Bangladeş ve Müslümanların Geleceği

Şuayb Mekeç

Giriş

İslam coğrafyasının genelinde sıkıntılar yaşanmakta. Çoktandır kitabi olanla bağımızın zayıfladığı, Rabbimizin vazettiği toplumsal kuralların, sünnetullahın Müslümanların lehine tecelli etmediğine şahitlik etmekteyiz. Ra’d Suresi 11. ayet ışığında tabloya baktığımızda vahyin aydınlığında Müslümanların amel sahalarının henüz hikmetle buluşmadığını, daha çok nefsî olanın ve toplumsal ifsadın ümmetin ahvalini belirlediğini acıyla müşahede ediyoruz. Bir asra yakındır süregelen İslam beldelerindeki işgallerin tesis ettiği tutsaklık hali, bugünkü adıyla küresel vesayet o kadar ağır şartlar dayatıyor ki, zaten kökleriyle bağ kurma sorunu yaşayan ümmetin ataletini teamülleştiriyor adeta. Son yıllarda hamdolsun Müslümanlar despot zalim rejimlere karşı seslerini yükseltmeye başladılar ki, bu bir inkılaptır. Müslüman halkların uzun yıllardır ilk defa tecessüm ettikleri bir devinim, bir diriliş halidir bu yakalanan. Mağrip’ten Endonezya’ya tüm İslam coğrafyasının tağuti rejimlerin tutsaklığından azade olmasıdır bu, biiznillah. Ümmet-i İslam olarak vahyin bize vehmettiği gerçek aydınlığa çıkmayı, ıslah-dönüşüm yollarıyla buluşmayı başarabilirsekyeniden ayağa kalkıp, İslami varoluşu-dirilişi gerçekleştirecek ve İslam medeniyetine bizi götürecek o güzel günlere kavuşacağız inşallah.

En sağlıklı düşünce ve eylem bütünlüğü, tarihin derinliklerinden bugüne intikal eden zamanı lehte-aleyhte tetkik etmek, Allah’ın kitabı ve Rasulü’nün(s) şahitlik yoluyla; o kutlu elçinin sahih geleneğini, bugünden yarına ittika vasıflarıyla mücehhez halde sürdürebilmektir. Bu tetkik-tahkik işi her bir İslam topluluğu tecrübesini masaya yatırmak ve ondan dersler çıkartmakla mümkün olacak. Bu amaçla, inanç-eylem-şahitlik izleminde bedel ödeyen kardeşlerimizin yaşadıklarını; Bangladeş Müslümanlarını ve şartlarını tetkik edelim istedik. Çünkü Bangladeş Devleti ve onun İslam düşmanı zalim yönetimi, Hindistan-İngiliz projesi olarak tam 50 yıldır orada yaşayan kardeşlerimizin imtihanı olarak yakıcı bir şekilde hâlâ sürmekte.

Bangladeş’in Tarihî Süreci

Doğu Asya Müslüman toplulukları Batı’nın emperyalist emellerinin topraklarına ulaşması ve İngilizlerin topraklarını işgal etmesiyle birlikte sıkıntılı dönemlerle tanışmış oldular. Garplılar böl-parçala-yönet metodunu bu coğrafyanın Müslüman ve diğer din topluluklarına uyguladılar. İngiliz işgaliyle biçimlenmiş yarı müstemleke Hindistan’ın Müslümanlara baskı kurarak onların bazı haklarını kısıtlamaya yönelmesio topraklarda Müslümanların ayrışma kapısını aralayan süreci işaret ediyordu. Görünürde ilkin 1947’de Pakistan adıyla büyük bir Müslüman kitle İslam’ı özgürce yaşamak ve haklarını bağımsız argümanlarla temellendirmek amacıyla ayrılarak devletleşti. 1970’lerde de Doğu-Batı Pakistan’dan tahrik edilen iç savaş sonrası Doğu Pakistan topluluğu ayrılarak ‘Bangladeş Müslüman Halk Cumhuriyeti’ adıyla devletleşti. Bugün, %90’ı Müslüman, 175 milyon nüfusu ve Türkiye’nin beşte biri yüzölçümüyle kalabalık ve buna mukabil fakir bir ülke olan Bangladeş’te yönetim laiklerin ve Hinduların elindedir.

