Güzel sözlerin cini olmadığımı beyanla!
1- Kadınlı erkekli sigara tüttürüp muhalefet edebiyatı yapan anti-kapitalist ‘İslamcılar’, otuz yıllık savaş travmasının izlerini taşıyan genç nesil egzistansiyalist Kürtler, erkek egemen söylemle kadın edebiyatı yapan bütün feminist heteroseksüeller, devrim diye politik halüsinasyon gören Marksist literatürün tüm heterojen formları, yeni zamanların Levantenleri, ‘Türk’ün Yeni Dini’ Kemalizm’e iman eden partili pırtılı solakzade cemaati, Kaos GL bağlıları ve onların yanaşmaları, eski tüfek derin devletçi sağ-sol siyasetçiler ve onların bembeyaz akıl hocaları ile tüm bunların bilimum şürekası hep birlikte yeni bir eskatoloji ayininde azizlikten rol çalan entelijansiya ile kol kola girmiştir. Hedef İslami varoluş çabasıdır.
2- Bu azgın, kızgın tufeyli tayfasına neşide söyleyen, lir çalan, aşk mektupları gönderen, yeşil cübbeli ‘İslamcı’ ozanlara ne oluyor peki? Büyük insanlık dersleri veren bu azizler üzerinde yaşadığımız toprakların, yaşadığımız hayatın müsebbiplerinin, sahiplerinin kim olduğunu zannediyorlar? Kendi mahallesinden ses çıkmayınca olabildiğince aşağılamayı marifet sayan bu azizler kimin adına konuşmaktadırlar? Müslüman kanı için ölçüler, tartılar, gramajlar, bahaneler, amalar, komplolar ekip bunlardan siyaset, felsefe, popülerlik, statü ve akçe biçen, ancak laik, sol, Kemalist, ayyaş ve müfsid haramzadeler için büyük merhamet gösterilerine söylevler dizen bu azizler Müslüman halka seslenmektedirler: Ey Müslüman halk ve desteklediği iktidar! Zalimleşme! Karşı tarafta hazır bekleyen güruh da ellerini ovuşturmaktadır. Ne ala!
3- Adalet dağıtıcılığının dayanılmaz kibrine yakalanmış ihtiraslı bir aydın, eğer sanatçıysa ihtiraslarına duyarlılığın olağanüstü etkilerini ekler, eğer bir düşünürse ikna gücünü ekler ve her iki durumda da adalet dağıtıcılığının dayanılmaz kibrini besleyen büyük ahlaki saygınlık görüntüsünü ekler. Herkes adına konuşmayı, herkesin avukatlığına soyunmayı, ahlaki ve adil bir söylemci görüntüsü ile işlevselleştirmeyi büyük bir hokkabazlıkla uygular. Azıcık namusları olsaydı onlara baldıran zehri içmelerini salık verecektim ancak onlar, çocukların ve kadınların zalim diktatörlerin kurşunlarıyla düştüğü zelil bir dünyada yaşamanın dayanılmaz zevkinden ayrı düşmek istememektedirler. İnsafsızlığın büyük övgücüleri olarak bu azizler vandalizme neşide okumaktadırlar. Derin iktidarın, statünün ve çıkarların hizmetinde yeni bir bilgi türü üreten bu azizlerin kıblesi şaşmıştır. Akıllarının kıblesi şaşanların elbette ibadi kıblesi şaşar.
4- Modern sayıklamalarının kaynağı hep heretik öğretilere çıkan bu aziz kılıklı kadavralar güçlerini koruyabilmek için liberal ve hümanist sayıklamalarını değer, ahlak, inanç ve din adına pazarlarlar. Havarilerini kaybetmiş bir İsa görüntüsü altında Aziz Pavlus cübbesi giyinmiş kadavralar hümanist, liberal, çoğulcu, demokratik dilleri ile ancak bir Napolyon askeri olma hakkını elde edebilirler. Sömürüye karşı ancak sömürgecilerin emrinde.
5- Erdemler öğrenilebilir ancak kitaplardan değil. Erdemler erdemlilerden öğrenilir. Erdemleri bilmek erdemli olmaya yetmez. Bariz bir tiksinti duygusu uyandırırken gizli bir tapınma hevesi taşıyan canavarımsı bir peri masalı okuyarak erdemli görünmeye çalışan kadavralar pembe günlerin hayalini kurmaktadırlar. Fizyolojisi iflas etmiş, anatomisi kurumuş, kimyası bozulmuş bu adalet dağıtıcılığının kibri psikolojinin ya da parapsikolojinin konusunu teşkil eder.
