Basın İşkencecileri Korumak mı İstiyor?

Mehmet Ali Devecioğlu

26 Eylül 1993 tarihli Cumhuriyet Gazetesi, İst. 3 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde görülmekte olan ve basının İslami Hareket Davası olarak adlandırdığı davanın dosyasında yer alan "polis kayıtlarındaki tahrifatlar ve belirgin çelişkileri" gündeme getirdiği bir haber-yorum yazısını, bu "tahrifatlar ve belirgin çelişkilerin aslında savunma avukatlarına yol gösterme amacı" taşıyıp taşımadığı şeklinde bir soruyla bitirmektedir.

Adı geçen davadaki savunma avukatlarından biri olarak ve aslında gerek Cumhuriyet Gazetesi ve gerekse diğer basın-yayın organlarınca, bu çelişki ve tahrifatların ne anlama geldiğinin çok iyi bilindiğini belirterek soruyu bir kez daha cevaplandıralım: "Polis kayıtlarındaki tahrifat ve çelişkiler" oluşturulan senaryoyu gözaltında bulunanlara işkence zoru ile kabul ettirebilmek için kullanılan ve yasal gözaltı süresini aşan süreleri gizlemek amacı taşımaktadır.

Aylar önce sanıklara isnad edilen suçlamaların ne kadar gayri ciddi olduğunu gözler önüne sermeye çalışırken, duruşmalarda açıkladığımız bu tahrifat ve çelişkiler Cumhuriyet Gazetesi ve diğer basın organlarınca polisteki sorgu sırasında yapılan işkenceler ve yasalara aykırı olarak keyfi surette uzatılan gözaltı sürelerini gizlemek amacı ile kullanılmaktadır.

Her hukuk devletinde, işlenen her suçtan sonra ele geçirilen ipuçları ve deliller esas alınarak "suçlu" olabileceklerine dair haklarında kuvvetli şüpheler bulunan şahıslar gözaltına alınır. Bu şüpheli şahıslar daha sonra idari, ekonomik ve özlük hakları bakımından devletin diğer organları ve toplumdaki baskı grupları karşısında tam bağımsız ve kendi kendisine yetme kabiliyetine haiz mahkemeler önünde yargılanırlar. Toplumun veya devletin avukatı konumundaki savcı ve emrindeki güvenlik güçleri yargı önünde, şüpheli şahısları mahkum etmeye çalışırlar, Bozulan toplumsal düzen ve onun çıkarları adına sanıkları suçlayan bu organların karşısında, yargının diğer süjesi savunma yer alır. Savunma, aleyhlerine şüphe oluşmaya başladığı andan itibaren keyfiliklere karşı koruyucu olarak sanıkların yanındadır. Suçlayan organlar ile eşit haklara sahip olarak, sanıkların şüpheden kurtarılabilmesi amacı ile serbest davranma özgürlüğüne sahiptir. İddia ve savunmanın dışında ve üstünde hakim yer alır. Şüphelilerin suçlu veya suçsuz olduklarına dair nihai kararı verir. Yargılama süreci başladıktan sonra, yargı üzerinde baskı doğurabilecek veya onu yönlendirebilecek bütün tutum, davranış, açıklama ve yorumlar yasaya aykırıdır.

Bu prosedür, bir hukuk devletinde olması gereken yargılama sürecidir. Türkiye'deki yargılama geleneği, öteden beri hukuk devleti ilke ve prensipleri ile bağdaşmayan, sorguyu zan altında bırakan ilke ve uygulamaları içermektedir. Hatta son "İslami Hareket Davası"nda olduğu gibi, önce bazı şahıslar yakalanıp sanık oldukları açıklanmakta, sonra da bu insanları yargı önünde mahkum edebilmek için deliller aranmakta, bulunamazsa bazı deliller icat edilmeye çalışılmakta, işlemedikleri suçları kabul ettirebilmek için insanı dehşete düşüren işkenceler yapılmaktadır.

İşte, gerek Uğur Mumcu suikastine ve gerekse İstanbul DGM'de görülmekte olan İslami Hareket Davasında Çetin Emeç ve Turan Dursun'un öldürülmesi ve bazı başka suçlara da adları karıştırılmak istenen bu insanların sanıklık statüleri, Türkiye'deki hukuka aykırı yargılama geleneğinin bir ürünüdür.

Ancak bu defa Türkiye'deki yargılama geleneğinin hukuka aykırılıklarını da yanlarına alarak, senaryolar çizen ve söz konusu sanıkları işkence altında tutarak işlemedikleri suçların faili olmalarını kabul ettirmek isteyenler Allah'ın bir takdiri olarak baltayı tam anlamı ile taşa vurmuş bulunuyorlar.