Bölgenin en erken İslam'la tanışması Hz. Ömer (ra) zamanında Sa’d bin Ebi Vakkas (ra) ile olmuştur. Son döneme kadar Osmanlı hilafetine bağlılığını sürdürmüş bu halkın sıkıntılı günleri, İslam dünyasının ve Hindistan’ın 1700’lü yıllarda Batılılar tarafından fark edilmesiyle başlar. Hareketlenmenin yakıcı gücü bu topraklarda önce ticari sonra sömürge amacıyla müdahil güçler eliyle şiddetini artırmış, bölgede kolonileşen İngilizlerin ‘Hindistan Şirketi’ (India Company) zulmün artık kurumlaşarak süreceğini göstermiştir. 1750’ler Company şirketinin İngiltere’den kendi yararına birçok yasa çıkarttığı yıllardır. Bölge insanının zorla çalıştığı fabrikalar açılır, ‘şirket’e ait büyük ordu teşekkül eder, halk köleleştirilmeye ve müstekbir Britanya, bu toprakları sömürmeye başlar.

İşgallerin hiçbir döneminde Müslümanların zulme teslim olmadıkları tarihle sabittir. İşgaller direniş tarihlerinin de başlangıcıdır. İslam, özgür yaşanan ve ümmet haliyle hayat bulan dinin adıdır. Hint coğrafyasında ilk büyük çaplı direniş hareketi Müslüman toplulukların da katılımıyla oluşan 1857 İsyanı, Batı ve Doğu Hindistan Şirketine (West, East Indian Company) karşı halk isyanıdır. Bu isyanda yerli yöneticiler tıpkı günümüzdeki müdahaneci sultanlar-krallar gibi gidişata sessiz kaldılar. Direniş sonrası Hindistan Şirketi feshedildi; ülke doğrudan Birleşik Krallığa bağlandı. Sinsi İngiliz siyaseti, Hindistan halkının bazı siyasi örgütlenme haklarına kavuşmasına izin veriyor görünmüştür. Şimdiki Bangladeş Müslümanlarına İngiliz sömürgesi, 1857’de Hindistan’ın işgaliyle 1887’de Hint Coğrafyasına hükmeden Müslümanların iktidarının devrilerek yerine Hindu ve laiklerin egemenliğinde ulusalcı, Batıcı saiklerle yapılandırılmış ‘Hindistan Ulusal Kongresi’ formuyla dayatılmış oldu. Bu kapsamlı seküler tahribat karşısında Müslümanlar 1906’da, bugünkü Cemaat-i İslami'nin temeli olan "Hindistan'da Müslümanlar Birliği Partisi"ni kurdular. O dönem İngiltere ve Hindistan’ın laikliğe giden yolda silahlandırıp kışkırttığı Hindu ve Budist milisler eliyle aynen günümüzde olduğu gibi Müslüman katliamı yaptıkları ve İslam mütefekkirlerini idam etme furyasını başlattıkları yıllardır.

1923'ten sonra İngilizler yeni Türkiye’de Batıcı laik kadro işbirliğiyle Osmanlı hilafetini sona erdirme çalışmalarına hız verdikleri esnada, Hindistan Müslümanları hilafeti korumak için Muhammed Ali Cevher liderliğinde “Hilafet Hareketi”ni kurup cihada başlar. 1935 yılında laik Hindistan için bir anayasa hazırlayan İngiliz emperyalizmine karşı Müslümanlar gelecekleriyle ilgili çözüm arayışına girdiler. "Bağımsız İslam Devleti" fikri işte bu süreçte somutlaştı. 1947'de bağımsız devlet olarak teşekkül eden Pakistan’ın devletleşmesinde İngiliz sömürgelerinde gözü olan ABD’nin bu bölgede Çin ve Rusya’nın oluşturduğu sosyalist bloğa karşımüttefik ülke arayışına girmesi etkili olmuştur.

Pakistan (Doğu-Batı), Hindistan’ın en başında aradaki kara parçasına sahip olmasıyla zaten riskli doğmuştu. Bir açıdan başından bu yana Doğu-Batı Pakistan olgusu, İngilizler ve hinterlandı Hindistan’a ülkeyi birbirlerine kırdırabilecekleri avantajı sunuyordu. Nitekim İngilizler Hindistan vasıtasıyla, Doğuda kalan ve birçok haktan mahrum bırakılmış Bengal halkı içinde Batı Pakistan’a karşı örgütlenen ulusalcı-sosyalist eğilimli ayrılıkçı hareketlerini desteklerken, bölgeyle ilgili hesapları farklı işleyen Amerika ve Çin yeni kurulacak Pakistan’ı zayıflatacak bu girişime başlarda engel olmak istediler. Kısa süre sonra iki Pakistan arasında iç savaş çıktı ve çok sayıda Hindu’nun ülkesine geçmesini bahane eden Hindistan da savaşa katıldı. 1971'de iki Pakistan arasındaki savaşa Batı Pakistan aleyhine müdahale eden Hindistan, Batı Pakistan'dan savaş sonrası ayrılan Bangladeş'i etkisi altına almayı başardı. Aynı yıl Hindistan işgal kuvvetleri ve uzaktan etkili İngiliz planlarının etkisiyle Bangladeş 1971’de resmen bağımsız bir devlet olarak doğmuş oldu.