6- Adalet ütopyacılığı pembe bir gülünçlüktür, o kadar. İnanılmaz teorilerini reelle birleştirme çabasını neredeyse kinizme vardırarak iyimserleştirme ve havaileştirme ihtiyacı eninde sonunda dahiyane bir asalaklığa işaret eder. Rakiplerini kendi suretine indirgeme yarışında sonda kalan kibrin, kendisini rakiplerinin suretinde yeniden var etme uzmanlığı olarak görmemiz gereken bu adalet tiyatrosu, erkeksi kudurganlıkların pek ince düşünceler ve takıntılarla uğraşa uğraşa, zarif vicdan azapları, binlerce soru ve şüphe buhranları tarafından kemirilen bir idrakin hayretten gözleri kamaşıp hiçleşen ve eblehleşen ecinniler oratoryosundan başka nedir ki?
7- Sadizm’in kurucu babası sayılan Donatien Alphonse François le Marquis de Sade’ın “Senin bedeninin keyfini sürme hakkım var, aynı şekilde senin de benimkinin!” düsturunu benimseyen hazcı “Herkes herkese aittir!” sapkınlığı Huxley’in ‘cesur yeni dünyası’dır. Bu dünyada normları ihlal etmenin başlı başına özgürlük olduğu yanılsaması sefih bir konforizmi siyasete dönüştürürken Azizler suskundur. Politik halüsinasyonun doğurduğu ideolojik entegrasyonla cellâtları için ayin tertip eden Azizler, hakikat neşidecisi diye ünlenen çirkin yaşlı bir cadının sepetinden elma şekeri çalmaya kalkışıyorlar. Ne yazık ki ne cadıyı ne de kendilerine göz kesilmiş mahalleli çocukları kandırabilirler.
8- Postmodern kaosta azizler kıble aramaktadırlar. Bu kıble arayışı bazen darbeci Kemalist sol ile kol kola girmiş üçüncü sınıf bir Marksizmin üzerine bulaştırılmaya çalışılan ‘İslamcı’ soslu bir sapmadır, bazen de derin analiz yeteneği görüntüsü veren ‘akil’ bir kinizmdir. Nihayetinde her ayarsız, üslupsuz, usturupsuz, menzilsiz, gayesiz kişinin çok kolay dâhil olacağı büyük bir sapmadır bu. Sapma, sapla samanın karıştırılmasından öteye geçerek manifestolarla kendisini gösterir. Büyük bir dük ya da düşes edasıyla manifestoların altına basılan mühürler dünya adalet tarihinin bağrına basılmış hissi uyandırır. Bu nevrotik uyanıklık aslında büyük bir hokkabazlığın görüntüsüdür.
9- Hakla batılın çarpıştığı meydanda olmadıktan sonra, meydanda durup safını ayrıştırmadıktan sonra, ayakuçlarına kilitlenmiş bakışlarını düşmanın en arka saflarına kadar uzatıp ufuk çizgisini kendine menzil tutmadıktan sonra ister namaza dur ister içki sofrasına otur. Ne fark eder? İnsan ancak savaş meydanlarında kahramanca can verenlere perestiş etmelidir.
10- Bir ideolojinin, düşüncenin zamanı gelince her şey aslında onun başarısına hizmet etmeye başlar. Bizzat düşmanların saldırganlığı bile onun zaferi için çalışmaktadır. Bunun gerçekleşmesini ne zihin bulandıran polemikler, ne entelektüel ihanetler, ne aydın sapmaları ne de polis ve asker gücü engelleyebilir. O artık maddeye hâkim olan ilahi sünnet gereği cisimleşmek, gerçekleşmek yoluna girmiştir. İradelerin anlamsızlaştığı bir safhadır bu.
