda yaşanacak başörtüsüz fotoğraf problemi tabii ki sadece İstanbul Üniversitesi ile sınırlı değil. Fakat uygulamanın rektörlerin "insafına' bırakılması bazı istisnaları gündeme getirebiliyor. Örnek olarak İstanbul ve Marmara Üniversitesi'nde başörtülü kayıt yapılmazken, Mimar Sinan ve Yıldız üniversitelerinde herhangi bir problem yaşanmıyor. Bu da gösteriyor ki yasakçılar öyle sanıldığı gibi yekvücut değiller ve bazı onurlu rektörler (belki de şimdilik) bu gayri insani uygulamaya karşı çıkabiliyorlar.
Anadolu'daki üniversitelerde de durum pek farklı bir seyir izlemeyeceğe benziyor. Misal olarak "Fethullahçılar"ın merkezi olarak bilinen Sakarya Üniversitesi'nde yasak, kayıtlar başlar başlamaz uygulamaya kondu bile. Tabii bu çizgiyi yakından takip edenler pek fazla şaşırmamış olmalılar. Geçen yit hocalarından perukla veya başıaçık bir şekilde okullara gitmenin fetvasını almışlardı. Bu yıl da işi ilerletip yasakçıların tetikçiliğine soyunmalarının da fetvasını bulmakta güçlük çekmeyeceklerdir. Bu vakıa, sağcı-muhafazakâr bakışaçısının herhangi bir şekilde din telakkileri ile devlet politikası çatıştığında her zaman daha "kutsal" olanı, yani "devleti tercih etmesinin bir yeni örneğini sergilemektedir.
Öncelikli hedefin İslam olduğu bir ülkede tabii ki müslümanlar da zulümden paylarını alacak. Tağutlar tarihin kendilerine biçtikleri rolü eksiksiz uygulamaya devam ettiler ve edecekler. Samiriler hep vardı, bugün de var ve gelecekte de olacak.
Peki tüm bu gelişmeler yaşanırken kendisini müslüman diye tanımlayan kişiler, çevreler hep mazeretlerin ardına mı sığınacaklar? Ya da sistemin kurumlarının işletilmesi için göreve getirilmiş rektörlerin insafını mı kollayacaklar?
28 Şubat operasyonunun gerçekleştirildiği ve askerin her şeyiyle ağırlığını hissettirdiği bir dönemde önce kesintisiz protestoları, ardından başörtüsü direnişleri ve yasakçıların kısmen geri adım attırılması düşünüldüğünde bugünkü durum "mağdurlar" açısından geçen yıla oranla çok daha elverişli. Darbenin sıcaklığı geçti ve ülke seçim dönemine girdi. Rejimin tarihinde seçimlerin birer aldatmacadan öteye geçmediği bilinmektedir. Fakat seçim dönemlerine girildiğinde halka yaklaşımlarında "hoş" görünmeye çalışan siyasetçiler hiç tasvip etmedikleri tepkileri dahi yapmacık bir gülümsemeyle karşılamak zorunda kalıyorlar. Böylesi bir dönemde, geçen yıl sergilenen direnişlerin benzeri direnişler sergilendiğinde geçen yıla oranla çok daha ileri sonuçlar alınacağı ve yasakçılara geri adım artırılacağı düşünülebilir. Ancak konjonktür ne olursa olsun, müslümanlar sorunlarının çözümünü kendileri dışındaki yerlerde değil, kendi iradeleriyle oluşturacakları mücadele hattında aramalıdırlar.
Çizmeye çalıştığımız tabloda öğrenciler için geçen yıla oranla bir kısım zorlukların yaşanacağını da gözardı edemeyiz. YÖK'ün "Disiplin Yönetmeliği"nde yapılan değişiklikle okuldan atılma ve uzaklaştırılmaların daha fazla yaşanacağı bir zemin hazırlanıp, direnişçi öğrenciler bu tehditlerle yıldırılmaya çalışılacaktır. Aynı zamanda İHL'lerin bu yıl mezun vermemesi de üniversitelerde İslami duyarlılığa sahip öğrenci sayısında nicelik olarak bir azalma meydana getirmiştir. Bu da mevcut tablo açısından bir olumsuzluk olarak kaydedilmelidir.
Ne var ki, her türlü olumsuzluğa rağmen tevhidi iradeyi işler kılmak ve baskılar karşısındaki sinmişliği bertaraf etmek, erteleyemeyeceğimiz bir görev olarak önümüzde durmaktadır.