Bangladeş’i “Bağımsızlık Savaşı”na sürükleyen faktörlerden birkaçını sıralayacak olursak; siyasetin Batı Pakistan’dan kontrol edilmesi, üst düzey devlet politikacılarının ve bürokratların ülkenin Batı kısmından seçiliyor olması, Batı Pakistan’ın resmi dil olarak Urducayı belirleyerek diğer dillerin konuşulmasını yasaklaması -ki, Bengalce konuşan kişi sayısı Urduca konuşan kişi sayısından da fazlaydı- gibi unsurlar sayılabilir. Bu çifte standart, milliyetçilik hareketlerini tetiklemiştir. İtirazlar çoğalınca yürüyüş ve protestoları yasaklayan Pakistan hükümeti, eylemleri şiddetle bastırarak birçok ölüme yol açmıştır.

Bangladeş’in ilk cumhurbaşkanı Mucib-ur Rahman, popülerliğini bu süreçte söylemlerinde öne çıkan yolsuzlukla mücadele, Bengalcenin serbest bırakılması ve Doğu Pakistan halkına yapılan ayrımcılığın giderilmesi gibi hususlardaki muhalefetine borçludur. Başından beri Hindistan ve İngiltere’nin desteğiyle hareket eden Mucib, 1963 yılında Awami Ligi Partisini Pakistan’ın önemli partilerinden biri haline getirir. Muhalefetinin gücünü fark edince ‘Awami Müslüman Ligi’ isminden ‘Müslüman’ kelimesini de çıkartır. Mucib ve destekçileri Pakistan’ı bölmek, ülkenin güvenliğini Hint hükümet ajanlarıyla bir olup bozmaya teşebbüsten tutuklanır. Mucib serbest kalınca, kahraman olarak Doğu Pakistan’a döner. İngilizlerden aldığı destekle kafasındaki bağımsız ülkeye gidecek özerklik düşüncesini açıklamaya karar vererek halka açık bir toplantıda Doğu Pakistan’ın adının, ‘Bangladeş’ olacağını dile getirir ve zımnen bağımsızlık mesajı verir. Mucib’in bu beyanı, ülke çapında gerginliği iyice artırır. 12 Kasım 1970 tarihinde Doğu Pakistan’da meydana gelen tropikal fırtına sonucu on binlerce kişinin ölmesi ve Pakistan yönetiminin yardımlar konusundaki acziyeti ayrılık duygusunu daha derinleştirir. 1970’te yapılan genel seçimleri Mucib’in partisi Awami Ligi kazanır, Batı tarafında ise en başarılı parti Zulfikar Ali Butto’nun liderliğindeki Pakistan Halk Partisi’dir. Butto, Mucib’in özerklik talebine şiddetle karşı çıkar ve Awami Ligi’nin iktidara gelmesini reddeder. Awami Ligi, Pakistan Halk Partisi’nin iki katı oy almış ve mecliste mutlak çoğunluğu elde etmiştir. Butto, cuntanın Awami Ligi’ne iktidarı vermeyeceğini öngörerek, Awami Ligi ile koalisyon kurmak için masaya oturur. Anlaşmaya göre Mucib başbakan, Butto da Yahya Han’ın yerine cumhurbaşkanı olacaktır. Pakistan ordusunun bu görüşmeden haberi yoktur. Yahya Han, Awami Ligi iktidarı istemediği için meclisin açılışını geciktirir ve hükümet kurma görevini Mucib’e vermez. Mucib, bunu fırsata dönüştürmek niyetiyle Hindistan’ın da sürece dahliyle büyük bir kampanya başlatır. 7 Mart 1971’de, halkın katıldığı bir toplantıda sivil itaatsizlik ilan eder. Pakistan’da sıkıyönetim ilan edilip Awami Ligi yasaklanır. 26 Mart 1971’de ordu, Doğu Pakistan’a operasyon başlatır. Olaylar çıkar, Pakistan ordusu Dakka’da birçok sivili öldürür. Savaş, Dakka ve Chittagong’un çeşitli yerlerinde başlamıştır. Şeyh Mucib tutuklanarak Pakistan’a götürülür. Ordu, düzeni sağlamak adına Bengalli aydınları, politikacıları, sendika yöneticilerini ve sivilleri sistematik olarak hedef almaktadır. Bengal tarafında Mucib’e yakın bir politikacı olan Taceddin Ahmed büyük bir isyan başlatır. Pakistan ordusunun, öğrencileri ve entelektüelleri hedef almasının üzerine; Hindistan tarafından siviller silahlandırılarak ‘Mukti Bahini’ adıyla bir birlik oluşturulur ve bu sivil birlik Pakistan ordusuna karşı savaşa başlar. Uluslararası baskıya rağmen, Pakistan hükümeti Mucib’i serbest bırakmaz ve onunla müzakereyi reddeder. Pakistan ordusu Bengal topraklarında eş-Şems, el-Bedr ve Razakar adıyla ifşa olan paramiliter yapılar oluşturur. Bu derin yapılar bölgede birçok cinayete imza atarlar. O gün Müslümanların parçalanmasına karşı çıktıkları için Pakistan’dan ayrılma fikrini desteklemeyen ve hiçbir silahlı eyleme girişmemiş Cemaat-i İslami’ye, o dönemki Pakistan derin devletinin cürümlerini fatura eden ve Müslüman mütefekkirleri idam etmeye koyulan Mucib’in kızı Hasina’nın bu sabık ülke tarihini ülkesindeki İslami hareketi etkisizleştirme fırsatına dönüştürdüğü artık bilinen bir gerçektir.