11- Şan ve şeref içerisinde teselli edici öngörüler sunan merhamet romantiği kadavralar soyulmuş derileri, parçalanmış zihinleri, vebalı kalpleriyle ancak anatominin nesnesi olmayı hak etmektedirler. Hiçbir hayat belirtisi göstermediği halde, yangın meydanlarında soğukkanlı bir şekilde dolaşıp büyük erdemler izhar eden, kutsal söylevler irad eden kireçleşmiş ve mumyalaşmış kırk yaş sonrası bu kadavralar gerçekliğe teğet dahi geçmeyen pahalı cümlelerle ucuzluklarını pazarlamaya çalışırlar. Bunlar gazete köşelerinde köşe olmuş aydın kılıklı sefillerle, âlim ve cemaat önderi kılığında koltukları, kürsüleri ve minberleri işgal eden, karşılarındaki dalkavukların gözyaşlarından, iltifat cümlelerinden, ağzı açıklıklarından, sefalet budalalıklarından sonuna kadar faydalanan tarih dışı adamlardır.
12- Politik varoluşun imkânlarını ahlakçı bir pasifizmin sunağında kurban etmeyi dostlarına kutsal bir tören olarak yuttururken aslında düşman mevzilerini tahkim ettiğini büyük bir ustalıkla gizleyen gizemcilik bizlere, Tebük Seferine çıkan peygambere: “Ey Allah’ın Elçisi! Bizler beyaz tenli ve sarı saçlı Rum kadınları ve kızları karşısında fitneye düşeriz. Bizleri bırak burada kalalım. Bu bizim için daha hayırlıdır!” diye mazeret beyan ederek cihadı perdelemek için ahlaka sığınan üçkâğıtçıları hatırlatmaktadır. Allah’ın elçisi ise asla onları ikna etmeye çalışmamış ve adeta o sahte takvanızla kalın, temiz cihad saflarını kirletmeyin dercesine onlardan yüz çevirmiştir.
13- Etik ve politik arasında nasıl bir ilişki ve ilişkisizlik olduğu konusunda kafalar fazlasıyla karışık. Zaferlerin doruklarında işlenen cinayetler nasıl kutsal bir kan şöleni olarak algılanırsa, şöhretlerin zirvelerindeki her zırva da kutsal bir söylev olarak kabul edilir. Belagat hummasına tutulmuş kadavralar adeta bir sihirbaz gibi süslü sözleriyle kitleleri kandırmakta ve uyutmaktadır. ‘Kerizler’ uyanmaya başlayınca büyük nezaket gösterileri ile özür beyan etme erdemini de elden bırakmayan bu ahlakçı pasifizm aslında büyük bir politik körlük oluşturur.
14- Yüzlerce yıllık uykusundan, ataletinden, sömürge olmak halinden silkinmeye çalışan Müslüman dünyanın mücadele meydanında döktüğü kanlar seylaplar haline gelmişken, kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar hiçbir ayrım gözetilmeksizin doğranırken, garpçı bir sosyolojiden ayin devşiren kadavra epistemolojisi sorumsuzluğun semasında taht kurmak istiyor. Bizim hiçbir krala ihtiyacımız yok. Nahda Meydanında, Rabia Meydanında insanlar hiçbir kutsal kişilik tapınmasına girişmeden dayanışma içerisinde ölümü küçümsüyorlar.
15- Hiçbir ütopya var etmemiş ve kendisini bir ütopyaya hasretmemiş, hiçbir yol açmamış ve hiçbir yolda yürümeye azmetmemiş, böylece köhneleşmenin ve küflenmenin tozlu mahzenlerinde hayal edilmiş bir mutluluk meraklısı olarak yaşamını sürdüren kadavra epistemolojisi tarih doğuran yalınayaklıların yaşadığı kâbusu ancak uzaktan seyreder. Kâbus ise metafizik bir uyanışın başlangıcıdır aslında.
16- Suriye’de kirlenen elbiselerini Nil ırmağında temizlemeye kalkan bilimum sorumsuz, mezhepçi, fırsat yoksunu kadavra, her zaman verimli sondajlar yapmak için hazır beklemektedir. Entelektüel bir sefaletin ötesinde ihaneti temsil eden bu zırvacı kadavraların özgürlük neşideleri bir yok oluş mersiyesinden ibarettir. Vicdanlarını hiç kullanmamışlar elbette tertemiz bir vicdana sahip olduklarını düşünürler. Oysa vicdan sürekli bir vecd halini gerekli kılar. Suriye’de vicdanlarını klimalı malikânelerinden, kâşanelerinden çıkarmayan apolitik kadavralar Nil ırmağından abdest tazeleyip akıl hocalığı yapmaktadırlar.