Sürpriz tanıkları Ayhan Aydın adlı yalancının, Ankara'da "Uğur Mumcu'nun otomobilinin altına bomba yerleştirirken gördüm" dediği kişilerin, o tarihten birkaç gün önce polis tarafından gözaltına alınmış olmaları, senaryolarını bu defa bozmuştu.

Bozulan bu senaryoyu kaldığı yerden devam ettirmek isteyen güçler, bu defa görevleri malumumuz olan Türk basınını da devreye sokarak ve işkencecileri korumak, yasal olmayan gözaltında bulundurma sürelerini de gizlemek amacı ile dosyada yer alan polis kayıtlarındaki tahrifatları sanıklar aleyhine yorumlamak istediler. Güya bu tutuklu insanlar Uğur Mumcu suikastini gerçekleştirdikten sonra gözaltına alınmışlarmış ama, polis onları korumak için gerçek gözaltına alınma tarihlerini gizlemek için tutanaklara Uğur Mumcu suikastinden önceki tarihleri atmışmış! Yalancının mumu yatsıya kadar yanar misali bu iddiaları ile baltayı hem de yeniden kaldıramayacakları bir şekilde taşa vurmuş oldular. Dava dosyasında üzerinde hiç bir şekilde tahrifat yapılmamış olan belgeler mevcuttur. Üstelik bu belgeler Terörle Mücadele Şubesi'nde düzenlenmiş belgeler değildir. Terörle Mücadele Şubesi'nin, Bölge Kriminal Polis Laboratuarı'ndan istediği 'Ekspertiz Raporları'dır. Bu raporlardan ikisi, 20.01.1993 günü Terörle Mücadele Şubesi tarafından yapılan operasyonlarda ele geçirildiği iddia edilen suç aletlerinin Ekspertiz Raporları'dır. Dosyadaki diğer belgelerden anlaşıldığına göre Kutbeddin Gök bu adreste yakalanmıştır. Oysa 26 Eylül 1993 tarihli Cumhuriyet, adı geçen insanın Uğur Mumcu suikastinden bir gün önce Ankara'da görüldüğünü iddia ediyor. Yine hem de Eylül 1993 tarihli Hürriyet Gazetesi ve hem de 17-18 Eylül 1993 tarihli Cumhuriyet Gazetesi, Uğur Mumcu suikastinin sürpriz tanığının Mehmet Zeki Yıldırım'ı teşhis ettiğini yazıyor. Mehmet Zeki Yıldırım ilk gözaltına alınan şahıstır. Ekspertiz Raporlarında belirtilen adresleri gösterdiği iddia ediliyor. Ocak ayının 20'sinde, İstanbul'da kendisini gözaltına alan polislere adres gösterdiği iddia edilen bir insan nasıl oluyor da Ocak ayının 24'üne kadar Ankara'da görülebilir.

Adından sıkça bahsedilen Mehmet Ali Şeker'e gelince; Cumhuriyet Gazetesi onun da Ocak'ın 26'sında gözaltına alındığını iddia ediyor. Oysa dosyada Erdinç Ülüş adındaki şahsın, Mehmet Ali Şeker'in ifadeleri üzerine Ocak ayının 23'ünde gözaltına alındığı belirtiliyor. Demek ki, Mehmet Ali Şeker daha önce gözaltına alınmış. Öyle olmasa, ifadeleriyle ayın 23'ünde nasıl birilerini yakalatabilir! Bu tutanağın sonunda düzenleme tarihinde tahrifat yapılmış. 23 rakamı 24 haline getirilmiş, Ekspertiz raporlarından bir başkası 25.01.1993 günü Mehmet Ali Şeker'in Şile ormanlarında yer gösterdiğinden bahsediyor, Eğer basının iddia ettiği gibi Mehmet Ali Şeker 26 Ocak tarihinde yakalandı ise 25 Ocak tarihinde nasıl yer göstermiş olabilir!

Esasen bu tahrifatların sebebi şudur: Polis gözaltı süresini keyfi olarak uzatmış ve bu süre içerisinde gözaltına aldığı insanlara işkence yapmıştır. Gerçek gözaltı tarihlerini tutanaklara yazmış, ancak daha sonra mahkemeye bu şekilde gönderirse yasal olmayan sürelerin hesaplanacağını düşünerek, gerçek tarihleri daha sonraki tarihlerle değiştirmiştir. Bu şekilde yaptığı usulsüzlüğü gizlemek, gözaltı süresini daha az göstermek istemiştir.

Bu tür usulsüzlüklerin Türkiye'de artık sıradan uygulama halini almış olmasına rağmen, basın tarafından adeta ilk kez karşılaşılan bir şey gibi gündeme getirilmesi ve şeytanca bir senaryoya zemin teşkil edecek şekilde yorumlanması, öküz altında buzağı aramaktan başka bir şey ifade etmemektedir.