Hindistan, binlerce mültecinin kendisine sığınmasını bahane ederek Pakistan’a karşı savaşa müdahil olur, aynı zamanda Bengalli laik-ulusalcılara ekonomik, askerî ve diplomatik destek sağlar. Bangladeş topraklarında savaşan 90 bin Batı Pakistan askerinin Hindistan ve Bangladeş kuvvetlerine teslim olmasıyla savaş biter. Batı Pakistan’ın iki hafta içerisinde savaşı kaybetmesi, ülkede büyük bir hayal kırıklığına sebep olur. Yahya Han’ın diktatörlüğü yıkılır ve Butto büyük bir yükselişe geçer. Ülke, uluslararası zeminde destek toplamakta başarısız olur ve müttefik ABD de istenilen düzeyde bir dış yardımda bulunmaz.

İddia edildiğine göre savaşta 3 milyon kişi ölmüştü. ‘Hamoodur Rahman Komisyonu’ resmi bir soruşturma başlatarak 26 bin sivilin kayıp olduğunu öne sürdü. Bağımsız araştırmacılar 8 milyon civarı insanın güvenlik dolayısıyla ülkeden kaçtığını iddia ediyorlar. Bugün ulusalcı laikler kayıpları yüksek göstererek tek suçları ‘ümmet zayıf düşer’ düşüncesiyle iki Pakistan’ın ayrılmasına karşı çıkan İslamcı kesime karşı bu tezlerini koz olarak kullanıyor ve onları 40 yıl önceki ABD-Pakistan cuntasının paramiliter çetelerinin cinayet-kayıp-tecavüz gibi vahşi cürümlerine ortak ediyorlar. 2008 yılında ‘Ziad Obermeyer’, ‘Christopher JL Muray’ ve ‘Emmanuela Gakidou’ tarafından hazırlanan bir çalışma 269 bin sivilin çatışma sonucu yaşamını yitirdiğini ortaya koyuyor.

Sömürü dönemi boyunca işgalciler, Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve Afganistan topraklarında yaşayan Müslümanları, Hinduları, Budistleri bazen karşılıklı bazen kendi aralarında işte böyle kışkırtıp savaştırdılar.1971 Aralık ayında savaş bittiğinde Hindistan, Doğu Pakistan’ın büyük bir bölümünü işgal eder ve koz olarak bir süre elinde tutar. 22 Aralık 1971’de Mucib-ur Rahman’ın liderliğinde ‘Bangladeş Müslüman Halk Cumhuriyeti’ kurulduktan sonra, istediği idareyi ikame ettiğini düşünen İngiliz hamisi Hindistan, ülke yönetimini bu kadroya devreder. Zira Cumhurbaşkanı Mucib Bangladeş’te destekçilerinin kendisinden bekledikleri doğrultuda halkın İslami kimliğinin aksine sosyalist-laik-batıcı bir yönetim kurmuştur.

