Mesut Uçakan'ın son filmi 'Ölümsüz Karanfiller', Ekim ayı sonlarında gösterime girdi. Yapımcılığını, daha önceki iki filmi İtalya'da ödül alan Esra Film'in üstlendiği Ölümsüz Karanfiller, Türkiye'de yaşanan ve muhtemel failleri arasına müslümanların da dahil edildiği siyasi bir cinayet ekseninde gelişen olayları beyazperdeye aktarıyor. Bu yönüyle "siyasal içerikli film" olma iddiasını taşıyor.
Filmin sanatsal yönü ve teknik kapasitesi konusunda söylenmesi gereken şeyler olmasına karşın, ilk elde, Ölümsüz Karanfiller'in senaryosunu da yazmış olan yönetmen Mesut Uçakan'ın, müslümanları yakından ilgilendiren aktüel-siyasal hadiselere bakış açısı üzerinde durmayı gerekli görüyoruz. Aslında bu bakış açısı sadece Uçakan'a özgü değil. Kendini İslam'a nispet eden pek çok sanatçıda, entelektüelde ve daha geniş çerçevede, belirli fikirler etrafında kümelenmiş bazı yapılanmalarda görülen bu yaklaşımlara, kestirme bir tanım da olsa açıklayıcı olması bakımından komplocu yaklaşımlar diyebiliriz. Olayları komplo teorilerinin desteğiyle değerlendirmek, başka nedenleri de olmakla birlikte, genelde özgün dinamiklerinden ve bu dinamikleri besleyen ilkelerden netlikle emin olamamanın doğurduğu bir bakış açısının kaçınılmaz sonucudur...
Bu noktada, bir yazarın komplocu yaklaşımlarla olayları romanlaştırmasını veya bir yönetmenin aynı yaklaşımlarla olayları sinemaya aktarmasını, sanatçının özgül tercihine müdahale etmemek adına eleştirmeyebiliriz. Sanatçının kurgusunu seçiminde özgür olduğunu düşünebiliriz. Ancak bu tercihler, sanatçının düşünsel birikiminde önemli bir belirleyicilik arzediyor ve ortaya koyduğu eserler vasıtasıyla, bir saplantı boyutunda yaygınlaşma temayülü gösteriyorsa, araya girmek kaçınılmaz olacaktır.
Ölümsüz Karanfiller'in esin kaynağı, 1993'de gerçekleştirilen Uğur Mumcu suikastı olmuş. Bazı farklılıklarla beraber; suikast tarzı, öldürülen prof.'un siyasi kişiliği, üzerinde çalıştığı dosyalar vs. aynılık arzediyor.
Film, böyle bir suikastın müslümanlar tarafından asla işlenmeyeceği/ işlenmemesi gerektiği üzerinde vurgular yapan bir senaryonun üzerine oturtulmuş. Mesela cinayet zanlısı olarak içeri alınan müslümanın hanımı, kocasını şöyle tanımlıyor: "Onun yüreği bir güvercininki kadar hafiftir. O asla kin tutmaz". İslam düşmanı bir prof.'un öldürülmesini basit bir kindarlık derekesine indirmenin ne alemi var diye sormuyoruz, çünkü M. Uçakan ve benzerlerinin bakış açısında bunun ne alemi olduğunu az çok biliyoruz.
Suikastten sonra zanlı olarak içeri alınmazdan evvel kahramanımız, İslami çalışmalarda dernek başkanlığı yapacak bilince ulaşmış olmasına rağmen, eski hocası ve eski fikirdaşı olan prof.'un cenaze namazını "Yaşasın Laiklik" pankarttan altında ve en ön safta kılmakta tereddüt etmiyor.
Neden mi?
Çünkü bir güvercin gibidir o...
Hafif...
Peki neden zanlı duruma düşüyor? Tabii ki bir komploya kurban gidiyor. Kimler mi kuruyor komployu? Orası tam olarak anlaşılamadı. Ama malum "dış güçlerin işi olduğu", vekilinin ağzından öğreniliyor. Gerçi avukat, bu tarihî açıklamayı yapmamış olsaydı da, toprağı komplolarla sulanmış bir ülkenin çocukları olarak vaziyeti kestirenlerimizin sayısı az olmazdı.
Filmin maluliyeti sadece senaristin komplo severliğiyle bitmiyor. Ancak teknik kusurlar, doğrudan zihinsel işleyişin ürünü olmayıp, finansmanla daha fazla ilgili oldukları için önceliği bu alana vermedik. Yine de fazlaca göze batan ve finansman sorunuyla alakası olmayan bazı teknik aksamalara değinmeden geçemeyeceğiz. Bunların en başında, mükemmel bir teknikle havaya uçurulan Mercedesin, filmin sonuna doğru bir takip sahnesinde yeniden arz-ı endam etmesi geliyor. Belki de gerçekten farklı arabalardır ama, aynı modelden-ve aynı renkten bir Mercedes kullanmak zorunlu muydu ki?
Bir de polis tarafından götürülen müslümanın, haberi alıp da apar topar şubeye gelen karısının kostümü vardı ki; bir Tekbir Giyim defilesinden koşup gelmiş olmalı diye geçirdik içimizden. Şubeye götürülen kocasını ipek pardesü ve başörtülerle, on santim topuklu süet ayakkabılarla görmeye giden kaç müslüman hanım vardır acaba?
Bunun yanında filmde güzel buluşlar da yok değil. Mesela final sahnesinde, Sırp'ın vurduğu Bosnalı çocukla, kimliği meçhul şahsın vurduğu kahramanımız arasında, geçişler yapmak suretiyle sağlanmak istenen imaj başarılı bir sahne ortaya çıkarmış. Ancak, bir insanın tabancayla vurulduğunda yere nasıl düştüğüne her ne kadar şahitlik etmemiş olsak da, kahramanımızın vurulunca üçüncü sınıf filmlerdeki erketeci figüranlar gibi düşmemiş olmasını arzu ederdik!