Çoğu kez böyle olurdu hep. Konuşurken bir yandan düşüncesini daha iyi izlemek, bir yandan da etrafındakilerin bakışlarını içlerine yöneltmelerini sağlamak için yere bakardı. İnce, küçük sözcüklerle, tık tık vurur gibi tek tek ve sabırla yönelirdi hedefe. Çok zaman gözleri bir noktada, çenesi, sarmalanmış elinden ayrı duran başparmağına yaslı olurdu. Gerilimin her dem teyakkuzda olduğu oturuşunda bile görülebilirdi. Bağdaş, kurmuş haliyle çoğunlukla kendisi için konuşan ama yine de söylediklerinin karşıdakileri nasıl etkilediğini duymak isteyen bir hali vardı.
"Aptal ve korkak olmadıktan sonra çaresizlik içinde kalamazdı insan." diye yavaşça söze başladı.
Doğrusu, konuşmak için gece en uygun zamandır. Kendimize en çok yakın olduğumuz bir esnada sesin karşımızdaki birisinden mi yoksa içimizden mi geldiğini seçmekte güçlük çekecek kadar kendimize dönük oluruz bu zamanlarda.
Duyduğumuz yeni sesin öncekinin devamı olduğunun ayırdına ancak varabilmiştik. "Bilmeliyiz ki en kötü durumda olan en önemlidir."
Bu sesle birlikte hepimiz birer, hatta bir tek kulak kesildik. Çıt yoklu ortada. Her birimizin ilişkisini sağlayan görülmez bir bağlantı ondaki gerilimi bize de aktarıyordu sanki.
Konuşmaya devam etti: "Şöyle de denilebilir: Gücümüz neredeyse zaafımız da orada beliriyor. Bilmeliyiz ki bütün bir insanlığı saran ifsadın örgün yapısı bir buz dağıdır. Evet, bu devasa görüntü sadece bir buz dağıdır aslında. Buzlar ateşle erir. Yüreklerin ateşi ise en yakıcı ve en yenilmezdir. Körüklemeliyiz yüreklerimizi, tutuşturmalıyız memnuniyetsizlik ateşini."
Solukları kısık ve kesik kesik olduğu halde uzatılan mikrofona cevap vermeyi reddetmeyecek kadar ezik bir hastanın ekrandaki görüntüsünü düşledim. Yırtık ve mevsime uymayan giysilerle kendini sarmalayan yüzbinleri...
"Doğarken güçsüz, büyüyünce' de korkunç olan bir canavar gibidir memnuniyetsizlik" diyerek konuşmasına devam etti.
Ayrı ve itaatkar bir düzen içinde gelişmiş olan hayat hakkındaki saf düşüncelerime göre, bu söylenenler karışık şeylerdi. O devam ediyordu: "Bilinçlenmek, hepimizi sağladığımız huzurun dışına itecektir. Yıllarca kim bilir kimlerin ve ne kadar gözün tutsağı olmuşuzdur."
Söylediği her söz sanki tasarlanmış gibiydi. Açmazlarımızı, korkularımızı, tanımsızlıklarımızı biliyormuş gibi sıralıyordu konuşmasını. İşittiğim ses adeta benim içimden yansıyor da ben O'ndan geliyor diye düşündüm bir an.
"Bilmeliyiz! Yalnızca bedelini tam olarak ödediğimiz şeylerin sahibi oluruz. Biz ise yıllarca kim bilir kimlerin ve ne kadar gözün tutsağı olmuşuzdur.
Ey gerçeklerin Rabbi! Zahir gitgide artar ve katılaşır. Yürekler de... Görünüşün sağlam kabuğu üzerinde yaşanılmasını Sen murad ettin. Haklı olmadan kazanmaya şahit olmamızı da Sen diledin."
Samba Diallo'nun ülkesi Diallobe'den, İmam Harun'un Güney Afrika'sına. Hüseyni kıyamın her bir yerinde uç verdiği nice yeryüzü coğrafyalarından evlere konuk edilen "seyirlik" sahnelere nişanlandık hep birden. Davudi bir ses olmasa da arşa yükselen feryatlar kuşattı çevremizi. Oldukça tanıdıktı bu ses. Medenice olmadığından mıdır nedir, artık bağırmadığımız aklıma geldi. Geçtim bu son kesitini çağrışımın.
Buyruk çınladı kulaklarımızda. Yüreğimiz ısındı o dem: "Ezilenleri yeryüzünde varisler ve önderler kılmak istedik."
Bundan kuşkumuz yoktu. Yaşadığımız bozgunların, aklımızı kullanmak için uzattığımız yolun, gördüğümüz haksızlığın ve ders aldığımız acıların bedeli olarak kazanacağız. Biz bu süreçte tüm zaferlerin gizini öğrendik. Oysa şaşkınlıkla bazıları savaşmadılar.
Çoktan seçmeli bir test sınavında, uygun cümlelerle boşlukları dolduran öğrencilerdik sanki. Kaldığımız yerden O devam ediyordu. Neredeyse belleğimizi okuduğunu düşünecektim.
"Direnenler olduğu gibi kolayı seçenler de oldu. Savaşanlar da teslim olanlar da; işbirlikçiler de ayak direyenler de gün geldi kendilerini sayımı yapılmış, etiketlenmiş, askere alınmış buluverdiler.
Yenik düşen insanların güçlülerin yanında saf durduğu görüldü, Kargaşa düzelip ayaklanmalar yatışır oldu. Ama tüm bunlar bize öylesine pahalıya mal oldu ki, artık vazgeçmemeyi hak ettik. Artık O yüreğimizin ısısıdır. Ve biliyoruz ki sevgili yaşlansa da yürek asla yaşlanmaz."
Gökyüzünün boz mavi kanı çekilmiş; kara kan yürümüştü bütün damarlarına. Taşların ayrıntıları belirmeye başlıyordu. Nereye gittiğimizi, nerede yürüdüğümüzü bilmeden gidiyordum. Sanırım geldiğimiz yere doğru yürüyorduk. Ve yerde, çekilen ışıkla değişmiş, karanlığın koyulmalıyla başkalaşan bir direnç vardı simdi.