Bangladeş Müslümanları ve Cemaat-i İslami

Cemaat-i İslami, Mevdudi’nin Hint Müslümanları arasında kurduğu bir İslami hareket nüvesidir. Hareket, Hindistan’dan Pakistan’ın ayrılmasından sonra bugün Pakistan merkezli; Bangladeş, Hindistan, Keşmir ve bazı Asya diyarlarında faaliyetini sürdürmektedir. Önceki adı Doğu Pakistan, şimdiki adı Bangladeş olan bölgenin o zamanki lideri Gulam Azam’dı. Cemaat, 1980’den bu tarafa bazı hükümet oluşumlarında Bangladeş Milliyetçi Partisi ile koalisyonlarda da bulundu. 2008 yılı seçimlerinden galip olarak çıkan Awami Ligi’nin lideri Şeyh Hasina Vecid’in en önemli seçim vaadi 40 yıl önceki bağımsızlık savaşında “savaş suçu” işleyenlerin yargılanacak olmasıdır. 2010 yılında Şeyh Hasina, vaadini yerine getirerek yargılamalara başladı. Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nde cemaat liderleri ve Bangladeş Milliyetçi Partisi’nin bazı parlamenterleri ‘savaş suçu işlemek’ iddiasıyla yargılandılar. O dönemki parlamenterlere ve cemaat sorumlularından onlarcasına idam cezası verildi. Bugün bunlardan birkaçı infaz edildi. G. Azam yaşından ötürü cezaevinde tutukluyken işkence ve mahrumiyet cezalarına dayanamadı ve 96 yaşında rahmetli oldu. Abdulkadir Molla ve Muhammed Kamaruzzaman münafık, İslam düşmanı Şeyh Hasina’ya boyun eğmedikleri için idam edildiler. İdamların ardından ülkede yaşanan kitlesel eylemlerde birçok Müslüman gösterici vahşice yaşamını yitirdi. Cemaat, ümmet-i İslam’ın birliğine darbe olacağı gerekçesiyle bağımsız Bangladeş’e şiddetle karşı çıkmıştır, bütün söylemlerinde bu konu hâlâdile getirilmektedir.

Cemaat-i İslami, 1971 Bangladeş Bağımsızlık Savaşı’nın hemen sonrasında, bağımsızlığa karşı tutumu sebebiyle yasaklanır. Bangladeş’in ilk cumhurbaşkanı olan Şeyh Mucib-ur Rahman, Bangladeş Cemaat-i İslami lideri Gulam Azam’ı vatandaşlıktan çıkarır. Bunun üzerine Azam zorunlu olarak önce Pakistan’a, ardından İngiltere’ye gider. Ülkede diktatörlük kurmaya çalışan Mucib-ur Rahman, genç subaylar tarafından gerçekleştirilen askerî darbe neticesinde 1975 yılında öldürülür. Yerine Ziya-ur Rahman liderlik koltuğuna oturur. Cemaatin faaliyetleri yeniden başlar ve Gulam Azam’ın Bangladeş’e dönmesine izin verilir.

19 Mayıs 2008’de, Bangladeş polisi Cemaat’e karşı operasyon başlatır. BNP liderliğindeki eski ittifak hükümetinin iki bakanı Abdulmennan Buiyan ve Şems-ül İslam tutuklanır. Bugün ülkede kurulan Uluslararası Suçlar Mahkemesi (International Crimes Tribunal-ICT), Cemaat üyelerini 1971 Bağımsızlık Savaşı sırasında aşağıda belirttiğimiz milis kuvvetler ile işbirliği yapmakla suçluyor.

1971’de yaşanmış olaylarla ilgili 41 yıl sonra iktidara gelen Mucib’in kızı Şeyh Hasina, Cemaat-i İslami liderlerini o günkü savaşta, savaş suçu işlemekle itham ediyor ve idamlarıyla ilgili kampanya düzenliyor. Gulam Azam, Mevlana Huseyn Seydi, Abdulkadir Molla, M. Kamaruzzaman ve Cemaat-i İslami liderlerine ölüm cezaları bir bir infaz edilmeye başlandı.1973’te Bangladeş’te savaş suçlarıyla ilgili askerî ve sivil mahkeme kurulmuş, o zamanki Pakistan askerleri ve onlara yardım ettiği iddia edilen Bangladeş vatandaşları yargılanmışlardır. O dönemde Cemaat-i İslami liderleri aleyhine açılmış hiçbir dava da bulunmamaktadır. Böyle bir suçun vaki olduğuyla ilgili en ufak bir emare olsa zaten yargılanırlardı. Şu anki başbakan 1996’da da başbakanlık yapmış, yine bu süreçte de herhangi bir suçlama olmamıştı. Özellikle bölgedeki İslami hareketlerden rahatsız olan ve İsrail’in bölgedeki en yakın müttefiki olan Hindistan, Cemaat-i İslami’yi kendisi için çok tehlikeli bir hareket görüyor, çünkü kendi içerisinde çok ciddi bir Müslüman nüfus bulunmakta. Bu Müslüman nüfusu harekete geçirebilecek tek yapı Cemaat-i İslami’dir. Bu sebeple Cemaat-i İslami’yi sindirmek istiyorlar. Hindistan’ın yönlendirmesiyle şu anki cemaatin yapısı büyük baskı altında ve liderlerini idam etmeye başladılar. Bangladeş’te Müslümanlar bizdeki ‘28 Şubat’ın şiddetli bir halini yaşıyorlar adeta. Bu siyasi davaları protesto etmek için yapılan gösterilerde on bine yakın kişi tutuklandı ve bu kişiler hâlâBangladeş zindanlarındalar.