17- Katilleri, zalimleri, hainleri, işbirlikçileri ifşa etmek ve onlara hak söz söylemek, maktullere ve mazlumlara ağıt yakmaktan her zaman daha zordur. Adil şahitlik ise zer, zor ve tezvire karşı durmaktır. Bir bilinemezcilik, melankolik bir özgürlük aşkı, büyütülmüş bir kinizm cinayetlerin üstünü örtmeye yetebilir mi? Eğer Batılı paradigmanın düşünen, yürüyen, konuşan hayvan diye tanımladığı insanı Nietzsche’nin tabiriyle ‘kan dökme peşinde koşan açık renkli hayvan’ diye anarsak kimse kızmasın. Bu, Batılı muhayyilenin yarattığı insan tipidir. Bu hayvandan türeyen ‘kahraman’ da yıkımlarında, ifsadında, zaferlerinde korkunç neşe ve engin zevkler hisseder. Bu kendince soylu bir ırkın cesaretidir. Cinayet stoacısı azizler ellerinde şarap kâseleri bu ‘açık renkli hayvan’ları kutsamaya koşuyor.
18- Dünya yeni bir zaman dilimine girmiştir. Bu zamanın öznesi hiç şüphesiz ki Müslümanlardır. Müslüman mahallesinde salyangoz satan, işleri kesat gittiği için derin bir feylesof görüntüsü altında, entelektüel pasifizmin sorumsuz yargıçlığından agresif bir nihilizmin avukatlığına soyunurken ferahlamak için çıngar çıkaran azizler birer kadavraya dönüşmüştür. Zaman tevhid, adalet ve özgürlük şiarlarını yüceltenlerden yanadır. Ne eskatolojik kıyametçiliğin gnostik azizleri, ne tarifi gayr-i mümkün ‘İslamcı’ bozuntuları, ne adaletin açık düşmanları, ne hokkabazların süslü sözlerine ve timsah gözyaşlarına kanmış ahmaklar ne de işbirlikçi hainler asla zamanın ruhunca amel eden şehitlerin, şahitlerin ve kahramanların yürüyüşüne dur diyemez.
19- ‘Otopsi Kâtipliği ya da Azizce Çürümek’te söylediğimiz gibi, eylemin etkinliğine olan inancımızı adım adım büyütmeliyiz. Sadakatimizi korumalıyız. Sabır ve namazla yardım dilemeliyiz. Protesto döngüsünün genişlediği dönemlerde toplumsal desteğimizi çoğaltarak savaşçıların karşı şiddete dayanıklılığını, militan tükenmişliğini tahkim etmeliyiz. ‘Onurlu yorumcu’ rolü oynamanın hiçbir anlamı yoktur. Savaşçıyı ‘devrimci’ statüsünden ‘terörist’ statüsüne düşürecek propagandif karşı bildirimleri şiddetle reddetmek gerekiyor. Gelecek uzun sürer. Uzun yola çıkmaya niyetlenen insanların büyük fedakârlıklara hazır olmaları gerekir. Büyük bir ahlaki tutarlığı, adil şahitliğimiz ve akidevi duruşumuzla sürdürmeliyiz. Kandan gül kokusu alamazsınız. Ucuz ahlaki mazeretçiliği reddetmek gerekir. Sığınmacı bir ahlaki sınırlamanın, komplocu teorilerin, idare-i maslahatçı yaklaşımların, sapmaların gündemleştirilmesinin, dünyevi çıkarlarımızın, ulus hesaplarının, eylemlerimizi gemlemesine izin vermeyen tamamen ahlaki ve adil devrimci bir ideolojiyi yüklenmesini bilmeliyiz.
20- Bir anekdot: Lev Nikolayeviç Tolstoy muhtemelen 1854’te Kırım Savaşına subay olarak katıldığı dönemde, subay arkadaşlarından birinin, yürüyüş sırasını bozduğu için bir askeri dövdüğünü görünce şöyle der: “Kendin gibi bir insana bu şekilde davranmaktan utanmıyor musun? Sen hiç İncil okumadın mı?” Subay, Tolstoy’a karşılık verir: “Peki sen hiç mi ordu tüzüğü okumadın?” Kitabın sayfalarıyla tüzük maddeleri/normlar/ideolojik şartlanmışlıklar/basit itaat ezberleri/mide bulandıran klişeler arasında salınan tuhaf bir insanlığın acılar ürettiği bir çağda ‘İlla Veche İlla Veche’ diyerek yürüyenlere selam olsun.