Cemaat-i İslami’nin kuruluşu Pakistan’ın kuruluşundan 7 yıl öncesine dayanır. Pakistan’ın kuruluşunda önemli rol oynayan Mevdudi, Cemaat-i İslami'yi 1941’de kurar. "Temelde şuursuzluk sorunu olduğu için şeytan her fitnesini rahatça bina edebiliyor, bu sebeple ‘İslami şuur’ öncelikli ihtiyacımızdır." düşüncesiyle yola çıkan Mevdudi, Pakistan İslam Devletinin kurucu fikir babalarından kabul edilir ama Cinnah'ın ABD yanlısı inisiyatif alması bu hedefi manipüle etmiş, birkaç dönem istisna edilirse Pakistan’da küresel güçler maalesef başından beri yönetimde etkili olmuşlardır. Cemaat-i İslami'nin Dış İlişkiler Sorumlusu Abdurrahman Kureyşi, 2015 yılında bir röportajında, “Pakistan'ın kurulmasının hemen ardından Pakistan'ın anayasal olarak ‘İslam Devleti’ olduğunun beyan edilmesi için çok gayret ettik. Pakistan en temelde İslam adına kurulmuştu. Fakat Batıcı elit bunu görmezlikten geliyordu. Bu mücadelemiz sonucunda istemeyerek de olsa anayasada Pakistan'ın İslam Devleti olduğunu kabul etmek zorunda kaldılar.” diyerek durumun zorluğunu anlatır. Bu dönemlerde Mevdudi sık sık hapse atıldı. Cemaat-i İslami, kurulduğu günden bu yana her türlü silahlı eyleme ve şiddete karşı mücadele etmiş bir parti olmasına rağmen Bangladeş'te siyasi iktidara hâkim Batıcı-laik-sosyalist grup tarafından iftira yoluyla bedeller ödettirilerek baskı altında tutuluyor.

Hasina Anti-Amerikancılık Oyunuyla Müslümanlara Zulmediyor

Toplumların dönüşümünde ıslah yolunu benimsemiş ve güncel olanı İslami normlar çerçevesinde fıkhederek meseleleri çözeceğine inanmış, her nev’i mezhepçi-taifeci-tekfirci-ilkesiz-oportünist eğilimlere karşı vasat ümmet olmaya yönelmiş Cemaat-i İslami, Hasina yönetiminin çok tehlikeli bulduğu bir yapı. Bangladeş’te Şeyh Hasina hükümetiyle aradığını bulan ABD, Hindistan’ı da arkasına alarak bölgedeki İslami oluşumlara ve küresel çıkarlarına rakip gördüğü Çin’e karşı Bangladeş’i bir koz olarak kullanıyor. Şeyh Hasina hükümeti ABD adına laik düzeni yıkmaya giriştikleri gerekçesiyle ülke Müslümanlarını ‘terörle mücadele yasası’ çerçevesinde yıllardır yargısız infaz ediyor. Öyle bir pragmatizm düşkünü ki, koltuğunu kaptırmama adına İngiliz ve ABD çıkarlarını koruma ekseninde Müslümanlardan intikam almayı da sistematik olarak sürdürüyor. ABD ile tatbikat üstüne tatbikat yapmaktan utanmayan Şeyh Hasina’nın Bangladeş’i adeta ABD askerlerinin cirit attığı işgal edilmiş bir belde görünümü vermekte.

Halkın İslami Harekete Bakışı

Bölgede Müslümanların bastırılmış büyük bir gücü var. Ayrıca Bangladeş rejiminin gerçekte İslam düşmanlığı üzerine kurulu sinsi-nifak dolu propagandaları ve aklındaki projeye uygun din algısını el altından yaymaya çalışması; tasavvufi akımları, bazı salt mezarlık düşmanı-tekfirci selefi akımları ve ılımlı-uzlaşmacı dinî akımları Bangladeş’te meşru ve mukim kılıyor. Özellikle tasavvufi yapıların güçlü olduğu ülkede, türbelere ve şeyhlere çok büyük önem veriliyor. Mesela şeyh efendi istedi diye buluşma takvimini ilan ettikleri bir açık alanda toplu olarak belki milyonlarca müridan aynı kıyafetler ve seremoni içinde namaz kılıyorlar. Onların bu etkinliklerinde hiçbir rejim eleştirisi yok, ümmetin sıkıntılarının giderilmesi kaygısı yok, gündem yok, ülkede Müslüman kardeşlerinin zalim idareciler tarafından idam edilmesini protesto etmek gibi dertleri yok. ‘Feveylunlilmusallin’ durumu yani. Rejimin, algı operasyonuyla Cemaat-i İslami karşıtı yaydığı ön yargılar şimdilik tutmuş görünüyor. Bu kadük sorun yıllardır bu şekilde devam ediyor ve seçimlere de yansıyor. İktidar partisi, Cemaat-i İslami aleyhine sonuç verecek 70’li yıllardaki savaşla hesaplaşacağını, gerektiğinde suçluların hesap vereceğini seçim propagandası olarak işledi ve halktan da epeyce oy alarak iktidara geldi. Seçimlerde bazı bölgelerde hileye başvurduğu raporlarla ifade edildi. Batı ve Müslüman ülkelerin olan bitenler karşısında sessizliği hatta Hasina rejimiyle aynı paralelde yer almaları, Ortadoğu devrimlerinin etkisinin bastırılmaya çalışıldığı bu süreçte idamların İslam dünyasında sessizlikle karşılanması içler acısı bir durum olsa gerek.

Bangladeş’te binlerce medrese olduğundan bahsediliyor. Medreselerde eğitim sonrası verilen sertifikalar diploma yerine geçiyor ama giderek artan ağır baskılardan onlar da nasibini almış ve hakları kısıtlanmaya başlanmış durumda. Yoksulluğun çok ciddi hissedildiği başkent Dakka’da iki milyon kişi sokakta yaşıyor. Barakalarda yaşayan bu insanlar her türlü sağlık şartlarından uzak ve fakirlik içinde yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor. Bunun yanında özellikle başkent Dakka’da inşa edilen alışveriş merkezlerinde her türlü lüksü de bulmak mümkün. Bir insanın ortalama 30 dolara çalıştığı ülkede memurların ortalama aylığı 120 dolar civarında. Yoksulluktan dolayı kırsal kesimden getirilen ufak kızlar (yaşları yedi ve dokuz arasında değişen kız çocukları) evlerde aylık 15 dolara hizmetçilik yapıyor. Her türlü suiistimale açık bu durum tam bir cehalet ve sefillik durumunu resmediyor aslında. Budist zulmünden kaçmış ve Bangladeş’e sığınmış Arakanlı Müslümanlar açlıktan en fazla can kaybı veren ve etkilenen insanların başında geliyor. Yaklaşık 300 bin Arakanlı Müslüman, 1991-92 yıllarında Burma yönetiminin baskıcı politikaları nedeniyle Bangladeş’e göç etmişler. Bangladeşli yetkililer, mültecileri zorla geri göndermek için çeşitli fiziksel ve psikolojik baskılar uyguluyor.

Gerçek Bağımsızlığı Savunan Cemaat-i İslami Hainlikle Suçlanıyor

Cemaat üyeleri "uluslararası" mahkemede yargılanıyor deniyor ama bu doğru değil. Mahkeme, hükümetin atadığı bürokratlardan müteşekkil ve süreç gayr-ı adil bir şekilde işletiliyor. Toplum üzerinde özellikle medya eliyle bir algı operasyonu icra edilerek, bizdeki 28 Şubat sürecinde garip, şaibeli kişilerle senaryolar düzülüp yalan verilerle Müslümanların itham edilmesi gibi haller yaşanmakta. Tam bir ulusalcı-laik-sosyalist refleksle hareket eden Bangladeş yönetimi, Hindistan’ın da yardımıyla bu kıyımı gerçekleştiriyor. Günümüzde artık Batı’nın sekülerleştirme projesi mimarları tüm dünyada İslami hareketleri silmeye odaklanmış durumda. İslami yapıların sağ kolunu ifade eden İhvan-ı Müslimin Arap dünyasında, sol kolunu ifade eden Cemaat-i İslami Asya’da küresel güçler ve devşirmeleri tarafından tehlikeli bulunduğu için hedef alınıyor. Darbeden idama, toplu katliamlardan iç savaşa Müslümanlar riskli alanlara çekilmek ve ıslah metodundan uzaklaştırılmak isteniyor.

Özetle; Üstad Mevdudi öncülüğünde yola giren Cemaat-i İslami, yapay sınırları; Bangladeş’in ayrılmasını ümmetin parçalanması olarak gördü.Tahrikler sonucu çıkarılan savaşta ABD güdümlü Pakistan ordusu, zulmünü şiddetlendirdikçe Cemaat-i İslami güç duruma düştü ve“bütünlük” tezleri zayıfladı. Bengal halkı arasında Cemaat aleyhinde tepki oluştu. Bangladeş’in ayrılması mukadderdi, bu iki coğrafyanın bir arada tutulması, mevcut Pakistan’ın yoksulluğu, iç ve dış olumsuz şartlar içinde zaten imkânsızdı. Ama Cemaat-i İslami, idealle gerçek arasındaki zorlukta kendince ideal olanı tercih etti. Batı Pakistan ve Bangladeş gerçeğinin gün gelip ayrışacağını görmek istemedi. Yönetim erkinde bulunmadıkları, ABD’nin dümeninde olduğu bir Pakistan’ın bütünlüğünü savunmuş oldular.

22 Aralık 1971’de iktidara gelen İslam düşmanı Mucib-ur Rahman geleneğini sürdüren Bangladeş’in münafık yönetimi, dünya Müslümanları içinden nitelikli yapılanmalar arasında sayacağımız Cemaat-i İslami’ye acı çektirme ve onları itibarsızlaştırma despotluğundaşimdilik başarılı olmuş gözüküyor. Ama Müslümanların yeryüzünün imtihan yeri olduğuna iman eden yürekleri var. Onlar Allah’a kul olma bilinciyle, içinde yaşadıkları toplumun İslami ıslahını hedefledikleri yürüyüşlerinde; namazla, sabırla mağfiretine sığındıkları Rableri Allah’a güveniyorlar. O her şeyin hâkimi, mutlak sahibidir ve O, yolunda cehdeden kullarına yardım edeceğini, onları rahmet günlerine kavuşturacağını vaat ediyor.

Üstad Mevdudi’nin kızı Hamira Mevdudi’nin deyimiyle “Bugün Bengal çocukları ‘Pakistan’ adını duymak istemeyecek şekilde yetiştiriliyor.” Bugün Cemaat-i İslami’nin neferlerini mahkemeler “1971’deki insanlığa karşı suçlara” iştirak etmekle suçluyor. Cemaat lideriRahman Nizami hâlâ bu suçlamalarla hapiste. Bu elbette düzmece bir suçlama. Ancak Bangladeş yönetimi bu tutuklamaları kendini halkın gözünde meşrulaştırmak için en kolay yol olarak bulmuş ve uyguluyor. Çünkü halkın gözünde Cemaat-i İslami’nin Pakistan’la birlikteliği savunmaktan daha büyük bir suçu olmadı.’

Şehitlerin Ölmeyen Şahitlikleri

Şehit Muhammed Kamaruzzaman’ın oğlu İkbal, babasına, Bangladeş Cumhurbaşkanı Abdulhamid'den özür dilemesi karşılığında idam cezasının affedileceği mesajının iletilmesi üzerine Kamaruzzaman'ın, bu çağrıyı reddettiğini belirterek, babasının kendisine söylediği şu sözlerini paylaşmıştı:

"Yalnız Allah'tan af dilerim. Başbakan Hasina bana can verecek değildir. Onun gibi münafık zihniyetli birinden af dilemem. Hayalim Bangladeş'te İslam'ın hâkimiyetidir. Ben belki göremem ama genç nesil hayalimi gerçekleştirecek inşallah. Sizler üzülmeyin, ağlamayın, inşallah cennette görüşeceğiz.

Ya Rabbi, ben bu ülkenin saadeti ve İslam'ın muzafferiyeti için çalıştım. Lakin bu yüzden bana zulüm ettiler. Kimler bu zulüm için çalıştıysa, dünyada ve ahirette bunun hesabını sor Ya Rabbi. Ben elimle ve dilimle hiç kimseye zulüm etmedim. Rabbim sen benim hakkımda en iyisini bilensin. Allah'ım şehadetimi kabul et. Aileme, akrabalarıma ve dava arkadaşlarıma sabır niyaz et. Allah'ın selamı dünyadaki bütün müminlerin üzerine olsun."

---------------

Yararlanılan Kaynaklar:

-S. Veli Rıza Nasr, Cemaat-i İslami, Ekin Yayınları

-Bangladeş İnsani Yardım Operasyonu, Türk Kızılayı Raporu

-Hasan Bozdaş / Zeynep Bozdaş, Bangladeş Raporu, HÜDAPAR

-Erem Şentürk, “Bangladeş’te Müslümanlar niçin idam ediliyor?” Diriliş Postası, 15.04.2015

- Pakistan Cemaat-i İslami liderlerinden Abdulgaffar Aziz ile röportaj, Mehmet Özcan, Doğruhaber, 18.04.2015

- Cahit Toprak, Bangladeş’te Neler Oluyor?, Köklü Değişim, Sayı: 105